Haçlılar Kudüs’ü işgal ettiklerinde burayı kiliseye çevirmişlerdir. Adını da “Templum Domini” koymuşlardır. Sahre içine sunak inşa etmişler, sahrenin altındaki mağaraya ikonlar yerleştirmişlerdir. Kubbedeki âlemin yerine büyük bir haç dikmişler, binanın kuzey kısmına Hristiyan vaizler için odalar yapmışlardır. Sahrenin üzerini mermerle kaplayarak sahreyi kendi din kardeşlerinden gizlemişler. Neden mi
Gizlenen Sahre
Sahrenin gizlenmesinin hikâyesi “Selâhaddin Eyyûbî’nin Liderlik Sırları” isimli kitabın 196. sayfasında şöyle açıklanmaktadır: “Frenkler Sahretullah’ın yani sahrenin üstüne mermer döşeyerek onu gizlemişlerdi. Taşın gizlenme sebebi şuydu: Frenkler kendilerine uğur getireceğini inandıkları için Kudüs’teki papazlardan ağırlığınca altın ödeyerek bu kayadan parça parça satın alıyorlardı. Satın aldıkları her parçayı ülkelerine götürüp orada yaptırdıkları kilisenin mihrabına yerleştiriyorlardı. Bu yüzden Sahretullah yok olmak üzereydi. Bunun üzerine Kudüs krallarından biri, Sahretullah’ı korumak maksadıyla üzerini mermerlerle örttürdü.” Ta ki Selâhaddin Eyyûbî’nin Kudüs’ü fethetmesine kadar.
Mescid-i Aksa’nın Altını Oyuyorlar
Sıkı durun şimdi, size Mescid-i Aksâ ile ilgili yıllar önce duyduğum bir olayı anlatacağım. O zamanlar duyduğumda hayretler içinde kalmıştım da… Yıl, 1990. Türkiye Gazetesi’nde çalışan bir muhabire bir yakını sohbet esnasında: “Yahudiler, yıkmak için Mescid-i Aksâ’nın altını oyuyormuş” der. Muhabir şaşırır bu habere ve “Sen bunu nereden duydun ” der. Yakını: “Sultan Baba’dan” diye cevap verir. Muhabir iyice meraklanır ve sorar: “Peki, Sultan Baba Kudüs’e mi gitmiş ” Yakını: “Gitmesine ne gerek var, o bir Allah dostu” diye karşılık verir. Bu konuşmanın haftasında o gazetecinin bir arkadaşı görevli olarak Kudüs’e röportaj yapmaya gidecektir ve yanına da bu muhabiri alması teklif edilir gazete yönetimince. Muhabir teklifi kabul eder ve beraber giderler Kudüs’e… Bu muhabirin adı: Selami Çalışkan. Anılarında şöyle anlatmakta olayı: “Tam bir haftalık seyahate çıktık. Gazze, Ramallah, Hayfa’yı da gezdik ama günlerimizin çoğu Kudüs’te, tabii ki Mescid-i Aksa’da geçti. Mescid-i Aksâ’nın altının “Tarihi eser arıyoruz” bahanesiyle Yahudilerce oyulduğunu gözlerimizle gördük ve fotoğrafını çektik. Bu aynı zamanda Sultan Baba’nın kerametinin de fotoğrafıydı.” 1990 yılından beri altı oyulan Mescid-i Aksâ ve bunu kerametiyle bilen bir büyük zat: Sultan Baba Hacı İhsan Tamgüney Hazretleri… Diyeceksiniz ki niye anlattın bunları Açıklayayım: 1990 yılından beri tüneller açan İsrail, bir taraftan Mescid-i Aksa’nın altını oyarken, diğer taraftan da dünyadaki insanların beynine tüneller açmakta sinsice planlar hazırlar. Beyinlerdeki Mescid-i Aksâ kudsiyetini yıkmak için… Nasıl mı
2012 Eylül ayının sonunda gazetelerde bir haber geçti: “Kudüs’te önceki gece bir grup fanatik Yahudi, zorla Mescid-i Aksâ’ya girdi. İsrail medyası, siyasetinin gündeminde sürekli Mescid-i Aksâ’yı ikiye bölme, herkes Mescid-i Aksâ’ya girebilir şeklinde açıklamalar yapıyorlar.” minvalindeydi bu haber. Bildiğiniz gibi İsrail’in nihai hedefi Mescid-i Aksâ’yı yıkıp Süleyman Mâbedi’ni yeniden inşa etmek. Bu hedefine ulaşmak için ne mümkünse yapıyor. Kudüs Belediyesi de bu hedefe ulaşmak için Mescid-i Aksâ’yı yarısı Müslümanların yarısı Yahudilerin olmak üzere ikiye bölmek amacıyla bir taslak hazırlamış bile. Üstelik Mescid-i Aksâ ve Kubbetü’s-Sahre’nin de içinde bulunduğu alana İsrail, “Bu alan bir cami değil. Bir kutsiyeti yok. Müslümanı da, Yahudi’si de, Hıristiyan’ı da, herkes girebilir. İsteyen Mescid-i Aksâ’nın içine girebilir. İsteyen orada oturur. İsteyen piknik yapar. İstediği her şeyi yapabilir” diye konuşarak Mescid-i Aksâ’yı tamamen kirletmek için çaba sarf ediyor, burayı değersizleştirmeye çalışıyor dünyanın gözünde. Bunu sağlamak için de her yıl giderek artan bir sayıda Yahudi zorla, Mescid-i Aksâ’ya giriyor. Anlayacağınız Yahudileri örgütleyip, bu planında kullanıyor. Bu girişimlere engel olmak için de Mescid-i Aksâ’nın içinde nöbet tutuyor Müslümanlar… İsrail’in sinsice planları dur durak tanımıyor. Tünel açma bitti sıra ikiye bölme ve kirletip değersizleştirme planında. Zaten hahambaşı Mordehay Elyahu da: “Biz bu camiyi yıkmak, onu buradan tamamen silmek ve yerine Süleyman Heykeli’ni inşa etmek istiyoruz.” diyerek bu konudaki düşüncelerini net bir şekilde ortaya koymuştur. Bir diğer kişi de Haham Meir Kahane. O da İsrail parlamentosu üyeliğine seçildiğinde, Süleyman Mabedi tepesinde Yahudilerin ibadetlerine eşlik etmek ve Mescidi Aksa ile Kubbetü’s-Sahre’nin yıkılması için mümkün olan her yola başvurmak için yemin etmiştir. Haham Şalom Harokohin de: “Diasporadaki Yahudilerin bir araya gelmelerinin en önemli sebebi Siyon Mâbedi’nin yeniden inşasıdır” demiştir.
Bir taraftan Kudüs’ü tanıtırken diğer taraftan da burası üzerinde söylenen sözleri ve oynanan oyunları da bir kez daha hatırlatmak istedim siz okurlarıma. Beyinlerdeki Mescid-i Aksâ kutsiyetini yıkmak için Yahudilerin yaptığı bu değersizleştirme ve kirletme çabaları konusuna aynı şekilde rahmetli cennet mekân Necmettin Erbakan Hocamız da muhtelif konferanslarında bu şekilde değinip Müslümanları ikaz etmiştir.
Siyon Mâbedi’nin inşası sadece fanatik Yahudilerin hayali olarak algılanmayın sakın! Sağcısından solcusuna, hahamından, laik olanına varıncaya kadar tüm İsraillinin arzuladığı bir düştür bu. “Kudüs’süz bir İsrail, Siyon Mâbed’siz bir Kudüs olamaz!” sloganı tüm İsrailliler için vazgeçilmez bir slogan haline gelmiştir... Barış güvercini lakaplı ünlü İsrailli entelektüel Yusa Belin bile: “Mekke ve Kâbe, Müslümanlar için ne anlam ifade ediyorsa Kudüs ve Siyon Mâbedi de bütün Yahudiler için onu ifade etmektedir.” diyerek bu işin boyutlarını gözler önüne sermektedir.
Gülsuları İle Yıkanan Harem-İ Şerif
Harem-i Şerif, bundan tam 826 yıl önce gül sularıyla yıkanmıştır. Kudüs’ün fethiyle Selâhaddin, Hz. Ömer’e nasip olan “Kudüs Fâtihi” onur ve şanına erişmişti. Selâhaddin İslâm’ın üçüncü kutsal şehrini özgürlüğüne kavuşturduktan sonra, işgalin izlerini kutsal yerlerden temizlemeye Mescid-i Aksâ ve Kubbetü’s-Sahre’den başladı. Kimi saray, kimi mezbelelik, kimi depo haline getirilmiş camilerin ibadete hazır hale getirilmesini emreder. Bir hafta gibi kısa bir sürede camiler ibadet edilecek hale getirilmiştir. Mescid-i Aksâ ve Kubbetü’s-Sahre yaklaşık yüz yıllık esaretten sonra Selâhaddin’in isteği üzerine Kahire’deki kız kardeşinin gönderdiği elli deve yükü gül suyu ile yıkanmış ve Dımaşk kadısı Muhyiddin b. Zekî tarafından okunan uzunca bir hutbe ile 9 Ekim 1187’de cuma namazı kılınarak ihtişamlı bir şekilde tekrar ibadete açılmıştır.
Muhteşem Minber
Cuma namazı kılındıktan sonra, Mescid-i Aksâ’nın sağlam ve mükemmel bir şekilde tamir edilmesini, nakışlarına özen gösterilmesini ve güzel bir minber yapılmasını emretti. Yanındakilerden biri Nureddin Zengî’nin Halep’te çok güzel ve nefis işlemeli sağlam bir minber yaptırdığını ve bu minberi, “Biz bunu Kudüs’e konulmak üzere yaptırdık” dediğini söylediler. Selâhaddin, yirmi yıl önce yaptırılan ve İslâm âleminde bir benzeri olmayan bu minberi, Halep’ten getirtti... Selahaddin Eyyûbî getirttiği için “Selâhaddin Minberi” olarak tanınan, “Nureddin Minberi” olarak da bilinen Mescid-i Aksâ Camii’nin bu nefis ahşap minberi, 1969’da Avusturyalı fanatik Protestan Michael Dennis Rohan tarafından yakıldı. Pek çok Müslüman bu yangını, İsrail’in 1967 İsrail-Arap savaşından sonra Kudüs’ü işgal etmesi karşısında yaşadıkları acının sembolü olarak algıladı. el-Aksâ Camii’ni yok ederek Mesih’in gelişini hızlandırmak istediğini söyleyen Rohan, kendisine İsrail makamları tarafından deli raporu verilerek yargılamaya bile gerek görülmeden sınır dışı edildi. Onlar provokasyonlarla biz Müslümanları kışkırtmaya uğraşmaya devam ediyorlar ve sanırım edecekler. Unuttukları bir şey var, bir minber yaksalar bin minber yaparız. Yaptık da… Bütün Müslümanlar el ele vererek Selâhaddin’in minberini yeniden yaptırttılar. Sultan Selâhaddin’in birleştirici gücü minberdeydi bu kez. 1993 yılında Ürdün Kralı Hüseyin’in verdiği talimatla minberin yeniden yapılması için çalışmalara başlandı. Minberi tamir etme projesinin başkanlığını Ürdünlü Mahmud Bilbeysi yaptı. Bu amaçla El-Balkâ Üniversitesi bünyesindeki İslâm San’atları Enstitüsü tarafından birçok araştırma yapıldı. Kudüs’te ve Londra’da minberin fotoğraflarının bulunduğu müzelerden belgeler, fotoğraflar elde edilip, bunlar çizimlerde kullanıldı… Minber kündekârî sanatıyla yapıldı. Geometrik şekiller ahşaplar çivi kullanılmadan tutkalla bir birine tutturuldu. Minberin yapımında kullanılmak üzere buhar kazanlarında pişirilen 13 metreküp ceviz ağacı, Bakanlar Kurulu’nun kararı ile Türkiye’den Ürdün’e gönderildi. Minberin bazı bölümlerinde kullanılan abanoz ve fildişi malzemeler Sudan’dan temin edildi. Küçük parçalarının yapımı bazen haftalar sürdü. Bu minberin tamamı 11 bin parçadan oluşmaktadır. 5,40 metre yüksekliğindeki minberin yan duvar uzunluğu ise 3,90 metredir. Bu minberin yapımında Türkiye, Endonezya, Ürdün ve Mısır’dan özel olarak araştırılıp getirilen 30 usta çalıştı. Yapımı ve montaj çalışmalarında iki Türk kündekâri ustası Recep Elitok ve Mehmet Ali Uçar’ın da çalıştığı ahşap minber, dört yılı aşkın bir çabanın ürünü olarak Amman’da yapılmıştır. Ürdün hükümeti yeni minberin yapımı için 1.75 milyon dolar harcadı. Minberin montajı tümüyle tamamlanarak 38 yıl aradan sonra 02.02.2007’de Mescid-i Aksâ Camii’ndeki eski yerine cuma hutbesiyle beraber törenle tekrar yerine konularak hizmete sunuldu. Keşke her konuda bu minberde olduğu gibi Selâhaddin Eyyubi’nin torunları olarak bütün Müslüman ülkeler birleşebilsek…
(Bu yazıda bana yol gösterip yardımlarını esirgemeyen Ekrem Şama Bey’e müteşekkirim.)