Nasrettin Hoca gurbette

Abone Ol

Nasrettin Hoca nın fıkralarıyla yaptığı çok önemli bir hizmetten söz etmek istiyorum. Bunu çok az insan bilir ve gülüp geçtiği fıkraların bizim hayatımızı gençlerimizle yabancılara anlatmada bulunmaz birer kaynak olduğundan haberdardır. Kendi kültürel değerlerimizden habersiz olduğumuz için, onların nasıl birer koruyucu ve eğitici hizmetler yaptığını da bilmez, bilenlerimiz de yeterince önemsemeyiz. Edebi eserlerle folklor ve musikinin kültür taşıyıcılığı ve bizi temsil bakımından her türlü faaliyetin önünde olduğunun iyi bilinmesi gerekir.

Yabancı dil öğretiminde nükteli fıkraların önemini herkes biliyor. Bu konuda İngilizler bir hayli ilgi çekici çalışmalar ortaya koymuşlar, gramer gibi sıkıntılı bir konuyu bile fıkralarla anlatmayı bir gelenek haline getirmişlerdir. Kendi hayatlarıyla ilgili birçok deyimi, atasözlerini, aynı türden kelimeleri hep böyle fıkralarla anlatarak sıkıcılıktan kurtararak dillerini dünyaya yaymayı bilmişlerdir.

İlk tiyatro denemelerinden biri

Bilindiği kadarıyla, Nasrettin Hoca nın Mansıbı adlı ilk tiyatro denemelerinden biri, yabancılara Türkçe öğretmek maksadıyla Avrupa da faaliyet yapan bir yabancı diller okulundaki öğrenciler için yazılmıştı. Metin And ın ilk kez yayınlayarak dikkati çektiği bu metin, 1969 yılından beri bilindiği halde, dil eğitiminde bizim Nasrettin Hoca dan faydalanmak gibi teşebbüsümüz maalesef bir-iki istisna dışında hemen hemen hiç olmamıştır. O yüzden de Nasrettin Hoca bütün dünyada, Amerika dan Çin e kadar pek çok ülkede tanınıp sevildiği halde, bizde ondan yeterince faydalanılamamaktadır. Bizim kadar kendi kültür değerlerine bu kadar ilgisiz kalan ülke az bulunur. İranlılardan Çinlilere kadar pek çok Doğu ülkesi Nasrettin Hoca ya sahip çıkarken, bizi biz yapan büyük şahsiyetlerden birine biz yeterince sahip çıkamıyor, onu yeni yetişen nesillere tanıtamıyoruz. Böylece yalnız Nasrettin Hoca yı değil, onunla birlikte kendimizi, kendi kültür mirasımızı ve bizi başka milletlerden ayıran hususları anlatmıyoruz. Sonra da gençlerimizin yabancılaştığını söylüyor, bazılarının da büsbütün yozlaştıklarından yakınıyoruz. Bir bakıma Nasrettin Hoca yı kendi çabamızla gurbete yolluyoruz

Yalnız Nasrettin Hoca değil, Dede Korkut, Köroğlu, Karacaoğlan, Fuzûli, Nedim, Şeyh Galip ve Yahya Kemal de gurbetteler. Mehmet Akif i kaç kişi yeterince tanıyıp okuyor. Mevlâna ve Yunus Emre, Unesco vasıtasıyla bütün dünyaya tanıtıldı. Ahmet Yesevi bütün Türk dünyasının atası olarak anılıyor, anlaşılmaya çalışılıyor. Fakat Nasrettin Hoca gibi, "Bizim Yunus" gibi günlük hayatımıza girmiş olan Türk büyüklerini tanıtabilmek için, epeyce bir zaman unutulmasını bekliyoruz, sonra Karagöz ü ve baklavayı Yunanlılar sahiplendiler diye üzülerek hayıflanıyoruz. Bir mevsim heyecanlı yayınlar, gazete yazıları yayınlanıyor, ardından tekrar aynı vurdumduymazlık postuna bürünerek mevsimlik uykularımıza dalıyoruz.

Bilim adamlarımızın bu konularla ilgili yeterli çalışmalar yaptıkları söylenebilir mi, bilemiyorum, ama devlet yayınlarının sözünü ettiğimiz tarihi kimliğimizi oluşturan kültür mirasımızı şekillendiren şahsiyetlerle ilgili yayınlarının yetersiz olduğu kesindir. Milli Eğitim ve Kültür Bakanlıklarının Türk Büyükleri ve Biyografi dizilerinin 5-10-20 bin baskılı kitaplarla bu konuları yeni nesillere tanıttıklarını düşünmeleri, gerçekten gülünç bile değil. Çünkü bu toplumun genç nüfusunun sayısı 20 milyon civarındadır. Her öğrencinin satın alabileceği ders kitapları bedava dağıtılırken, Türk Klasikleri sayılabilecek eserler ve şahsiyet listeleri sadece ilân edilmekle yetiniliyor. Halbuki bunların yayınını teşvik daha önemlidir.

Bu türden milli nitelikteki şahsiyetlerin tanıtımı, yalnız okul çevresindekilerle sınırlı kalamayacağı da tabiidir. Nasrettin Hoca gibi tanınmış ve benimsenmiş çok az değerimiz var.

Nasrettin Hoca nın dil öğreniminde faydalanılabileceğini düşünen ikinci teşebbüs ilkinden yüzyıl sonradır ve 1988-1990 yılları arasında Türkiye gazetesi tarafından hazırlanmıştır. Nasrettin Hoca Keloğlan a İngilizce Öğretiyor adlı bu üç resimli ve kasetli kitabın yazarı Murat Yeşil ile esprili resimlerin çizeri Yurdagün Göker i tebrik etmek gerekir. Çünkü o güne kadar hiç bir Türk dili uzmanının, Nasrettin Hoca nın Mansıbı ndan bu yana yönelmediği bu büyük kaynağı dil eğitiminde değerlendirmişler, İngilizceyi ve İngiliz hayatının bir kısmını öğretirken kendi kültür mirasımızdan da faydalanmayı bilmişlerdir. Kendi kaynaklarımızı bir yana bırakarak yabancı dil öğretmeye kalkarsanız, çocuklarınızı kaybetmeniz mümkündür. Aslında son yıllarda da yaşadığımız budur; bunu bilip kaynağına inmeden şikâyet anlamsız.

Kültür taşıyıcılarımız

Batılılar, özellikle de İngiliz-Amerikan kültürü, dilini ve hayatını öğretirken o kadar ilgi çekici kültürel unsurlar, hikâyeler, fıkralar, tarihi olaylar, dini ve mitolojik motifler kullanıyor ki, yeterli donanıma ve kültürel hazırlığa sahip olmadan bu yabancı dili öğrenen çocuklarla gençlerin yabancılaşması gayet tabiidir. Hele bizde olduğu gibi, kendi dil ve kültürünüzü öğretirken tarihi şahsiyetlerimizi ve onların günlük hayatımızda yaşayan, yaşaması gereken temel esprilerini ihmal ederseniz, yaptığınız eğitim yeni nesiller için işkence olmaktan öteye bir anlam ifade etmez. Bu anlamda eğitimde kullandığımız kitapların çoğu, dünya çocuklarının ellerinde dolaşanlarla mukayese edilemez niteliktedir. Üstelik pek çok alandaki kültür kavgasını ders kitaplarına kadar indirmişseniz, öğretmenle öğrenci birçok bakımdan değer çatışmasıyla boğuşuyorsa, burada en rahat öğrenilecek şey yabancının kültürüdür. Çünkü siz kendi kültürünüzü kaotik tartışmalarla boğuntuya getirirken, diliniz ve tarihiniz de artık kendi çocuğunuz için bile önemini kaybetmektedir.

Bu kültürel fiyasko, maalesef bizi bir kültür sömürgesi haline getirme tehlikesini bünyesinde taşıyor. Cumhuriyet in 80. yıldönümünde bile "On yılda onbeş milyon genç yarattık her yaştan" diyenlerin anlayışı çoktan iflas ettiği halde, kültürümüze İnönü döneminde yerleşmiş olan düşmanlık hâlâ sürmektedir. Türk musikisi 1975 e kadar resmen öğretilmeyen, yasaklı bir müzikti. Hâlâ da orta öğretimde öğretilemiyor. Herkes sadece din eğitimini tartışıyor; Hıristiyanlıkla öteki dinlerin nasıl öğretildiğini değil de İslâmiyet in nasıl ve neden öğretildiğine takılıyor. Peki liselerdeki müzik derslerinde niçin sadece Batı müziği öğretiliyor Biz Batı nın sömürgesi miyiz diye soran bir müzisyen neden çıkmıyor

Türk aydını ve yöneticisi hâlâ Türk kültür ve tarihiyle barışık değil. O yüzden bütün değerlerimiz gurbette. O yüzden bizi bizden daha iyi yabancılar tanımakta ve izlemekte. Bosnalılar da bu sebeple başlarına fes takılarak televizyonlardan teşhir edilmiştir. Yani biz kendimizden nefret ederken, Sırp asıllı Müslüman olan Boşnaklara bile Türk yahut Osmanlı gözüyle bakılmaktadır. O yüzden de yurtdışında Türk olarak yaşamak ve Türkiye yi hakkıyla temsil etmek çok zor. Ben bu zorluğu yaşadım ve Fatihlerin torunu olarak çok acı çektim.

Pakistan da dilimizi ve kültürümüzü öğretirken, Murat Yeşil in yazdığı Nasrettin Hoca Keloğlan a İngilizce Öğretiyor adlı kitabın üçüncü cildindeki Nasrettin Hoca fıkraları benim için örnek metinler oldu. Orada bazı fıkraların Türkçe ve İngilizce çevirileri karşı karşıya yer alıyordu. Gurbette buluşup başka bir yüzünü de tanıdığım Nasrettin Hoca nın İslamabad da rastladığım Urduca ve Çince kitaplarda bana gülümseyerek baktığını görüyordum. O benim gurbette de yardımcım oldu. O yüzden diyorum ki, siz yalnız Nasrettin Hoca yı değil, başka Türk büyüklerini de asıl gurbette anlar, özler ve yardımlarını görürsünüz. Yahya Kemal i de Yahya Kemal yapan Paris kütüphanelerinde rastlayıp okuduğu Osmanlı şairleri değil mi