MİLLİ GÖRÜŞ TARİHİ - 9 / 12 Mart meğer sola karşıymış Avrupa’daki Milli Görüşcüler

Abone Ol

Kendilerine muhtıra verilmesine rağmen, Aydın Yalçın gibi bazı Adalet Partisi milletvekilleri muhtıranın yanında yer almıştı. Başbakan Süleyman Demirel’in hükümetin istifasını Cumhurbaşkanı’na sunmasıyla ordu, basın, yargı çevreleri, Cumhuriyet gazetesi sahibi Nadir Nadi’nin tabiriyle çocuklar gibi sevinmişlerdi. Türkiye’nin, ara rejim dönemine girmesi onları mutlu ediyordu. Artık Atatürk devrimleri uygulanacak, 27 Mayıs ruhu geri gelecekti. Bu yeni dönemde sivil hükümetlerin bile olmasını istemeyenler vardı. Onlara göre ülkeyi devrimi gerçekleştiren Türk Silahlı Kuvvetleri yönetmeliydi.

CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, Demirel’in istifası hakkında “Bütün dikkatim demokratik rejimin normal işlemesi üzerinedir. Bunu temenni ediyorum. Demokratik bir istifa var, demokratik mekanizma normal işliyor” şeklinde 12 Mart muhtırasını destekleyen bir açıklama yaptı. Fakat, bir gün sonra 15 Mart’ta yaptığı konuşmada 12 Mart Muhtırası karşısında tam tersi bir vaziyet alarak “Parlamento böyle bir baskı altında kaldıktan sonra artık görevini yapacak halde değildir. İcranın emri altında bulunan kumandanların taktir edeceği veya tenkit edeceği ölçüye göre hükümetler kalacak veya kalmayacak, böyle bir düzen demokratik düzen değildir” dedi. İsmet İnönü derhal geçici bir hükümetin kurulmasını ve seçime gidilmesini istiyordu.

Darbeyi destekleyen siviller, yazarlar şaşkına döndü ve öfkeli yazılar yazmaya başladılar. Uğur Mumcu ve İlhami Soysal muhtırayı desteklerken bir yandan İsmet İnönü’yü eleştirdiler, Uğur Mumcu parlamento dışı muhalefete ağırlık veren Doğan Avcıoğlu’nun Devrim Dergisi’nde 16 Mart’ta çıkan yazısında “Erkekseniz karşı çıkın!” başlığını attı.

İnönü’ye en öfkeli Çetin Altan’dı.

"CHP Genel Başkanı ille de seçimlere gidelim, diyor. Bu kez de seçim kampanyası adı altında orduya sövdürecek, ortalığı büsbütün karıştırıp kendisine karşı çıkılmasının intikamını alacak.

Ordu temsilcileri herhalde bütün bu oyunların hesabını yapmakta ve politikacıların kendilerine hazırladıkları tuzakları görmektedirler. Yeni bir dönemin yeni bir dinamizmle sağlam temeller üstüne oturması için önce Parlamentonun kendi kendisini feshetmesi şarttır. Ondan sonra yapılacak iş Parlamento dışı muhalefeti, emekçileri, memurları ve ordusu ise devrimci bir program etrafında örgütleyip, bu örgütten gelecek aynı programa inanmış kişilerle Orgeneral Batur'un da önerdiği gibi devrimci bir Meclis kurmaktır." (Çetin Altan- 17 Mart 1971- Akşam)

Muhtırayı veren Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, orgeneral rütbesindekiler hariç 9 Mart 1971 darbe teşebbüsüne adı karışan başta Tümgeneral Celil Gürkan olmak üzere tüm subayları resen emekliye sevk etti.

16 Mart 1971'de Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan, 23 Mart'ta Hüseyin İnan yakalanmıştı. Bunun üzerine silahlı sol örgüt militanları, arkadaşlarının serbest bırakılması için bir dizi adam kaçırma eylemlerine giriştiler.

 

12 Mart ve dindarlar

Bu arada Milli Nizam Partililer ve diğer dini gruplar muhtıraya karşı tavır içindeydiler. Ülkenin her tarafında tahkikat ve takibat furyası başlamıştı. Özellikle Eskişehir, Kütahya, Kırşehir, Tokat, Amasya, Balıkesir, Bursa,, İzmir, Uşak gibi illerde takibatlar zulme dönüştü. Pek çok cemaat ve tarikat mensubu mahkemelere verildi, tutuklandı. 

Tam bu günlerde Yeni Asya cemaatinin uzun zamandır hasta olan lideri Zübeyir Gündüzalp 2 Nisan 1971 tarihinde vefat etti. Onun vefatı cemaat için büyük kayıptı. Ağabeyleri toparlayan, cemaate istikamet veren Gündüzalp’in ölümü herkesi üzmüş, hüzünlendirmişti. “Zübeyir olmazsa araya nifak girer, cemaat dağılır, dava yürümez” denirdi.

Cenazesine ülkenin her yerinden insanlar gelip katıldı. Tahiri Mutlu, Mustafa Sungur, Bayram Yüksel, Hulusi Yahyagil, Mehmet Feyzi, Ahmet Feyzi, Bekir Berk, Mehmet Fırıncı, Mehmet Birinci, Abdülvahid, Rüştü, Aytimur, Said Özdemir, Kırkıncı Hoca, Fethullah Gülen gibi isimler cenazeye katıldı. Osman Demirci’nin kıldırdığı cenaze namazından sonra, Zübeyir’in naaşı Eyüp Sultan camiinden kabristana, ebedi âleme yolcu edildi.

Hizmet noktasında farklılıklar olmasına rağmen Zübeyir Gündüzalp sayılır, sevilirdi. Şimdi ne olacağını düşünüyordu herkes. Yapılan istişarelerden sonra cemaatin yönetiminde Üç Mehmet’ler söz sahibi olacaktı. Üç Mehmet’ten Mehmet Kutlular hem gazetenin, hem Yeni Asya Cemaatinin lideriydi artık. Birinci ve Fırıncı ise onun yardımcılarıydı.

Bu arada Mehmet Şevket Eygi’nin gazeteleri kapatılmıştı. Darbe gününde yurt dışında olan Mehmet Şevket Eygi, ülkeye dönmedi. Şule Yüksel Şenler’in Huzur Sokağı tefrikası yarım kalmıştı.

Erbakan’ın etrafında toplanmış Milli Nizamcılar, her şeye rağmen umutsuz değildi, bugünlerin geçeceğini düşünüyorlardı. Endişeleri olsa da, kervanın durmayacağını, yürüyüşün devam edeceği inancındaydılar. Halkın istikameti geçmişte doğuya dönüktü. Ülkeyi yönetenler ise batıya çevirmeye çalışmıştı. Birtakım zorlama hareketlerle insanların din ile aralarındaki mânevî bağları koparılmak isteniyordu. Aydınlar ilk rastladığı parlak fikre saplanmış ve yenileşmeyi ilericilik, dinî duyguları gericilik diye tanımlamışlardı. Zamanla dinî duygular pasifize edilmiş, bu modernize hareketlerle din insanların yaşantısından çıkartılmıştı.

Artık yeni nesil batının düşüncelerini okuyor, batının istediği tarzda yetişiyordu. Aşağılık duygusu tüm millete aktarılmış ve batıya hayranlık alabildiğine yayılmıştı. Yedi yaşındaki çocuk namaz ve oruç nedir bilmeden ilkokula başlıyor, orada İslâm’dan önce batının düşüncelerini, tarihî bilgisini öğreniyordu. O çocuklar batı eğitimini alırken dini hiç düşünemiyordu bile. Zamanla annesinden babasından namaz nedir görmeyen nesiller oluştu. Ekonomi gibi konularla ilgilenenler batının ekonomisine bağlı kaldı. Batıya ayarlı bu insan tipleri, her sahada batının bir fikri iflas ediyorsa, batının bir başka fikrini alternatif olarak kabul ediyordu. Fakat bütün bunlar ortaya mânevî boşluk gibi bir sorun çıkarmıştı.  

 

Avrupa’daki Milli Görüşcüler

Ruh boşluğu geniş kitlelerde yaygınlaşıyor, özellikle gençler bunalıma sürükleniyordu. Yeni gençlik okuyordu ve eski nesile oranla daha iyi araştırıyordu. Kapitalizme yamananlar oldu. Fakat ülkemizde yıllardır kapitalist düzen hâkimdi ve gençler bunalımlarını marksist reçetelerde aradılar. Kapitalizmin doğal sonucu olan haksızlıklar, işsizlik, sınıf farklılığı, adaletsizlik, eşitsizlik gibi sorunların karşısında batının bir diğer sistemi marksizme reçete olarak, kurtuluş diye sarıldılar. Bir kısım insanlar, özellikle gençler, genelde iki kutup arasında kaldılar ve birbirlerini hep düşman olarak gördüler.

Çünkü batı sistemleri insanların sevgilerini, dostluklarını, ruhsal yapılarını, mâneviyatlarını silip götürmüştü. İslâm senelerin tahrifi sonucu onların gündeminden çıkartılmış, önemsizleştirilmiş, sadece uhrevî ya da hurafe duygular olarak algılattırılmıştı. Yıllar boyu bütün haksızlıklar, kabahatler, az gelişmişlik komplekslerinin tek yanlı duygusuyla İslâma yüklenmiş, nesiller “Vurun Kahbeye!..” gibi romanlarla, İslâma, hacı hoca gibi tiplere düşman olarak yetiştirilmişti.

Ülkeyi Kabe’den batıya çevirmeye çalışmak sanıldığı gibi çare olmamıştı. Büyük bunalımlara yol açmıştı bugün yaşandığı ve bu bunalımlar yüzünden âdeta bir savaş olduğu gibi. Sonuçta bu büyük devlet maddî ve mânevî yönden felç olmuştu. Çareyi kaybetmişti bu ülke. Ama aranan çare kaybedildiği yerde aranmadı, batının her yeni akımına sık sıkıya sarılındı. Bir önceki denenen reçeteler unutuluyor, yeni birisine geçiliyor, o da çözüm vermeyince önceki unutulan tekrar hatırlanıyor ve denenen bir daha deneniyordu.

Tecrübeler tecrübe edile edile, denenmişler denene denene ülke günden güne maddî ve mânevî bataklığa sarılarak oyalanmaya devam ediyordu. Hastalık biliniyordu yavaş yavaş. Hastalığa tedavi olarak gençlerin bir kısmına marksizm gösterildi. Sol büyük bir propagandayla moda haline geldi. Büyük gürültüler kopartıldı sol adına. Gençler bu sol akımda anarşizme dönüştürdüler bunalımlarını. Düzeni yıkmaya yöneldiler. Cinayetler, soygunlar ideolojik amaçlar adına yapılıyordu. Hem sağ hem sol kendi görüşlerinin hükümran olması için yakıp, yıkıyorlar, cinayet işliyorlar ve kendilerini haklı görüyorlardı. Sağ ve solun kapışması âdeta kan dâvâsına dönüştü böylece.

Ama şimdi gözle görülür bir uyanış vardı. Gerçeği arayanlar, düşünen beyinler sağcılıktan ya da solculuktan sıyrılıp İslâma dönüş yapıyorlardı. Bu dönüşler halkın yüreğine gizlenmiş inançlarını açığa çıkartıyordu. Kapitalizmin ve sosyalizmin iflâsından sonra dünya çapında bir arayışın neticesinde bilhassa üçüncü dünya ülkelerinin yeniden keşfettiği ve batılıların ilgisini çeken bir diriliş hareketiydi İslâm. İslâm ülkeleri, uzak-yakın ve ortadoğu ülkeleri, Afrika gibi bölgeler kendi çelişkileriyle mücadele ederek islâmî dirilişle canlanmaya başlıyorlardı.

Türkiye’de uzun süren bir kış uykusundan sonra birtakım gözler açılmış ve Erbakan sayesinde öz tanınmaya başlanmıştı. Halkası gittikçe genişleyen, ekonomik çözüm olduğu gibi, insanın mânevî yapısını dengeleyen islâmın dünya görüşü; artık, arayışların son durağı oluyordu. Her tür bir geçmişten, arayışlardan sonra Milli Nizam’da buluşmuş insanlar şartlar ne olursa olsun artık davasından vaz geçmeyeceklerdi. Özellikle Almanya’da ve Avrupa’da Milli Görüşcülerin sayısı hızla çoğalıyor ve onların şuurlu gayreti Türkiye’deki Müslümanlara büyük moral veriyordu.

 

35 yıllık CHP’li ‘tarafsız’ tarafsız Başbakan: Nihat Erim

Ordunun 12 Mart'ta verdiği muhtıranın ardından parlamento feshedilmedi, partiler kapatılmadı, anayasa askıya alınmadı. Ama şartlar çok değişmişti. Askerler bir teknokrat hükûmeti istiyorlardı. Eğer böyle bir tarafsız başbakan Meclis içinden çıkar da güvenoyu alırsa sorun kalmazdı. Bunun için tarafsız bir milletvekili aranmaya başlandı.

Otuz beş yıllık CHP’li Nihat Erim CHP'den istifa etti. 26 Mart 1971'de "partiler üstü reform hükûmeti"ni kurdu. Erim, başbakan olduktan sonra CHP genel başkanı İsmet İnönü, Erim hükûmetine destek vereceğini açıkladı. Kurulan hükûmetin 27 üyesinin 15'i parlamento dışındandı. CHP ve AP’den milletvekilleri de bakan yapılmıştı.

Ancak, 16 Mart 1971'de Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan, 23 Mart'ta Hüseyin İnan yakalanınca silahlı sol örgüt militanları, arkadaşlarının serbest bırakılması için bir dizi adam kaçırma eylemlerine giriştiler. Anarşi bir anda şiddetini artırmaya başladı.

Tırmanan anarşi ve teröre karşı Başbakan Nihat Erim, 22 Nisan 1971 günü TRT'de çok sert bir konuşma yaptı. "Alınacak tedbirler balyoz gibi kafalarına hemen inecektir." Ülkedeki sol örgütlere karşı Balyoz harekâtı başlatıldı. Bir anda sola yönelik başlayan tutuklama, işkence, yargılama ve cezalandırmalar, o zamana kadar destekleyen sol kesimi şaşkınlığa uğrattı. Gericilere yapılmasını beklediklerinin solculara yapılmasının şaşkınlığıydı. 12 Mart muhtırası sanki sağ gösterip sola çakmıştı.

Harekât kapsamında İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere 6 ilde sıkıyönetim ilan edildi. TİP ve DİSK vakit kaybedilmeksizin kapatıldı ve binlerce solcu gözaltına alınarak işkence ve sorgudan geçirildi. Kitaplar yasaklanıp topluca yakıldı, grev ve lokavt yasaklandı, basına geniş çaplı sansür uygulandı, Akşam ve Cumhuriyet gazeteleri kapatıldı.

17 Mayıs 1971 günü Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi militanları Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı ve Hüseyin Cevahir, İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom'u kaçırdılar. Arkadaşlarının salıverilmesi için "24 saat süre verdiler." Talepleri karşılanmayınca 22 Mayıs 1971 günü başkonsolosu şakağından üç kurşunla vurarak öldürdüler.

Militanların yakalanması için aynı gün "Fırtına I Tatbikatı" uygulamaya kondu. 23 Mayıs 1971 gece yarısından başlanarak İstanbul il sınırları içinde 15 saat sokağa çıkma yasağı kondu. Yasağın başladığı an tüm otobüs, tren ve gemi seferleri iptal edildi. Yeşilköy trafiğe kapatıldı. İstanbul; 30 bin subay, er ve polis tarafından karış karış arandı. Binlerce asker ve polis evlere giriyor, gördükleri her kitabı alıyor, kitapların sahiplerini sorguya çekiyordu. Muhbir vatandaşlar da tatbikata destek veriyordu. Apartman yöneticileri ve kapıcılar da görev almıştı. Halka dışarı çıktıkları takdirde ateş edileceği söylendi. Meraklılar, olan biteni pencerelerden sarkarak izledi. Aramalara gün ağardıktan sonra helikopterlerle devam edildi. Yasak sona erdiğinde yüzlerce kişi yakalanmış, sakıncalı kitaplar imha edilmişti.

Fakir Baykurt'tan Yaşar Kemal'e, Mümtaz Soysal'dan Uğur Mumcu'ya, Samim Kocagöz'den Muammer Aksoy'a, Tarık Zafer Tunaya'ya kadar birçok yazar ve akademisyen gözaltına alındı. Muhtıraya meşruiyet fetvası veren Prof. Bahri Savcı da aralarındaydı.

Sivil toplum kuruluşları... Meslek odaları... Muhtırayı alkışlama ve destek mesajı yayınlama yarışına girenler şaşkındı

Hükûmetin yeni şiddet önlemleri alınacağını ilan eden açıklamalarından sonra, sadece bir gün içinde gözaltına alınan ve aranmakta olup da "isimleri ilan edilerek" teslim olmaya davet edilen kişilerin sayısı 547'ye ulaşmıştı.

Sol artık 12 Mart’a karşıydı. Onlara göre, darbeyi yapanlar “Türkiye’yi solcu gençlere mi emanet edeceğiz, elbette vatanını milletini seven, milliyetçi, mukaddesatçı İmam Hatip mezunlarına” diyen subaylardı.

Bu arada, 20 Mayıs 1971 tarihinde Siyasal Partiler Kanunu’nun 101, 92, 94 ve 96. maddelerine dayanarak “laik devlet niteliğinin ve Atatürk devrimciliğinin korunmasına aykırı” faaliyette bulunması sebebiyle MNP’nin kapatılması kararı alındı. Fakat parti yöneticileri hakkında bir kamu davası açılmadı.

ifatihceylan@hotmail.com

Gelecek yazı:

Milli Görüş Tarihi-10
Ecevit İnönü’yü deviriyor
Erbakan’ın yeni partisi: MSP