Konya, Konya olalı böyle bir kalabalığı bir arada görmemişti. 6 Eylül günü 200 bini aşan kalabalık Kudüs'ü Kurtarma Günü Yürüyüşü ve Mitingi'ne katılmıştı. İstasyon meydanından, İtfaiye meydanına kadar insan denizi vardı. On binlerce insan afiş, döviz ve pankart taşıyarak, yahudi İsrail ve onların uşaklarını lanetliyordu. Kudüs'ü temsil eden Mescid-i Aksa maketleri römork sırtlarında, kalabalığın ortasında gençler tarafından taşınıyordu.
Sivas'tan daha kalabalıktı bu miting. Eroin iftirasından sonra MSP'liler daha da kenetlenmişlerdi. Bugün Konya da, İsrail politikası güden Hayrettin Erkmen'in düşürülmesinin zaferini kutluyorlardı. Mahşeri bir kalabalık vardı. Konya ana baba gününe dönmüştü.
Türkiye'nin dört bir yanından gelen kafileler, şehir dışında araçlarından iniyorlar, kendilerine verilen programa göre şehir merkezine doğru gruplar halinde ilerliyorlardı. Gruplar birleşiyor, birleşen dereler nehire dönüşerek ana caddelerde seller oluşturuyordu. Konya'nın geniş caddeleri, bu insanlara dar geliyordu. Her kafile öğle namazını ayrı camilerde kıldıktan sonra, İstasyon caddesinde bölükler peş peşe dizilmişti. Bölüklerin kimliğini gösteren flamalar, bayraklar, afişler rüzgârda dalgalanıyordu. Herkes kol kola girmişti.
Bu mitingde 60 islâm ülkesinden temsilciler vardı. Erbakan, islâm ülkelerinden gelen bu temsilcilerle kol kola kenetlenmiş, Hadis-i Şerif'te ifadesini bulan “Bünyanün Marsus” teşekkül etmişti. Müslümanlar kurşunlanmış binalar gibi birbirine kenetlenmedikçe, insanlar için kurtuluş mümkün olmazdı. Koca inananlar ordusu komutanıyla, neferiyle:
“Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz
Bu yol ki hak yoludur durmak bilmeyiz yürürüz!..” diye haykırıyordu. Bu kalabalıkta gençler çoğunluktaydı. Anarşiye karışmayan, hak bildiği yolda ilerleyen, bu dava için canını vermeye hazır gençler. Peygamber Efendimizin, bana gençler yardım etti dediği türden gençler. Benim yüreğim genç diyen 90'lık ihtiyar gençler de vardı. En önde yürüyorlar, sağ ellerini havaya kaldırıp “Mücahid Erbakan!..” diye bağırıyorlardı. Sakat haliyle bu görkemli kutlamaya katılan insanlar göze çarpıyordu. Göğsünde MSP bayrağı taşıyorlar, kafilenin en önünde tekerlekli sandalyeleriyle yürüyorlardı. Müthiş kalabalıkta sürükleniyorlardı.
Birbirini görenler, yeni tanışanlar sarmaş dolaştı. Bazıları ağlıyordu. Manzara görülmeye değerdi, insanların göğsü kabarıyordu. Bu kutlu gün için binlerce insan ihtiyar, genç demeden İstasyon meydanına koşmuş, saflarda yer almıştı. Pencerelerden dışarıya fırlayan, balkonlara doluşan binlerce kadın erkek bu müthiş manzara karşısında heyecanlarını tutamıyorlardı.
Kalabalık slogan atarak İtfaiye meydanına geldiğinde, MSP genel başkanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan, kurmayları ile birlikte, Konyalı Niyazi Usta'nın büyük göz nuru dökerek hazırladığı kürsüye çıktılar. Bir kale burcu, bir cami ve Kudüs'ün bazı özelliklerini bünyesinde barındıran büyük kürsü, bütün teferruatı ile en ince şekilde emek sarf edilerek işlenmişti. Erbakan ve kurmayları kürsüye çıkınca, yabancı misafirler de kürsünün altlarında yerlerini aldılar. Kürsünün arkasındaki iki adet on iki katlı apartman arasına, on iki kat boyu yüksekliğinde kırmızı renkte dev bir anahtar maket dikilmişti.
Mescid-i Aksa maketleri, parkartlar, Metin Yüksel'in portresi kalabalığın arasında göze batıyor, dikkat çekiyordu. Verilen bir komut üzerine, mahşeri kalabalık İstiklâl marşını haykırmaya başladı. Koca meydan çınlıyordu bu marşla. Fotoğraf çeken gazeteciler ve kameramanlar dışında yaprak bile kımıldamıyordu.
İstiklâl marşı bitince mehter takımı marşlarına başlamıştı. Bütün gruplar, birlikler, flama, afiş, pankart ve bayraklarıyla kürsünün önünden geçip, Erbakan'ı selâmlıyorlardı. Az sonra kalabalık yürüyüşü durdurmuş ve bir araya toplanmıştı. Ucu bucağı görünmüyordu kalabalığın. Hep bir ağızdan atılan sloganlar yeri göğü inletiyordu.
“Mücahid Erbakan!.. Mücahid Erbakan!..”
“Erbakan komutan, akıncı asker!..”
“Mücahid hey!.. Mücahid hey!..”
“Ne sağ, ne sol!..İslâm tek yol!..”
“Biz biz biz, Fatih'lerin nesliyiz!..”
“Diriliş nesli geliyor!.. Diriliş nesli geliyor!..”
Kalabalık kollarını kaldırarak yeri göğü inletiyordu bu sözlerle. Susacak gibi değildi hiçbiri. Bir müddet kalabalık bu sözlerle dalgalandı. Erbakan ellerini kaldırınca, kalabalık sustu. O suskunlukta MSP bayrakları esen rüzgârla dalgalanıyordu. Erbakan susan kalabalığı selâmladı:
“Esselâmun Aleykum!..”
Yüzbinler bir ağızdan aldı selâmı.
“Ve Aleykûmüsselâm!.. Ve Aleykûmüsselâm!..”
Erbakan konuşmasına devam etti:
“Dış güçler İsrail projesini yürütmek için bizdeki Batı Kulüp zihniyetinden yararlanmaktadırlar. Onları kendi emellerine âlet etmektedirler. Bunun için elli milyon memleket evladının bugün tek bir kalp ve tek bir vücud halinde yaptığı mücadele, artık bu batı kulüp zihniyetinden kurtulma mücadelesidir.”
Hocayı dinleyen kalabalık yeniden coştu.
“Erbakan komutan, akıncı asker!.. Erbakan komutan, akıncı asker!..”
Erbakan, Türkiye'nin kurtuluşunun Batı Kulüp’te değil, Milli Görüş’te, Sultan Fatih'in inancında olduğunu söyleyerek konuşmasını sürdürdü.
“İsrail'in Kudüs'ü başşehir ilan etmesi, Anadolu'yu kendisine vilayet etmesinin bir adımıdır. Emperyalizmin İsrail projesi içerisinde Kudüs'ün başşehir olması bulunduğu gibi Fırat-Dicle ve Nil bölgelerinin de, yani Anadolu'nun İsrail'e vilayet yapılması hedef alınmıştır. Bunun için İsrail, Kuzey Lübnan'da bir ikinci İsrail'i kurmaya çalışmaktadır. Bir yandan sıcak harplerle hudutlarımıza yaklaşırken, diğer yandan da içimizdeki anarşiyi körükleyerek ve tesiri altındaki IMF ve benzeri kuruluşların ağır şartları ile içimizden ezmek ve öğütmek hedeflerini gözetiyor.”
Erbakan konuşuyor, konuşuyordu. İki yüz bini aşkın kalabalığın heyecanı doruğundaydı. Mitinge katılanlar “Ben hayatımda böyle kalabalık görmedim,” diyordu. Artık bu iş bitmişti. Hele ilk defa böyle bir mitinge katılanlar, “Biz yıllardır uyuyormuşuz meğer!..” diye hayıflanmaktan kendilerini alamıyorlardı.
TRT’nin büyük iftirası
O gün akşam vakti televizyon haberlerinde Konya mitingini dinlemek isteyenler büyük bir şoka uğrayacaktı. Bazıları, “Bakalım ne kadar bahsedecek, Erbakan üç bin kişiye hitap etti filan diyecek mi?” diye gülüşürken, hiç ummadıkları bir iftira ile karşı karşıya kaldılar.
Televizyon mitingi gösteren bir fotoğraf yayınlıyordu. Erbakan ve kollarına girdiği yabancı misafirlerle, MSP'li yöneticiler vardı ekranda. Arkada da siyah bez üzerine Arapça yazılar bulunan bir pankart, onun arkasında ise kalabalık görünüyordu. Ve spiker bu görüntüler eşliğinde İstiklâl Marşı okunurken 300 kişilik bir grubun yere oturduğunu ve slogan attığını söylüyordu. Ama oturanların resmi veya görüntüsü yoktu.
Bu sözleri duyunca apışıp kaldılar. Gözleriyle gördükleri bir olay, nasıl tersine çevrilip, takdim ediliyordu. Bu kadar da olmazdı doğrusu. Kamuoyu nasıl da aldatılıyordu.
“Yahu biz görmesek inanacağız,” diyorlardı mitinge katılanlar. “Bunlar da hiç utanmak arlanmak yok.”
“Marş söylenirken yapraklar bile kımıldamıyordu, ne oturulması!..” diye ellerini dizlerine vuranlar vardı öfkeyle. Bu kadar aşağılık hareket olamazdı. Yine yapmışlardı yapacaklarını.
Ama aslında herkes bekliyordu böyle bir şeyi. İsrail bayrağını yakmanın bedeliydi bu. İftiralara, çamurlara yöneliyorlardı. Ama yanlış yapıyorlardı. Bir şeyin üzerine böyle gidildikçe ters tepki uyandırır, daha da kenetlenmeye yol açardı. Onların genel tavrı MSP’yi ve lideri Erbakan'ı görmemezlikten gelmekti. Demek ki çok ürkmüşlerdi ki, böyle yollara tevessül ediyorlardı.
Ahmet Kabaklı’nın yazısı
İlginç bir olay yaşanıyordu o günlerde. Günaydın gazetesi, Erbakan eroin kaçakçısı diye yayın yapan Hürriyet gazetesinin karşısına çıkıp, bunun bir iftira olduğunu yazmıştı. Halit Kahraman'la konuşmuştu Günaydın. “Ben Erbakan ve Adak bana eroin verdi demedim” demiş, sadece Erbakan'a düşman olduğunu söylemiş. Bu olayda adı geçen bir başkası Halit Kahraman için, 'Halit Erbakan'ı öldürüp cesedini Ecevit'in kapısının önüne atmalı derdi,' diyormuş” Ahmet Kabaklı bile Tercüman gazetesinde eroin davası iddialarının gayri ciddî, adî bir iftira ve cambazlık olduğunu yazmış, bu durum MSP'lileri yıpratmak yerine kenetlendiren, ters tepen bir oyundur demişti. Oysa Tercüman gazetesi, sanki gerçekmiş gibi büyük puntolarla vermişti eroin haberini. Buna rağmen Ahmet Kabaklı o şekilde yazabilmişti. Ne yaparlarsa yapsınlar, boşuna çalışıyorlardı. Nehiri tersine çeviremezlerdi bundan sonra. Su mecrasına girmişti. Zaten halk da medyanın bu iftiralarını önemsemiyordu.
Birkaç gün sonra Konya mitinginde İstiklal Marşı okunurken oturdular iftirası hakkında MSP'li yöneticiler birbiri ardına demeç verdiler. Süleyman Arif Emre, “İsrail'in menfaatine dokununca MSP'ye hücum başladı. Aziz milletimiz artık maskeleri düşen Batı Kulüp mensuplarına aldanmamaktadır,” diyordu.
Oğuzhan Asiltürk: “İddialarını ispat edemeyenler müfteridir, şerefsiz ve alçaktırlar. Konya mitinginin bantları TRT'de mevcuttur. Şayet böyle bir hadise cereyan etseydi görüntü olarak verebilirdi. Zira öyle bir olay yoktur. Bu muhteşem toplantıda İstiklâl Marşı hep beraber söylenmiştir. Hiçbir memleket evlâdının İstiklâl Marşı söylenirken ne oturduğuna, ne de slogan attığına kimse şahit olmamıştır,” diye demeç vermişti.
Şener Battal ise verdiği beyanatta, “İstiklâl Marşı ve şairi bizimdir,” diyordu.
İsrail radyosu Konya mitinginin tertipleyicilerinin ve katılanlarının cezalandırılmasını istiyordu.
Bu arada Avrupa İslâm Konseyi'nin dâveti üzerine Erbakan Londra'ya gitmişti. Yanında Temel Karamollaoğlu da vardı. Erbakan, “Bu hafta içinde Türkiye'de önemli olaylar olabilir,” demişti. 11 Eylül'de ülkeye dönecekti.
12 Eylül sabahı ise Türkiye, yeni bir darbeyle uyandı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren ve kuvvet komutanları ülkenin yönetimine el koymuşlardı. Ülke, 1960, 1971 darbelerinden sonra yeni bir darbe sürecine girdi. Erbakan ve diğer parti liderlerinin hapse atılacağı, siyasi partilerin yasaklanacağı yeni bir dönem başlıyordu.
Başlangıçta herkes karamsardı, her şey bitti deniliyordu ama Milli Görüşçüler hariç.
Yazı dizisine kısa bir mola
Milli Görüş tarihinin MNP ve MSP dönemini anlatmaya çalıştığımız bu dizi, okurlardan hayli ilgi gördü. Posta kutuma tebrik, teşekkür ifade eden mailler yığıldı. Çok detaylı, hiç bilinmeyen ayrıntılar, bugün bazıları unutulan ama okundukça hatırlanan bazı hatıralar, bunların yanı sıra sadece Milli Görüş hareketinin değil, o yıllardaki cemaatlerin ve tarikatların da yansıtılması okurların ilgisini çektiğini bana gelen maillerden görüyorum.
“O günleri yeniden hatırladık, geçmişi yeniden yaşadık” diyenler, “O kadar detaylı bilgileri nasıl edindiniz” diye hayret edenler olduğu gibi hemen herkesin sorduğu bir ortak soru vardı:
“Bu yazı dizisi kitap olacak mı?”
“Kitap varsa nasıl temin edebiliriz, kitap yoksa mutlaka kitaplaştırın, gelecek nesillere aktarmamız, okutmamız lâzım.”
Zaten yazı dizisini hazırlama nedenim, o dönemin ihlaslı, samimi, gayretli çalışmalarını, o zamanın ruhunu günümüze taşıyabilmek, özellikle yeni nesile aktarabilmekti. Âdeta o günlerde o faaliyetlerin içinde olmuşlar gibi, dönemin heyecanını, şevkini yansıtabilirsem, günümüz okurları o iştiyaka sahip olabilirler düşüncesindeyim. İçinde yaşadığım için biliyorum, gerçekten o günler bambaşkaydı. Geçmişteki güzellikleri, o muazzam coşkuyu, verilen mücadeleyi hissetmezsek, geleceğimizi şekillendiremeyiz.
O günleri elbette anlatan büyükler vardır ama söz uçar, yazı kalır. Kaldı ki, o dönemin fedakâr insanlarının çoğu artık ahirete intikal etti, dolayısıyla anlatan çok kişi de kalmadı. O nedenle yazıya dökerek, kalıcı hale getirmek gerekiyordu.
Milli Görüş haricinde o dönemde ağırlıklı olan Nurcular, Süleymancılar gibi cemaatlerin tavırlarına yer vermem çoğu insanın dikkatini çekti tahmin ediyorum. Bunları anlatmazsak, dönemi tam yansıtamazdık. Onlar neden karşılardı, hatta niye o kadar sert muhalif oldular meselesi, Milli Görüş mensuplarının birebir muhatap olduğu olaylardı. O olayları, kimseyi incitmeden, yargılamadan yaşanan gerçekler olarak yansıtmaya çalıştım. Çünkü onların büyük kısmı şimdi dost artık. Ancak özellikle Nurcular bile, kendilerinin bilmediği çoğu hadiseleri ayrıntılı bir şekilde görünce şaşırdılar, bazı mevzulara hayret ettiler. Hatta kimi olayları kendi yayın organlarında, internet sitelerinde defalarca iktibas ederek yer verdiler.
Aslında 12 Eylül’den sonra yaşanan kimi hadiseler, çok daha büyük ilgi uyandıracak boyutta. Nurcuların ikiye bölünmesi, bir tarafın darbeyi desteklemesi, Süleymancıların lideri Kemal Kaçar’ın darbeciler tarafından hangi metotla destek vermeye mecbur edilmesi gibi hadiseler, maalesef yaşanan tarihi gerçekler.
Diziye şimdilik ara veriyorum, kısa bir moladan sonra 12 Eylül sonrası süreç ve Refah Partisi ile ilgili bölümle devam edeceğim Allah izin verirse. Refah Parti dönemi, belediyelerin kazanılmasıyla, hükümet kurulmasıyla, 28 Şubat süreciyle hayli hareketli bir dizi yazısı olacak. Sonra inşallah dizi, kitap haline gelecek, sizden hâlâ ilgi görmeye devam ederse.
Teşvikleriniz, güzel temennileriniz için teşekkür ederim. Bazı dostların yaptığı gibi, katkıda bulunan kardeşlere de minnettarım. 12 Eylül ve Refah Partisi dönemine ait katkıda bulunmak isteyenler olursa, bana büyük yardımları olacağı için sevinirim. Mail adresime yazabilirsiniz.
Sevgi ve dua ile.
ifatihceylan@hotmail.com
Yakında: Mili Görüş Tarihi: Refah Partisi dönemi