Dün gibi çocukluk, oysa geçeli 70-80 yıl olmuş.
Ama altında salıncak kurduğumuz çamlar ve ıhlamurlar
yerli yerinde.
El ayak tutarken ölmek, evlatları öfkelendirmeden, işten
çıkıp gelen kızın burnunun ucu ile sorduğu bir şey lazım mı baba , yok
evladım , o birkaç dakikayı doldurma adımlamaları, saate bakışlar, sonra ben
gideyim evde yemek yok deyip bir marketin ıspanak- tavuk reyonuna kendini
atıp, sanki bir nehrin kıyısındaymış
gibi mutlulukla özgürlüğe yelken açıp tekne ile uzaklaşmalar.
Ne erçeldi ufakken bu, dur durak bilmezdi, hadi gene bu
hastane kapısına kadar gelip başını uzatmakta öbürü telefonla savmakta,
nasılsınız bir ihtiyacınız var mı , diye uzaktan sormakta. Daha beteri de var,
canı sağ olasıca öteki, telefonla da aramaz, ben ararım yemin kasem işleri
başından aşkındır, o yüzden arayamamıştır. Ne edeceksin evlat işte .
Değersiz insanlar kulübüne dönüşmüş koğuş, evlatların bir
türlü bitmeyen işleri.
Lotus çiçeği anne artık yakalara takılmamaktadır.
Koğuş bu.
Su müdürünün, elimle koymuş gibi bulurum şu yaşımda
Anadolu yakasının sularını. Sırmakeş, Karakulak, Taşdelen, Hamidiye, neydi
Kayışdağı nın göbeğinden akan su , kafasını kaşıyor, düşünüyor.
Bir ara dalıyor, gözünün önüne arabalara koşulmuş öküzler
geliyor, gökkuşağı altında koşturmaları.
Sonra başka bir konuya bağlanıyor su müdürü, Ankara dan
geldim, 70 yıldır Beykozluyum, ne çalışkan, akıllı insanlardı göçmenler;
mandıraların sütünü toplar, Kanlıca yoğurdu yaparlardı, nasıl para sahibi
oldular, aferin.
Hava durumunu oku Ahmet, İstanbul nasılmış sanki
avucunun içi gibi bildiği dağların sularının başına gidecek.
Okumuşu, okumamışı yaşlı erkeklerin tümü, ne kadar düşkün
hava durumuna, yağışa, sıcaklığa; sanki çıkıp yol kazacaklar, balığa, savaşa,
sefere çıkacaklar.
Suriyeli gencin mali durumunu merak ediyor su müdürü,
genç; Halep te 350 fıstık ağacımız vardı, 250 zeytin ağacımız, 200 üzüm, 100
incir ağacımız vardı, 10 kardeştik durumumuz iyiydi . Yaşlı adam memnun,
Toprak beyi imişsin sen, peki senin mesleğin var mıydı , vardı , neydi , üsttenci sorusuna saygıdeğer bir cevap alacağını tahmin
edemiyor, sarraftım, kuyumcu dükkânım vardı , şapka çıkarıyor su müdürü, çok
mutlu oluyor sanki paraları kendi kazanmış gibi, sen bayağı zenginmişsin bir
sarrafla koğuş arkadaşı olmaktan memnun oluyor, belki de fakir biri olsa burun
bükecekti, yaşlı erkekler için adamın iktisadi durumunu sormak olmazsa olmazdı.
Delikanlının sınavı bitmiyor, Peki şimdi ne iş yapıyorsun , iş bulamadım
kendi mesleğimde, oto yedek parçacısı olarak çalışmaktayım , ha iyi iyi, işsiz
kalma da .
Yaşlıların dünyasında çalışılacak, yan gelip yatmak yok,
en büyük ayıp çalışmamak, iş beğenmemek yok, iş olsun da çamurdan olsun.
Yaşlı kadınların gündemi daha farklı, kimi dost arayan
divaneler gibi, hemen hastalar arasında iyi niyetli bir hal hatır sorma, hemen
kaynaşma benim de aynı yer ağrımakta, ay aynı ağrılar, kolum düşmekte,
bacaklar yürümemekte , bir dost düşkünlüğü, bir türlü ayrılamamalar, muayene
bitmiş eve gidilecek şükranla birbirlerine sarılmalar, muhabbetin arkadaşlığın
sınırı yok poliklinik kapılarında.
Nehir kıyısı değildi o hastane odası. Karlar altındaki
bir köy manzarası kadar iç açıcı da değildi.
Bir şömine ateşi karşısında oturmak kadar rahvan da
değildi, bu hastanede tedaviniz mümkün değil, üniversite hastanesine
gitmelisiniz diyen doktorun sesi ile perişan kadın, eşinin açılıp kapanan
ciğerine bakakaldığında.
Ateş renkli çınarların da mevsimi değildi.
Gerçi karşıda deniz uzanıp gidiyordu ama yüreklerde yanan
kor ateşe bir avuç su serinliği veremiyordu.