Nereden tanışıyoruz nereye taşınıyoruz?

Abone Ol

“Aynada iskeletini görmeye kadar varan kaç kişi var şunun şurasında” diye sormuştu İsmet Özel.
Bu dizeyi soru değil bir yüzleşme çağrısı olarak anlamak daha doğru olur.
Bugünlerde böyle bir şeyi kimde istesek, hiç kuşkusuz “kalmadı” ya da “şu an bende yok” diyecektir.
Değil aynada iskeletini görmek, kendisiyle göz göze gelebilme cesaretini gösterebilecek var mı, doğrusu emin değilim.

Sağımızda solumuzda tanıdığımız insanlar kendi gerçekliklerinden alabildiğine kaçıyor.
Küçük birliktelikler büyük aidiyetlere tercih ediliyor.
Durup düşünmek insana iskeletine kadar görme imkânı vermese de aynada yüzünü seçme fırsatını pekâlâ verebilir.

Aynaya baksak iki şeyi net görüp kendi gerçekliğimizle tanışacağız.
Bir; bu yüz bize ait değil.
İki; bu göz, göz değil.
Kiminle tanışmışsak kimliğini başka bir yere taşımış. İnsaf ve izan kapısını tıklıyoruz. Dışarıdan bir ses, “Evde kimse yok” diyor.
Dışa doğru büyüyüp içe doğru küçülmek denilen şey yoksa bu mu ola?
Keşke önce düşünseydiniz sonra taşınsaydınız, diyorum içimden.
Düşünmeden taşınan ahbaplar hiç olmazsa taşındıkları yerin adresini verip öyle gitselerdi.
Tanışık olmamızın kaynağı kökler değil dallarmış meğer.

On-on beş yıl evvel tanışıp dost olduğumuz insanlarla yeniden ve sıfırdan tanışıp halleşebilmek için bir o kadar daha zaman gerekiyor.
Birbirimizin yüzüne karşı kurduğumuz kardeşlik cümleleri açık artırmayla el değiştirmiş, iddialı sözlerimiz sahaflar çarşısına kaldırılmış.
Aynada gördüğümüz yüz kim bilir kimin kullanılmış maskesi.
“Mümkün değil ben sizi bir daha hiçbir cümlede kullanmam” diyor hayalleri elinden alınmış adam.
Mümkün ortada gözükmüyor.

TASAVVUF TEDBİRLERİ

Tasavvuf deyince ne anlıyorum? Çok yalın ve çok basit bir öğreti olduğunu öncelikle söylemeliyim. İç içe geçmiş daireler ya da birbirine kilitlenmiş kapılar, labirentler ya da iç odalardan tasavvuf diye bahsedenler hiç kusura bakmasın kullandıkları dil bana büsbütün yabancıdır.

Elinden, dilinden, belinden başkalarını emin kılıyorsan tasavvufun tam söylediği yerdesindir.
Çokluk değil kanaat peşinde olan kişi gerçek mürşidini bulmuş demektir.
Mülkiyetle arana sütre koymayı başarmışsan, dünyanın fani olduğuna, insanın ölümlülüğüne hakkalyakin, ilmelyakin ve de aynelyakin inanmış isen mürit olmasan ne çıkar?

Yalanı ve de yanlışı kutsamayan, menfaatleri tarafından kılavuzlanmayan sahici bir insansanız şeytan sizden ümidi çoktan kesmiş demektir.
Acı ve ıstıraplara bir imtihan bilinciyle tahammül ve sabır gösterdiğin kadar cennet nimet, haz ve mutluluğuna iştiyak hissedip özlem duyabiliyorsan ruhbanlığa değil zühde yakın olduğun konusunda şüphen olmasın.

Şirk de şirket de bu mecrada birlikte at koştururlar, sen sen ol ikisine de tamah etme.
Düşeni kaldır. Kalkanı kalkındır, bilmeyeni aydınlat, kötüye kötülük etme, iyinin iyiliğini ortaya saçma. “Ben” deme farkında olmadan benlik davasının ötesine geçemezsin.
Kalabalıkların aklını ipotek altına alma.

Aklını kullanmayan kendini kullandırır. Aklını Müslüman kıl, önce kendi nefsini irşat et, kendinle rabıta kur.
Kendinde yetki vehmetme, yaptıklarını kalbinde, aklında ve vicdanın da tartmaya çalış.

Açlığı tatma aç ile aç kalmayı bil. Kendin uçuruma doğru gidiyorsan peşindekileri de aynı tehlikeye atma.
Sevginin de öfkenin ve nefretinin de vahye müstenit dayanakları olsun.
Vaazını, telkin ve ikazını önce kendine yap.
Ballar balını bul, holdingin, şirketin, gayrimenkullerin yağma olsun!