Sadece kitap okumuyorlar.
Ama kıytırık bir zayıflama bilgisi olan gazetelerden başlarını kaldırmıyorlar.
Ellerinde mezuralar, bir farz gibi tartı aletinin üzerine hamle yapıp, her yarım kilonun sevinci ile naralar atmaktalar.
Sanki vatan kurtarıyorlar
Kilolarına savaş açmış bu kadınlarla olan sohbetten bıktım.
Eskiden bir dantel örneği olurdu ya da bir elbise modeli alışveriş konusu. Daha önceki kuşaklar çiçek soğanı yarışmaları ile meşguldü. Lale ve şakayıklar sohbetlerin konusu olurdu. Hatta mezar taşlarının hüvel baki kısmına lale motifi nakışlanmasını vasiyet ederlerdi. Kimi zevk erbabı da rumi ve karanfilleri tercih ederdi.
Yok, şimdi her yerde bir kilo muhabbeti.
Ülkenin üçüncü sınıfı yerine konulan şişman insanlar. Sokağa çıktıklarında üzerlerine çevrilen bakışlarla ağlayacak kadar acıklı hallere düşürülen bu insanlar da isterlerdi ince olmayı.
Giydikleri elbiselerin yakışmasını.
Bilmiş edalarla "beliniz kaç Sizin de bayağı fazlanız var kardeş". Zavallı zaten bunalıma girmiş. Aynalara bakamıyor. Eşinin aşağılamaları yüzünden hayatı bir kâbus. Konu komşuda ille de yaralarına bıçak sallayıp biraz daha üzmek için bir fırsat avcısı gibi saldırmakta.
Ayla elleri titreyerek eşinin kendisini artık gezmeye çıkarken yanında istemediğini anlatıyor. Kilolu hanımını yanında görmelerini istemiyormuş. Kadınların mutsuzluğunun bütün sebebi çoğu zaman erkekler olmakta. Ayla nın üzüntüden saçları dökülmekte. Psikolojik yardım almakta fakat doktorunun hiçbir dediğini de duymamakta. Bütün özgüvenini kaybetmiş.
Sorun kız çocuklarının ayakta sağlam durabilmesi için aile ocağında kuvvetli bir güven duygusu verilmesi meselesi. O vakit eşleri karşısında başları daha dik durabilirler.
Semra ise annesinden dertli.
Kendisini artık ismi bile çağırmıyordur. Hayvan isimleri takmıştır anne, kızına. Bir tabak yemek alsa, "yine mi yiyiyorsun, inek gibi şiştin" sözleri yüzünden hıçkıra hıçkıra ağlayan 17 lik genç kızın annesinden daha çok zayıf olmayı arzuladığını bilmesi gerekirdi oysa ebeveynlerin.
Tamam, güzel, yürüyüş gibi sağlıklı bir alışkanlığın topluma yerleşmesi. Yemeklerden sonra oturulan kadim geleneklerin terk edilmesi.
Ama hayatın başka gayelerinin de olması gerek.
Şu ölümcül sıcaklarda yine de hayatlarını ziynetlendirenler az değil. Nimet hanım iki küçük kızı ile birlikte Hafız hanımdan ders almakta. Yazlık evlerinin onca albenisi, mavi deniz, yemyeşil ormanlarda yürüyüş de var hayatlarında.
Fakat her gün iki üç saat bu minik kızlar anneleri ile birlikte hafız hanımda buluştuğumuzda, çocukların zihinleri körelmediği için annelerinden daha çabuk anlamaktalar üç vecih uzatmayı ya da tul ile tavassut u, kasr ı, işmam ı. Miniklerin ihfaları, izharları, titizlikle uydukları tecvid kurallarını gördükçe, uğraşacak o denli kutlu kavram varken insanların ellerinde diyet reçetelerine hapsolmaları karşısında üzülüyorum.
Ortalık yaz. İnsanlar geç yatıp öğlene doğru kalkmaktalar. Yeme içme hayatın bütün programlarını işgal etmiş. Bilhassa deniz kenarlarında ezanlar hiç duyulmuyor gibi. Camilerin sabah namazı cemaatleri yok. Ne işrak vakti var buralarda ne kuşluk.
Geçen gün arka sokaktaki villadan bir cenaze çıktı. Sessiz sedasız götürüyorlar. Sanki ses çıkarırlarsa yazlıkçılara ayıp olacak. Adamlar dinlenmeye gelmiş ya. Ölüm gibi bir sebeple de olsa bağırıp konu komşuya haber veriş olmadı.
Ama ölüm tatile çıkmıyor. Bitişik villanın bile haberi olmadan çağrılan imam, Vedat Bey i hazırlayıp, tabuta alıp götürdüler. Yaşadığı şehirden gelen çocukları hısım ve akrabaları uzaklaşırken yazlık komşuları henüz uyuyordu. İkindiye doğru acı haberi alanlar, Vedat beyin güneşlendiği şezlonga boş gözlerle bakıp, "nasıl olur canım daha dün şurada güneşleniyordu" diye hesap sormaya kalkışıyorlar.
Belki gerçekten samimiler, hani verseler geri getirip Vedat Bey i o şezlonga yine uzandıracaklar. Fakat geri vermiyorlar işte.
Sonra sayılı günlerin kıymetini bilmek üzere insanlar denizin serin sularına koşuyor. Yan evden çıkan cenaze, komşularının mangal yapmasını, kahkahalarını engellemiyor. Gerekçe hiç samimi değil. "canım tanımıyoruz ki. Bi meraba. Oturup şimdi yas mı tutalım".
Vakit altın gibi oysa. Belki Vedat Beyin de hacca gitme planı vardı. Yahut boş vaktinde Kur an ı Kerim öğrenmeyi düşünüyordu. Fakat olmadı işte. Vakit yetmedi.