MİLLİ GÖRÜŞ TARİHİ-10 / Ecevit İnönü’yü deviriyor Erbakan’ın yeni partisi: MSP

Abone Ol

MNP’nin kapatılması ile ilgili Başsavcılık iddianamesinde kapatma gerekçesi olarak öne sürülen delillerden biri MNP’nin işaretinin tekbir olduğuydu. “Hak geldi, batıl zail oldu” âyeti de kapatma gerekçelerinden biriydi.  MNP Genel Başkanı Erbakan’ın “İslâm ve İlim”, “Doğuda, Batıda İslâm’da Kadın” adlı kitaplarının bulunması, parti mensuplarının halk arasında “selâmünaleyküm” diyerek selâmlaşması, dini içerikleri bulunan Milli Nizam Marşının olması, MNP’nin diğer partileri “batıl” olarak tasvir etmesi, Erbakan’ın, “Ben bu akşam Müslümanları küçük görenleri küçük göreceğim” demesi ve “Hak Yol İslâm Yazacağız” marşı kapatma gerekçeleri arasındaydı.

12 Mart döneminin Anayasa Mahkemesi, meşruluğunu dini kavram ve değerlerden aldığını iddia ettiği MNP’yi laikliğe aykırı bularak kapattı. Aslında anarşinin artması nedeniyle solculara yönelik balyoz operasyonu yapılması, tanınmış solcu yazarların yakalanıp hapse atılması, işkence iddiaları basın tarafından eleştiriliyor, Atatürk ve laiklik düşmanı şeriatçılara, gericilere dokunulmadığı, tersine onların kollandığına dair yayınlar yapılıyordu. MNP’nin kapanma sebebi biraz da bu gibi eleştirileri susturmak içindi.

Partinin kapatılması, mensupları tarafından bir şeref madalyası olarak görüldü. “Hak geldi batıl oldu”, “Hak Yol İslâm Yazacağız”, “Selâmünaleyküm” diye selâmlaşmak gibi kapatma gerekçesi olmak, özellikle Anadolu’daki insanlar tarafından “Elhamdülillah” diye karşılanıyor, insanlar inadına selâmlaşıyor, inadına daha çok “Hak Yol İslâm Yazacağız” marşını söylüyordu.

Abdurrahman Karakoç’un meşhur şiirine, Milli Nizamcılar şu dörtlüğü eklemişler, en çok bunu söylüyorlardı.

“Memurların masasına

Masonların locasına

Türk'ün anayasasına,

Hak yol İslâm yazacağız.”

Partinin kapatılması, partinin “İslâm’ın partisi, Erbakan’ın Müslümanların gerçek lideri” olduğu şeklinde yorumlanıyordu. Bu dönemde özellikle Almanya’daki Milli Görüşçü gurbetçilerin sık sık gelip, herkese Erbakan’ı anlatması, Erbakan’ın konuşmalarının olduğu teyp kasetlerini dinletmesi büyük bir moral kaynağı oldu. Avrupa’daki Erbakancılar muazzam bir teşkilatlanma içindeydiler ve Türkiye’dekilerden daha çok heyecanlıydılar. Her şehire, her kasabaya, ve neredeyse her köye gelen çoğu Mercedesli gurbetçiler, geldikleri yerlerde yakınlarına komşularına Erbakan’ı anlatıyorlardı. Pek çok yerde Avrupa’dan lüks arabalarıyla gelip Erbakan propagandası yapanlar, hayretle karşılanıyorlardı. Parası pulu arabası olan bu insanlar Avrupa gibi yerde nasıl Erbakancı, dindar olmuşlardı. Hem Erbakan’ın partisi kapatılmıştı, kendisi Almanya’daydı, üzülüp pısacaklarına sanki parti kapatılmamış gibi, sanki seçime hazırlanır gibi nasıl böyle faaliyet içinde olabiliyorlardı. CHP ve AP’liler bu hareketliliğe şaşırıyorlardı.

Oysa o gelenler, Erbakan’dan parti kapatılmamış gibi çalışılması, henüz adı konmasa da parti teşkilatları gibi teşkilatlanılması, herkesin vazifesini sürdürmesi talimatını getiriyordu. Uygun zamanda yeni bir parti kurulacağı müjdesini de veriyorlardı.

Milli Görüşçülerin bu faaliyetleri devam ederken, ülkenin en sıcak gündemi artan anarşiydi. Deniz Gezmiş’in hapiste olması, dışardaki devrimci kitleyi sürekli eylemlere yönlendirmişti. 12 Mart muhtırasına ve Nihat Erim hükümetine alkış tutan yazarlar ve solcular, şimdi darbeye karşı demokrasi savaşı verdiklerini söylüyorlardı.

THKO militanları, cezaevindeki Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının serbest bırakılmasını sağlamak için Malatya Kürecik'te bulunan ABD Radar Üssü'nü basmak üzere yola koyuldular. Üstekileri rehin alacak, karşılığında Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın Cezayir, Suriye gibi herhangi bir ülkeye gönderilmelerini isteyeceklerdi.

31 Mayıs 1971'de Gölbaşı'nın İnekli Köyü yakınlarına geldiler. Bir süre sonra köylülerin ihbarıyla etrafları sarıldı. Çatışma iki saate yakın sürdü. Sinan Cemgil, Alpaslan Özdoğan ve Kadir Manga, askerler tarafından öldürüldüler. Mustafa Yalçıner ağır yaralandı, Hacı Tonak silahsız olduğu için çatışamadan ele geçirildi, Metin Güngörmüş ile Ahmet Erdoğan kaçmayı başardılar.

 

İsmet İnönü-Bülent Ecevit kavgası

12 Mart 1971 muhtırasından sonra CHP'nin tutumu konusunda parti içinde önemli görüş ayrılıkları belirmişti. CHP genel başkanı İsmet İnönü ilk başta 12 Mart muhtırasına karşıydı, ama sonradan komutanlar CHP’li Nihat Erim’i başbakan olarak isteyince bu sefer destekleme kararı almıştı. Fakat partinin genel sekreteri Bülent Ecevit 12 Mart hükümetine bakanlık vermeye ve desteğe karşı çıktı. İlk başta sol bir darbe olduğunu düşünerek 12 Mart’a destek veren ama sonra sola yönelik tutuklamalar başlayınca 12 Mart’a karşı çıkan Ecevit, İnönü destek verince 21 Mart 1971 günü genel sekreterlik görevinden ayrıldı. Genel sekreterlikten ayrılırken gazetecilere, “Yunanistan’daki askeri darbeye benzeyen bu müdahale, aslında hükümete karşı yapılmış değildir. İktidara gelmek üzere bulunan ortanın soluna karşı yapılmıştır.” diyordu.

CHP içerisinde İnönü-Ecevit mücadelesi başlamıştı. İnönü ilk defa ciddi bir rakiple karşı karşıyaydı. 12 Mart’a artık karşı olan sol çevreler, CHP içindeki bu kavgada Ecevit’i destekliyordu. Yazarlar sık sık Ecevit’ten bahseden yazılar yazmaya başlamıştı.

 

Deniz Gezmiş’in idamı, TİP’in kapatılması, Mahir Çayan’ın öldürülmesi

Deniz Gezmiş’in mahkemesi, 16 Temmuz 1971 günü Altındağ Veteriner Okulu binasında Tuğgeneral Ali Elverdi başkanlığında, Baki Tuğ savcılığında Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1 No.'lu Mahkemesinde başlayıp 9 Ekim 1971 günü bitti. Deniz Gezmiş ve arkadaşları, 16 Temmuz 1971'de başlayan "THKO-1 Davası"nda TCK'nin 146. maddesini ihlal ettikleri gerekçesiyle 9 Ekim 1971'de 146/1 maddesi uyarınca idam cezasına çarptırıldı.

21 Temmuz 1971 günü ise TİP kapatıldı. Deniz Gezmiş’e idam kararı ve TİP’in kapatılması eylemleri durdurmadı.

Mahir Çayan ve arkadaşları, 26 Mart 1972 günü Ünye radar üssünde çalışan biri Kanadalı, ikisi İngiliz üç teknisyeni kaçırıp Tokat'ın Niksar ilçesi Kızıldere köyünde muhtar Emrullah Arslan'ın evinde saklandılar. Tutuklu bulundukları İstanbul Kartal Askerî cezaevinden tünel kazarak kaçan Çayan ve arkadaşları, idam cezasına çarptırılan Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan için verilen kararın infaz edilmemesini isteyen bir bildiriyi kaçırdıkları İngilizlerin şifreli kasasına bıraktılar. Bu bildirinin radyoda yayımlanmasını, yayımlanmazsa teknisyenlerinin öldürüleceğini de bildiriye eklediler.

Bunun üzerine Fatsa-Ünye-Niksar ilçelerinde aramalar başladı. Niksar-Ünye kara yolunda yapılan bir arama, Çayan ve arkadaşlarının izini bulmaya yetti. Yakalananlardan Hasan Yılmaz, "Bana 100 lira verdiler. Rehberlik yaptım. Yol gösterdim. Hepsi de Kızıldere köyündeler." dedi. Saklandıkları evin sahibi muhtar Emrullah Arslan’ı bulup konuşturdular. İçişleri Bakanı Ferit Kubat, Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Başkanı General Vehbi Parlar, Samsun Jandarma Bölge Komutanı Albay Celal Durukan 29 Mart günü Kızıldere köyüne gittiler. "Teslim olun!" çağrılarına karşı Çayan ve arkadaşları, "İngilizler elimizde. Teslim olmayacağız! Çarpışacağız. İngilizler burada ölecek!" dediler. Daha sonra askerlerin açtığı ilk ateşle vurulan Mahir Çayan hemen orada öldü. Elleri arkadan bağlı rehin teknisyenler de Çayan'ın arkadaşları tarafından kurşuna dizilerek öldürüldüler.

Deniz Gezmiş ve arkadaşları için verilen kararı Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne getirildi. 24 Nisan 1972 Pazartesi günü yapılan Meclis oturumunda CHP lideri İsmet İnönü, "Mahkûm edilenlerin idam edilmemeleri için parti olarak var güçleriyle çalıştıklarını, siyasi suçlardan dolayı idam olmamasını, yeni bir kanun çıkarılmasını" önerdi ve şöyle devam etti:

"Suçluların cezaları müebbet hapse çevrilmelidir. Nihayet bunlar genç, tecrübesiz, taşkın insanlardır. Taşkınlıklarının hiçbir netice veremeyeceği kendilerine ve emsallerine öğretilmiştir."

Konuşmalardan sonra yapılan oylamada Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam kararı, 48 "ret" oyuna karşılık 273 "kabul" oyu ile Meclis tarafından onaylandı. İsmet İnönü ve Bülent Ecevit "ret", Süleyman Demirel ve Alparslan Türkeş ise "kabul" oyu kullandılar. Oylama sırasında AP’liler “3’e 3!” diye bağırıyordu. Yani 27 Mayıs darbesinin idam ettiği Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polat’a karşı, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ın idamını istiyorlardı. Zaten bu idamları isteyen 12 Mart muhtırasını veren askerlerdi. 142 milletvekili sahibi CHP’den sadece 48 hayır çıkmıştı. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay da idamları onayladı. İsmet İnönü, CHP adına Anayasa Mahkemesi'ne itiraz etti. Muhalefet şerhleriyle birlikte karar usul yönünden iptal edildi. İptal kararı üzerine yeniden toplanan meclis oy çokluğuyla idam kararlarını yeniden onayladı.

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan, 6 Mayıs 1972 tarihinde gece 01.00-03.00 arası, Ulucanlar Cezaevi'nde asılarak idam edildi. Deniz Gezmiş, idamından sonra sol kesim tarafından bayraklaştırıldı, "solun devrim mücadelesi"nin çok önemli bir sembolü kabul edildi. Türkiye’nin Che Guavera’sı olarak anılmaya başlandı. Hakkında sayısız şiirler, kitaplar yazıldı.

 

Ecevit İnönü’yü deviriyor

Aynı günlerde CHP’de İnönü-Ecevit mücadelesi oldukça çekişmeli geçiyordu. Deniz Gezmiş’in idam edildiği 6 Mayıs 1972’de CHP Olağanüstü Kurultayı toplandı. Kemal Satır’cılarla Bülent Ecevit’çilerin yarıştığı bu kurultayda İnönü, “Ya ben, ya Bülent!” resti çekmesine rağmen Ecevitçi genel merkeze güvenoyu çıkınca İsmet İnönü CHP genel başkanlığından istifa etti.

Böylece 37 yıl partinin başında olan, 87 yaşındaki Milli Şef İsmet İnönü dönemi bitmiş oldu. 14 Mayıs 1972’de CHP’nin yeni genel başkanı artık Bülent Ecevit’ti. İkinci Adam, Milli Şef İsmet İnönü’nün devrilmesi dindar çevrelerde, cemaat ve tarikatlarda büyük sevince yol açtı.

 

Erbakan’ın yeni partisi: Milli Selâmet Partisi

1971 muhtırasında partisi kapatılan MNP mensupları, ilk başlarda bütün emeklerin boşa gittiği kaygısı duysalar da, kısa zamanda toparlanarak sanki parti kapatılmamış gibi faaliyete geçmişlerdi. Partinin kapatılmasını, hak yolunda olduklarının tescili olduğunu düşünüyorlardı. Halkın ilgisini coşkusunu görmüşlerdi ve bu heyecan hâlâ devam ediyordu. Sohbetler, toplantılar, görüşmeler parti varmış gibi aksamadan sürüyordu.

Muhtıradan sonra Erbakan yurt dışına gitmişti. Buna rağmen Erbakan’ın yeni parti kuracağından hiç şüpheleri yoktu. Gerek ilk başta gittiği Almanya’da, sonra geçtiği İsviçre’de Erbakan, Avrupa’daki Türkleri örgütlüyor, onlarla birlikte Avrupa’da bir heyecan fırtınası estiriyordu. Avrupa’dan Türkiye’ye gelip gidenler Erbakan’ın elçisi gibiydiler ve Türkiye’deki harekete büyük hız veriyorlardı.

Herkes yeni kurulacak partiyi dört gözle, sabırsızlıkla bekliyordu. 11 Ekim 1972’de bu özlemlerine kavuştular. Kapatılan MNP’nin kadroları, o tarihte Millî Selâmet Partisi (MSP) adıyla bir parti kurdular. Partinin genel başkanlığına Süleyman Arif Emre getirildi. Parti bir anda 42 ilde teşkilatlanıverdi. Yeni bir coşku ülke çapında hissediliyordu.

MSP’nin genel başkanı Süleyman Arif Emre, ilk ve ortaokul öğrenimini Malatya’nın Akçadağ ilçesinde, lise öğrenimini ise Ankara Gazi lisesinde tamamlamış, daha sonra Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuştu. Kendisi 1940’lı yıllarda Ankara Defterdarlığında, Diyanet İşleri Başkanlığında ve İçişleri Bakanlığında memur olarak çalıştı. 1950’den itibaren ise Ankara’da ve Adıyaman’da avukatlık mesleğini icra etti.

27 Mayıs 1960 askerî müdahalesinden önceki yıllarda avukat olarak çalışan Süleyman Arif Emre, 1955 yılında kurulan Hürriyet Partisine (HP) üye olana dek siyasette aktif olarak yer almadı. Ancak yakın arkadaşı Osman Yüksel Serdengeçti’nin devam eden davalarında, Milliyetçiler Derneği ile ilgili davalarda, Millet Partisinin (MP) kapatılması için açılan davalarda ve Hüseyin Üzmez aleyhine açılan davalarda avukatlık yapması, milliyetçi ve muhafazakâr bir siyasi mücadelenin içinde yer almaya yöneltti.

Türk siyasetinin ahlâk ve fazilete dayalı bir yapıya kavuşabilmesini kendine amaç edinen Süleyman Arif Emre, hukuki alanda başladığı mücadelesine, Hürriyet Partisi’nin kurulmasıyla birlikte artık siyasete girmiş oldu. Ardından Yeni Türkiye Partisi (YTP)’nde siyasete devam etti.

1970’li yıllarda arkadaşı Turan Güngen’in ofisinde Necmettin Erbakan ile tanıştı ve daha ilk görüşmede Erbakan’ın yeni bir siyasi oluşuma liderlik yapabilecek kapasitede olduğunu fark etti. Bu düşüncesini dönemin milletvekilleri ile paylaşmış ve daha sonra Millî Nizam Partisi’ni (MNP) kurarak bu oluşuma liderlik etmesi hususunda Necmettin Erbakan’ı ikna etmeye çabalayanların başında gelmişti.

Şimdi Erbakan’ın yokluğunda MSP’nin genel başkanlığını üstlenmişti. Bu süreci şöyle anlatır: “Ben birkaç kere genel başkanlık teklifini reddettim. Kurucular Meclisi iki defa bu yüzden ertelendi. Arkadaşlar: “Gelecek celse mutlaka bu teklifi kabul et.” dediler.

O gün toplantıdan bir evvelki gece bir rüya görmüştüm. Rüyada büyük âlimlerimizden Dede Efendi’yi görmüştüm. Bize bir salonda namaz kıldırdı. Namazdan sonra etrafına halkalanan kimseler ona bir sual sordular: “Efendi Hazretleri ahlâkımız her geçen gün bozuluyor, buna karşı çaremiz ne olmalıdır?” O da cemaat içerisinde beni göstererek: “Bu sualin cevabını en iyi bilen şahıs Arif Bey’dir. Ona sorun.” dedi. Bu cevap ve teveccühten sonra ben de bir hassasiyet hâli hâsıl olmuştu. Ertesi gün toplantıya gittim. Arkadaşlar: “Haydi Arif Bey genel başkanlık teklifimizi kabul et.” dediler. Ben yine de reddetmek için kararlıydım ama hayır demek için ne zaman konuşmaya başlasam ağlamaya başlıyor ve söz söyleyemiyordum. Bu durumu arkadaşlar kabul manasına aldılar ve seçimi resmen oyladılar, işi bitirdiler.”

ifatihceylan@hotmail.com

Gelecek yazı:

Milli Görüş Tarihi-11
MSP’nin seçim zaferi
Milli Gazete kuruluyor