Matbaaların web ofset ile tanışmadığı dönemlerde dönemin ünlü bir yazarı bir sonraki günün makalesinin başlığını koymuş. “Ben bu memleketin öksüzüyüm” O gece bu yazıyı dizen mürettip, öksüzüyüm kelimesindeki S harfini unutmuş ve ertesi gün yazı “Ben bu memleketin öküzüyüm” diye çıkmış. Tabi, yazarımız epey bir madara olmuş…
Bir sonraki gün, okuyucularından, “Bu bir mürettip hatasıdır” diye özür dilemiş. Kendisiyle polemik içinde olduğu ünlü başka bir yazar ise bu yazıya istinaden, “Bu olsa olsa bir mürettip sevabıdır” diyerek vatandaşın madara olmasını katmerlemiş.
Üstad Necip Fazıl Kısakürek ile dönemin yazarları arasındaki polemikleri bir edebiyat şaheseri olarak hala okumaktayız. Bugün nerde böyle polemikler?… Üstad Necip Fazıl Kısakürek’le polemik içinde olan yazarlardan birisi, bir gün köşe yazısında ondan bahsederken, “Artık gözümden düştün, sen gözümde bir sıfırsın” diye yazmış… Üstad da ona köşesinden cevap vermiş: “Sıfırın bile matematikte bir değeri var. 1’in yanına koyarsan 10 olur, 10’un yanına koyarsan 100 olur. Senin benim gözümdeki değerin bir sıfır bile değildir. Sen benim gözümde bir çukursun”
Bugün ne polemik kültürümüz var, ne de mizah kültürümüz. Gazeteleri açıyorsunuz, yazarlar arasındaki seviyesiz, ölçüsüz atışmalar, “Tencere dibin kara, seninki benden kara” türündeki restleşmeler ve daha neler neler? Bir ülkenin edebiyatı, bir ülkenin mizahı o ülkenin görünen yüzüdür, aynasıdır. Bir ülkenin önünde yürüyen gazetecilerinin kullandığı üslup, birbirlerine karşı yaptıkları restleşmeler o ülkenin edebi ve edep seviyesini gösteren en önemli göstergedir.
Öte yandan bir ülkenin televizyonlarındaki mizah programları, o ülkenin demokrasisinin, özgürlüğünün, edebiyat kalitesinin zirve noktasını gösterir. Televizyon ekranlarımıza gelen mizah programları tam anlamıyla bir felaket… Sinemalarda üstüne üstlük milyonlarca izleyiciyi sinema salonlarına çeken Recep İvedik saçmalıkları ise tam anlamıyla bir fecaat. Bizim mizah kültürümüz bu denli dip seviyelere nasıl indi? İnsanları güldürmek için yapılan şaklabanlıklar, birbirinden kötü espriler bu denli nasıl yerlere çakıldı. Bizim mizah kültürümüzde her sözüyle insanları düşüncelere sevk eden Nasrettin Hocamız yok mu? Onun asırlardır anlatıldıkça bizleri düşündüren fıkraları yok mu? Bu seviyelere nasıl düştük! Anlayan beri gelsin! Mizah bu kadar mı seviyesiz olur, insanı güldürmek adına yapılan şaklabanlıklar bu kadar mı düşük kalitede olur?….
Mizah ile yarışmayı birleştiren programlar var… İzliyor musunuz bilmiyorum? Nerede o Levent Kırca ve ekibinin bir dönem yaptığı Olacak O kadar Televizyonu ve orada kullanılan üslup. Hani, Olacak O Kadar ekibinin başörtülülerle ilgili bir esprisi vardı. Unutmak mümkün mü?
Mizah bir ülkenin edebiyat zirvesidir. Bizim üretebileceğimiz mizah bu kadar mı? Bizim üretebileceğimiz mizah, komedi Recep İvedik’le mi sınırlı? Bizim üretebileceğimiz mizah, bu kadar mı sığ? Bizim üretebileceğimiz mizah bu kadar mı düzeysiz?
Aslında yaşadığımız bu kısırlık, 1980 sonrasında üretilmeye çalışılan toplumsal bir projenin yansımasıdır. Düşünmeyen, konuşmayan, fikir üretmeyen, analiz etmeyen bir toplumsal yapı oluşturmanın verileridir. Verilen her şeyi alan kabul eden, televizyonlarda yayınlanan tuzu kuru ailelerin tuzu kuru tiplerin iffeti değil şehveti başrole koyan, ahlaksızlığı içselleştiren, nerde akşam orda sabah yaşam tarzını dayatan anlayışı olduğu gibi kabul eden bir insan prototipi oluşturma projesidir bu.
“Koyun gibisin kardeşim, sallayıverince celep sopasını katılıverirsin sürüye” diyen şairin dizesindeki gibi….
Her şeyi bitirilmiş bir toplum…. Okumayan, konuşmayan, sadece izleyen ve izledikleriyle hayatı yorumlamaya çalışan bir toplum.
Bu toplumdan kime hayır gelir….
İbret alabilene…. Anlayabilene!