Milletin Figüranlaşması

Abone Ol

İnsanlık üzerinde oyunlar oynanıyor. Bunlar insanın kendisini bilmesine, anlamasına, tanımasına izin vermiyor. Ne yazık ki her geçen gün, bu, giderek koyulaşıyor. İnsanın algısı, bilgisi, sezgisi devre dışı kalıyor. Doldurulmuş beyinlerin alaborasında savrulup duruluyor.

Sahnede oynanan bir oyunun sonucu beklenmeden arada geçen bir tiradın izleyiciler üzerindeki etkisiyle verilen tepki sağlıklı bir yaklaşım değildir. Oyunun sonucunun bırakacağı etki varılacak sonuç önemlidir.

Millet büyük dalgalar altında kasıp kavruluyor. Oradan oraya savruluyor, vuruluyor çarpılıyor yara bere içinde bitkin düşüyor. Aslında kendisinin nereye vardığının farkına bile varamıyor.

Rol sahipleri, eğer görevlerinde ve ödevlerinde başarılı iseler bu çok daha etkili olabiliyor.

İçinde bulunduğumuz zamanın yaşattıklarına bile bakmamız bizler için yeterlidir.

Hemen her gün bir yanımız yıkılıyor. Darbe üzerine darbe alıyoruz millet olarak. Kendi öz değerlerimizle buluşmamızı engelleyen, sağlıklı düşünmemizi sağlayacak ortamlardan yoksunluk giderek zorlaştırıyor durumu.

Öncelikle biz nereye aitiz, ne için varız, ne olacağız ne yapacağız gibi soruların sökün etmesiyle bir yerlere dönüp bakmamız gerekiyor. Sorgulamamız ve araştırmamız zorunlu. Kurgumuzu Sevgili Efendimiz bize gösterdiği yol ve istikamet üzere yaparız. Hiçbir zaman en uçlarda bulunmayız. Bulunmamızı gerektirecek bir durum yok. Bize zulmedilmiş diye güç elimize geçtiğinde onlara ayniyle mukabele etmemiz gerekmiyor. Zulüm ile karşılık verildiğinde, muhataplar asla yok olmuyor. Derinden derine onların varlığı sürüyor. Zamanla bu artık bir kan davasına dönmüş olur. Efendimiz Mekke’den çıkmak zorunda kaldı, O zamanki adıyla Yesrib’e hicret etti. Orada yeni bir yapı kurdu ve yapı insanlık tarihinin yeni bir dönümü ve başlangıcı oldu. Mekke fethedilirken orada sadece dört kişi hakkında ölüm kararı vardı. Onlar en ileri giden, azgın kimselerdi. Allah Elçisi’ne bizzat ve aşırı zulmedenlerdi. Onların içinde bile bağışlananlar oldu. Koca bir şehir yeniden ele geçirilirken orada hem korku, hem endişe ortadan kalktı. Bir şehir toptan yok edilmeyeceğine göre ki edilse bile, zulmün ve baskının etkileri zamanla belirir ve korkunç bir duruma dönüşür.

Milletin bugün iradesi elinden alınmış olarak varlık göstermesi beklenemez. Çünkü toplumun önünde yer alanların ve yolu belirleyenlerin tutumu önem kazanmaktadır. Milletin asıl vahameti, kendi iradesiyle ve âdil bir yönetimle yönetilmemesi. Toplumun hemen bütün kesimlerinin eşit ve âdil olarak yönetilmesi İslâm düşüncesine göre bir zorunluluk. İnsanların rızıktan nasip almaması, açlığa veya sefalete terk edilmesi de zulüm. Elbette bugünün savurganlığında alabildiğine milletin payından aşırmış ve tıkınmış olanların rahatsızlıkları olacak. Ne ki, benzer bir durumda kanallardan akanların belli kesimlere ve isimlere yöneltilmesi adalet değildir. Önemli olan bir toplumun bütün katmanlarının eşit olarak hisselendirilmesidir. Kaşını, gözünü durumunu beğenmediklerimizi sıra dışı bırakmak âdil bir durum olamaz. Böylesi bir durumda bir kesim sahnenin veya meydanın dışına itilmiş olur. Allah, yarattığı her canlının rızkını veriyor. Hiç biri rızıksız bırakılmamak üzere meydana salınmış bulunuyor. İnsanı rızıksız bırakmak zulümdür. Bunu ister devlet yapsın ister bireyler yapsın fark etmez. Bu aynı zamanda kul hakkıdır. Milletin bir yönetim ile birlikte var olması ona hem güç kazandırır, hem de anlam. Devre dışı kalmış olan bir millet ancak başkalarının kölesi ya da yazımızın başlığında vurguladığımız gibi figüranlaşmasına neden olur. İslâm milleti bunu hak etmiyor. Asıl zulüm de budur.

İslâm’ın gelişmesi, büyümesi, yayılması ancak âdil bir yönetim ve bakış ile olur. Tarihte de böyle olmuştur. İnsan azizdir, değerlidir. Her insan tekinin önemi farklıdır. İnsanı yok saymak, bir malzeme gibi görmek de bir zulümdür.