İnsan düşünceden ve özünden uzaklaştıkça yapaylıklar ile avunuyor. Daha doğrusu bu yüzyılın temel sorunu siyasanın insan hayatını kuşatması, kuşatılan bu insanların siyasal savuruluşlara kapılması. Temsil noktasında bulunanların ise büyük medeniyetimizi temsil edenler ile uzaktan yakından bir ilgisinin bulunmaması. İdealizmin köreldiği insanın bulunduğu siyasal bir kurum içinde kendine yer açma çabasına düşmesi. Bu en alt birimden üst katmandakilere kadar ciddi bir çekişmeye neden oluyor. Çekişmeler yaşandıkça her bir bireyin kendine yer açmak için sağını ve solunu iteklediği, zorladığı ve öne geçmeye çabaladığı bir gerçek. Bu daha çok güçlü olan siyasal örgütlerde yaşanıyor. İktidar veya iktidara aday olan siyasal kurumlarda beliriyor. Değerleri, ülküsü, ideali, düşünce hedefi olmayan yerlerde çekişmeler entrikalara kadar varabiliyor. Burada sevgi ve bağlılık olmaz. Çünkü yer kapmaya çalışan ile yer ve konumunu koruyan arasında ciddi bir iç savaş başlamıştır zaten.
Siyasal ideolojinin öne çıkmasıyla siyasal kurumun lideri dokunulmaz olarak görülüyor. Söz konusu kişi tam bir mit haline dönüyor. Ve o asla hata yapmaz, bütün eylemleri kutsallık içerir. Böyle olunca da kayıtsız bir bağlılık söz konusu olur. Dokunulmazlık ve eleştirilmezlik bir koruma aracıdır. Kişinin etrafında örülen duvara asla yaklaşılamaz. Yaklaşılmaya çalışılsa bile bir duvara toslanır ve patır patır dökülür kişiler. Onun her söylediği söz, attığı adım ve eylemlerinde mutlaka hikmetler aranır.
Onların saplantılı doğrularına(!) dokunduğunuzda siz en tehlikeli bir kişi konumundasınız. Bu ise büyük bir çıkmaza dönüyor. Aynı safta namaza durduğunuz kişi ile anlamsız ve gereksiz bir husumete bürünüyorsunuz. Buğz denen o illet kalbinize yerleşiyor. Oysa buğz imanın en alt katmanı ve siz yapılması gereken bir hayrı yapamıyorsanız, müdahil edemiyorsanız ve bir çaresizlik ile baş başa iseniz bu yolu denersiniz. Bu, öyle değil. Aynı yöne baktıkları halde bakış açısını beğenmiyor ve muhatabını en ağır sözlerle ta’n ediyor ve hatta en olmadık kişilere benzeterek dinsizlikle ithama varacak yaklaşımlarda bulunabiliyor.
Müslümanlar heybetlerini tevazu, sadelik, sevgi ve samimilik ile göstereceklerine büründükleri keskin kılıçlar ve kuşandıkları zırhlar ile gösteriyorlar. En olmadık kişilerle yarışa giriliyor. Başkasının liderinin bindiği araçtan daha lüks ve daha gösterişli olanını tercih ediyor. İsraftan şundan bundan kaçınmıyor. Hem Müslümanım diyor ve savunuyor, hem de İslâm’ın en önemli öncülerinden olan Hazreti Ömer’in Kudüs’ün fethinde üzerinde bulunduğu yırtık pırtık giysili biri olduğunu hiç aklına getirmiyor. Papaz Bizans kralı gibi görkem ve altın zırhlı birini beklerken onun yerine sıradan bir portreyi karşısında görüyor ve aptallaşıyor adeta. Onun adalet ünü o zaman sınırları çoktan aşmış bulunuyordu. Zaten ona olan güvenden Kudüs’ün anahtarını bizzat Halife Hazreti Ömer’e teslim etmek istiyor. Aşırı ve israf konusunda hiçbir zaman Allah Elçisi Sevgili Peygamberimiz ve arkadaşları ise ölçü alınmıyor. Odasında bir hasır üstünde, vücudunda izleri olan bir peygamber aklına gelmiyor. İhtişam ve saltanatta kim örnek alınıyor bilinemiyor. Ama sorarsanız ondan daha inanmış biri yoktur yeryüzünde.
İsraf ve saltanatın ve kibrin de hikmeti mi olurmuş bunu hiç mi hiç aklına getirmiyor ve düşünmüyor. Bugünün Müslüman’ının içinde bulunduğu açmazlar tam bir karmaşa. Ne yandan bakılırsa bakılsın elle tutulur bir yanı yok. Hak yeme, beytülmale karşı olan tutumlar ise hiç de Müslüman’ca değil. Bir milletin hakkını kendine has görmek ve bunu sonuna kadar kullanmak, kul hakkından kaçınmak gibi bir düşünce aklının ucuna bile gelmiyor.
Zor bir durum ve zor bir zaman. Allah sonumuzu hayreylesin. Bizi kul hakkından, başkalarının hakkından uzak tutsun. Kibirden, gururdan, azametten de beri kılsın.
Not: Bu hafta sonu Aksaray AGD’nin (Anadolu Gençliğin) davetlisiydik. Anadolu Gençlik umut veriyor. Manevi ve ideal gençlik orada yeşeriyor. Arkadaşların çabası takdire şayan.