AKP dörtlülerinden, günümüzün CHP milletvekili A.Latif Şener’in geçtiğimiz ay medyada yer alan bir röportajındaki açıklamalarına takıldığımı gizlemiyorum.
“Onu AKP genel başkanı yaptım, başbakan yaptım” demesi başlık yapılmıştı haberlere. Arkasına eklenen ise bir tahsilat cümlesiydi.
“Bunun için bana minnet duyması gerekir.”
Minnet duysun demek, kendini borçlu saysın, müdanası olsun demekti.
“Rızkımı veren Huda’dır, kula minnet eylemem” diyen Nesimi idi, tamam ama, sayın Şener’in, Erdoğan’a verdim dediği başkanlıkmış, başbakanlıkmış, rızkı değil..
Gizleyemediğim takılmışlığım buralarda bir yerde mi idi? Evet dersem, tam doğru olmaz. Daha önemsediğim bir şeyler de vardı mutlaka. Erdoğan’ın başbakan olmasından yahut yapılmasından daha fazla önemsediğim bir şeyler..
Rızk denince hatırıma hemen Neyzen Tevfik rahmetli de gelir nedense. CHP’nin ünlü isimlerinden Cevdet Kerim, bir yerlerde onunla karşılaşınca, belki ilgilenmemiş olmamak için, belki de Neyzen Tevfik, Neyzen Tevfik’dir amma, ben de ona maddi katkı sağlayan, maddeten destek olan biriyim havasını tasdik ettirmek için olmalı, “Bana uğra” demişmiş.
Neyzen Tevfik bir uğramış, iki uğramış CHP il başkanlığına. Tık yok. Beyefendi hep meşgul, hep toplantıda. Biz söyleyelim, biz hatırlatalım, siz sonra gelin.
Aldığı cevap hep bu kelimelerden müteşekkil olunca, kalem kağıt ister Neyzen’imiz. Hemen yazar notunu ve verir sekreter kızın eline, edebiyatcılar kayda almakta gecikmesinler diye.
“Rızk için Allah kerim,
Fısk için Cevdet Kerim.”
AKP dörtlüsünden ikisinin medyaya yansıyan atışmaları, bizi de nerelere taşıdı gördünüz. Lakin ben hala o takılıp kalmamın peşindeyim.
“Referans olamaz. Adam yerine koymam. Kıymeti harbiyesi yok.” Gibi sıfatlarla Erdoğan’ca tanımlanan sayın Şener’in minnet isteme gerekçesine lojistik destek sağladığı şu cümleleri mesela, bana neyi çağrıştırdı da takılmış saydım kendimi.
“O daha milletvekili olmadan önce ben 11 yıllık milletvekili idim. Bakanlık, Başbakan Yardımcılığı yaptım.”
Galiba “Evreka, evreka” diye bağıracağım yer burası idi.
“Milletvekili idim, bakandım, başbakan yardımcısı idim.”
Sayın Şener’in mantığından gidelim, ve ona bazı sorular pazarlayalım. Sen onu başkan yaptı isen, başbakan yaptı isen, seni de milletvekili yapan, bakan yapan biri yok mu idi?
Sen, seni milletvekili, bakan, başbakan yardımcısı yapana minnet etmiş mi idin?
Erdoğan, senin o hallerini bilmez mi? Adam yerine konulmaman, kıymeti harbiyesi yok diye tescilinin yapılması, bizzat ve şahsen sizde minnet duygusunun olmamasından kaynaklanamaz mı?
11 yıl milletvekili olmuşsunuz. Bakan olmuşsunuz, başbakan yardımcısı olmuşsunuz. Daha ne olacaktınız da, olmak istiyordunuz da, Erdoğan’ı birşeyler yapmak peşine düştünüz? Bir öncesi de şöyledir bu sorunun: Sana başkan olanın, başbakan olanın neyi fazla geliyordu da yenisini aramaya adadın kendini.
Siz hiç değilse berber dükkanlarında aynaya bakmıyor musunuz sayın Şener?
Bir başka zamanda, benimle iki ay konuşmadı siteminde, şikayetinde bulunmuştunuz. Böyle bir muameleyi hak etmediğinize size inandıran acaba ne idi? Mesela sizin de sonraları başkalarında aramak ihtiyacı hissettiğiniz ve insanlarda olan minnet duygusunu hatırlamanız olmasın?
24 Haziran’da partisinin oylarını aşan Muharrem İnce’nin, röportajcılarına verdiği bir cevabı geçtiğimiz pazar günü Hürriyet’in ilavesinde okumasaydım, (Faruk Özüdoğru’nun ikazı da var ayrıca) bilmem bu kadar önemser mi idim sayın Şener’in sap ve samandan ve geçmiş zamandan savunma diye konuştuklarını. (01.07.2018 Hürriyet Pazar Ayşe arman Sayfaları)
“Ben karşısına çıkıp rakip olmayacağım! Beni Cumhuraşkanı adayı yapmış bir genel başkanın karşısına çıkıp böyle bir vefasızlık yapmam!”
Şu duruşa bakar mısınız?
Yeri geldiği için adını bir daha anacağımız Neyzen Tevfik’in mumyalar arasında bulmaya çalıştığı insan kokusu, bu cevapta değilse, nerdedir?
Bir makama aday yapılmış olmak birine bu cümleleri söyletiyorsa, 11 yıl makamlarda oturtulmuş biri ne söylemeliydi? Hem de minnet dilenciliğine mendil sermeden önce.
Adını bilmem lakin şimdi cevabını yazacağım Alman insanı da güzel bir örnek olur konumuza.
Almanya’da krallık yıkılmış, Cumhuriyet kurulmuştur. Sorun, kim Cumhurbşakanı olacak kılıfına büründürüldüğünde, ittifak edilen adayın kapısı çalınır. Alınan cevap olumsuzluk ihtivalı olmasına rağmen, insanlara doğru yönü göstermektedir.
“Bana nasıl teklif edersiniz bunu. Ben o kralın meclisinde onun hakimiyetinde olduğuma yemin etmiş biriyim.”
Sayın Muharrem İnce’den kültür hazmı ve doygunluğuna misal sayacağımız o cevabı duyduktan sonra, rahmetli Erbakan Hoca’mızın sayın Şener ve şeriklerinden çok kereler ellerini kaldırtarak ve gözlerinin içine bakarak, sabit durma sözü almasının bir muhasebesi sayılacak bu yazımıza, Mete Gündoğan’ın bir değerlendirmesini “Narkoz” adlı kitabından ulamak gayri şart olmuştur.
“Erbakan olaya şöyle bakıyordu: Bunlara yanaşacaklar, kandırmaya çalışacaklar. Bizim bir davamız var. Biz bu davada hem onlarla mücadele edeceğiz, hem de mesafe alacağız.”
İnceldikleri yerden kopsunlar demiş atalarımız; kalınlaştıkları yerde kalsınlar dememişler.
SAHİP ÇIKTIĞI MEDENİYETTEN BELLİ OLUR KİŞİ
Fuad Sezgin Hoca rahmetli oldu.
Ardından yazılanlardan ulaşabildiklerime baktım. Ortak noktaları aynı kaynaktan, (Google olmalı) bilgilenmiş olmalarıydı.
1924’de Bitlis’te doğdu. 1960 ihtilalinde üniversiteden atıldı. (147’liklerdendi) Almanya’ya gitti, çok eserler verdi, verdi, verdi…
Tüm o yazılanlarda ne arıyordum?
Anısı olanları… Şurada yahut şu kurumda gördüm, dinledim, şu dediklerini duydum gibi…
Bulamadım! Yani onu yazmışlardı ama ondan habersizdiler. Üstelik vurguladıkları tek konu merhum hoca bir anlatımında öyle demiş olsa dahi, 1960 darbesinde üniversiteden çıkarılmasını ‘atılmak’ olarak yazmalarıydı.
O atılmanın ne manaya geldiğini Mahmut Toptaş hocamız gazetemizin 02 Temmuz 2018 tarihli nüshasında yazmış. Üstelik konunun derinliğine iyice vakıf olsun diye insanlar, yaşadıklarından ve Hz. Aişe validemizden örnekler vermiş.
Peki ne olmuş, Fuad Sezgin hoca üniversiteden dışlanınca?
O yıllarda onun yanında olan, ilmi mücadelesine destek olan kimse yok mu idi ki, 1960’dan sonra yayımlanan hiçbir kitapta, hiçbir dergide güçlüklere nasıl göğüs gerdiklerinin yazıldığı hatıraları okumadık.
Birkaç yıl önce “Damla dergisi”ne bizzat kendisi anlatmış, biz de öyle öğrendik Yusuf Kaplan’ın alıntısından.
“(Dışlandığımı bildiren) Gazeteyi çantama koydum. Süleymaniye Kütüphanesine gittim ve hemen orada tanıdık üç dostuma mektup yazdım. İki Amerikalı ve bir de Frankfurt Üniversitesi eski rektörüne: Bana bir yer bulun!”
Birkaç yıl öncesine kadar haydi bu anlatılanlar bilinmiyordu. Öğrenildiğinde ise 1960 ihtilalcileri yoktu idari ve kültürel makamlarda. Şanlı ANAP iktidarlarından sonraki birkaç yıl öncesinin, birkaç yıl öncesinde iktidarı devralmış şanlı AKP hükümetleri vardı ülkemde.
Neden görevlendirilen yahut kendini görevli sayan, mesela yüksek irtifalarda dolaşan kalemşorlardan, köşe kâtiplerinden biri müsaade isteyip de sormadı: Yardım istemek için içeriden hiç kimse gelmedi mi aklınıza? Ya da onlar yok muydular?
Bu acıdan haberi olmayanlar, içlerini AKP’lerinin son zaferi tıka basa doldurduğundan, duygu yoksunluğuna ermiş kalemcilerdi ki biz onlardan elbette ummayız, geçmişe ait sorguların yapılmasını. Sebebi biraz sonra…
Haddimi bildiğimden Fuad Sezgin hocayı Celal Şengör’e anlattırdım, diyen Fatih Altaylı’nın 01 Temmuz 2018 tarihli yazısındaki bir cümlenin tekrar tekrar okunmasını istiyoruz şimdi.
“Eserlerimin en önemli amaçlarından biri de Müslümanları Batı karşısında duydukları aşağılık kompleksinden kurtarabilmek.”
AKP iktidarının doğuşuna itiraz eden, katılmayan, karşı duran bu muazzam muhalefet cümlesini “derdi” diyerek bize duyuruyor Celal Şengör. Kendi bizzat duymuş.
Gerçi bu tespitini bir yerlerde de yazmış olmalı ki Fuad Sezgin Hoca, “İslam medeniyetinin büyüklüğünü, kendi insanımıza anlatmak, Batılılara anlatmaktan çok daha zor” demekten kendini alamamıştı, diyerek alıntılamış Yusuf Kaplan da…
“Endülüs Müslümanları Ekvator’un uzunluğunu 30-40 metre hata ile ölçmüşler. Madam Curie, Endülüs’ten kalan 3-5 kitapla uranyumu keşfettik. Eğer onların kitapları yakılmamış olsaydı şimdi galaksilerde gezer olurduk, der”
Okuduğu Fuad Sezgin Hoca’nın kitaplarından bu bilgileri bizimle paylaşan, gazetemizin okuyucularından ve sayfamızın takipçilerinden Lütfü Eroğlu’dur, Merhum Hoca’nın ardından ağıta duranlar değil.
İslam medeniyeti büyüktür, Batı medeniyetinden.
Değiştirilemeyecek ve değiştirilmesi düşünülemeyecek bu tarihi kuralı, kaideyi, gerçeği neden inandırıcı bulmakta tereddüt ediyor içimizden bazıları?
Bu soru samimi olarak ve hesaplaşmanın gereği olarak sorulduğunda, cevabın açık ve net, AKP iktidarından ve onun 1 numara yaptığından dolayı şeklinde kayıtlara geçmesinden mi endişeleniliyor yahut AKP’nin eline kalem verdikleri bu korkuları mı yaşıyor?
Araştırma sitelerine “Abdullah Gül” yazarsanız karşınıza çıkacak ülkemizin nüfusuna eşit sonuçların çoğu şu cümleyle başlar: Abdullah Gül, İslam medeniyeti mağlup olmuştur, dedi.
Sanırım, AKP zabıt kâtiplerinin korkularını böylece ifşa etmiş olduk. Sebep dediğimiz işte…
Vefatı dolayısıyla bize, hesaba durmamızın mecburiyet olduğunu ikaz eden, uyaran, vasiyet eden hocamıza karşı biz de bir nebze vazifemizi yapmış olmak için soruyoruz:
“Sayın Abdullah Gül, merhum Hoca’mıza karşı olduğu için mi 1 numara oldu ve onu oraya taşıyanlar neden hiç rahatsızlık duymadılar? Aynı kanaatte olduklarından mı?”
Mücadelemize bu hesaplaşmalar da dâhil edilsin!
DİLİ KİRLİ
İktidarcıların “Akıl kutusu”larından A.Dilipak 2 Temmuz tarihli ve “Ah reis ah!” isimli yazısında FETÖ ile mücadelenin deneme-yanılma-düzeltmeye çalışma metoduyla sürdüğünü izahından sonra diyorki: “Bazen FETÖ’cüler gitti, FETÖ’nün şucu, bucu görünümlü şu veya bu cemaatteki kripto elemanlarını sahaya sürdüler. Milli Görüşçü oldular, Adıyamancı oldular, nereye gideceklerse, orada en muteber kim ise onların etiketini kullandılar.”
“Milli Görüşçü oldular, Adıyamancı oldular..”
Ülkemizde yetişen “özel” kişilerden A.Dilipak neden böyle yazıyor?
Milli Görüşçülerin ardından bir şehir cemaatini anarak, bazı zihinlerde işleme durması, görünürde olacaktan ziyade, olmasını istediğinin şifresini yaymış oluyor?
Ne demek istedik?
Alamadıkları oylar dolayısıyla “cemaat”lere hücuma hazırlananlara yol gösteriliyor. TRT radyolarında yol gösteren bir Ahmet Gazi Ayhan vardı, hani..
Anılan şehir cemaatini biz bilmeyiz, fakat FETÖ’cüler için “Milli Görüşçü oldular” demesi, bir iftiradır.
Yıllarca birlikte olduklarından her istediklerini alanların bünyelerine, tabiatlarına, kafa konforlarına hiçbir zaman uyması dahi düşünelemeyecek Milli Görüşü takıyyelerine hiç kimse bu ülkede alet edemez!
Başarı düzeyi artık her ortamda tartışılan FETÖ’cülükle mücadeleye, Milli Görüşçüler üzerinden puan kazandırmaya çalışması A.Dilipak’ın boşunadır. Bu kadar hatırlatmış olalım!
KİM KİMDİR?
Çalıştırdığı takımlara kupalar kazandıran bir İspanyolun, ancak yarım sezon tutunabildiği futbol kulübünde, birkaç yıldır teknik çalıştırıcı olmayı başarması, farklı hoca algısını yerleştirirken taraftarlar dünyasına, takdir edilmesinin de tescili işleniyordu maçların sicil defterlerine.
Ben birini okudum. Bir çarşı esnafı yazmıştı. “Kupa maçından sonra hak ettiği “Dikiş tutturan hoca” sıfatını artık kimselere vermez!”