“Güney Akım”ın “Türk Akımı”na dönüşebileceğiyle ilgili güçlü sinyallerin verildiği Rusya Devlet Başkanı Putin’in Türkiye ziyaretinin yankıları devam ediyor. Bu bağlamda Rus basınında yer alan haberler oldukça dikkat çekici. Bunlardan en dikkat çekici olanı ise “ABD ve Avrupa’nın Türkiye’yi düşman ilan edebileceği” iddiası.
İddianın sahibi Jeopolitik Sorunlar Akademisi Genel Sekreteri Araik Stepanyan. Stepanyan’a göre: “Burada sadece Avrupa Birliği’nin değil, ABD’nin niyetinin de göz önünde bulundurulması gerek. Çünkü tüm batı şu anda Rusya’ya karşı geliyor, bu da milli çıkarları doğrultusunda Rusya ile karlı sözleşmeler imzalayanların otomatik olarak batının düşmanı haline geldiği anlamına geliyor. Bu durumda Türkiye’de NATO üyesi olmasına rağmen Avrupa’nın düşman listesine eklenebilir.”
Peki bu iddia fazla mı uçuk Bu tür iddialar üzerinden Rusya müttefik mi “devşirmeye” çalışıyor
Açıkçası, pek de öyle görünmüyor. Gerek “Türkiye-Batı-Rusya” ilişkilerinin son iki yüzyıllık tarihi gerekse de “jeopolitik” ve “strateji” bu hususu fazlasıyla teyit ediyor. Daha somut bir ifadeyle 1833’den bu yana yaşanan gelişmeler Türkiye’yi Rusya ile Batı arasında tam bir mücadele alanı haline getirmiş durumda.
1920-1938 aralığı istisna olmak üzere, bu mücadelenin kazananı hep Batı olmuş. 18 yıllık ara dönemin sadece 3 yılının aktif işbirliğine sahne olduğu bu dönemde de İngiltere’nin “Kafkas Seddi Projesi” başarıyla engellenebilmiş. Akabinde ise 1938’e kadar “First Russia” (İlk Rusya)’nın Türkiye tarafından uygulandığı bir denge politikası söz konusu. Sonrası ise malum. Gaza getirilen Stalin’in talepleri ve Türkiye’nin ABD ile “Love Affair”i... O gündür bugündür tek yanlı yürüyen bir ilişki ve bu ilişkide “boşanma sinyallerinin bile” ağır bir şekilde cezalandırıldığı sıkıntılı süreçler.
Burada dikkati çeken en önemli hususlardan birisi ise, Türk-Sovyet dengesinin en başından itibaren sabote edilmek istenmesi ve bu bağlamda ülkede çıkartılan isyanlar. Şeyh Said isyanının “Musul Sorunu” kadar, Türk-Sovyet ilişkilerinde bir dönüm noktası olarak addedilen 17 Aralık 1925 tarihli “Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması” sonrasına denk gelmesi bir tesadüf olmasa gerek.
Soğuk Savaş sonrası dönemde dış politikada başta ABD’yle olmak üzere, Batı ile yaşanan sıkıntılar, derin hayal kırıklıkları üzerine yeni denge arayışlarını gündeme getiren Türkiye’nin başına PKK terör örgütünün musallat edilmesi oldukça manidar. Muavenet zırhlısının “yanlışlıkla” vurulmasına kadar giden süreçte Türkiye’nin Irak sınırında yaşananlar ortada.
Türkiye’yi ayrılıkçı/bölücü terör üzerinden “kulüpte” kalma noktasında “terbiye/ikna etmeye” çalışan Batı’nın ülkemizde gerekirse bir iç savaş çıkartabileceği 6-8 Ekim olayları ile ortaya konuldu. Kobani gerekçesi ile Türkiye’yi istikrarsızlaştırmaya yönelik bu eylemlerin önümüzdeki süreçte tekrar gündeme gelmesi ise halen olası. Özellikle de Putin’in ziyaretinin hemen sonrasında Çeçenistan’da patlatılan bombalar ve Gaziantep noktasında yapılan uyarılarla birlikte bu ihtimal daha da artmış vaziyette.
Bu bağlamda ABD’nin tüm ülkeleri Rusya ile iş bağlantısı yapmamaya çağırmaması ve yapılacak yeni kontratları takip edeceğini duyurması oldukça dikkat çekici. Umuma yapılan bu çağrı, “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” atasözünü ile eşdeğer.
Bunun dışında, Türkiye’nin kendi içerisi başta olmak üzere, bölge Kürtlüğü ile başlattığı yeni süreci sabote edebileceğine yönelik önemli gelişmelerden bir diğerini ise ABD kongresinin Irak’taki Mesut Barzani tarafından kurulan KDP ve Celal Talabani tarafından KYB’nin terör listesinden çıkarılmasını öngören tasarıyı kabul etmesi oluşturuyor. Başta KDP ve KYP olmak üzere bölge Kürtlüğü ile uzun bir süredir “çok boyutlu” bir işbirliği geliştiren ABD’nin bu hamlesi oldukça manidar! Ne de olsa, bayram değil, seyran değil...
Tam da bu noktada DTK Eş Genel Başkanı Hatip Dicle’nin birkaç gün önce yaptığı açıklama büyük bir önem arz ediyor. Dicle süreçte gelinen aşamayı anlatırken, Öcalan’ın 1999 yılında Türkiye’ye teslim edilmesinin altında yatan nedenin Türkiye’de bir iç savaş çıkartmak olduğunu savunuyor ve aynen şu ifadeleri kullanıyor: “Sayın Ecevit de demişti; ’Öcalan’ı bize niye teslim ettiler anlamıyorum’ diye. Anlamadan da vefat etti. Öcalan’ı Türkiye’ye teslim edip, Türkiye’de korkunç bir savaşı başlatmak için bu komployu kurdular. Sayın Öcalan doğru yolu gösterdi ve Türkiye’yi bu savaş ve korkunç kavganın içine düşmekten kurtardı. Aksi takdirde bugün sonuçlarının düşünülemeyecek durumda olduğu, belki de NATO’nun müdahalesini gerektiren bir süreçle karşı karşıya kalınabilirdi. NATO’nun 5’inci maddesinin ’B’ şıkkı var; Eğer ’NATO’ya bağlı bir ülkede iç savaş çıkar ve o ülke bu iç savaşı bastıramazsa NATO müdahale eder’ diye. Bu madde 1952’de konulmuş ve Türkiye’de bunun altına imza atmış...”
Şimdi, bu ifadelerden sonra bir daha Araik Stepanyan’ın iddialarına bir bakalım. Ne diyordu Stepanyan