MÜJDENİN GERÇEKLEŞMESİ
Fâtih Sultan Mehmed 1453 baharında İstanbul’u almak için
ordusuyla yola çıkınca, Akşemseddin Hazretleri, Molla Gürani Hazretleri,
Akbıyık Sultan, gibi veliler, alimler ve devrin tanınmış şeyhleri müritleriyle
beraber onun ordusuna katıldılar. Kuşatmanın en sıkıntılı anlarında Fâtih,
hocası Akşemseddin Hazretleri’nin yanına gidip, babasının Hacı Bayram-ı Veli
Hazretlerine sorduğu gibi “Yoksa İstanbul bize nasip olmayacak mı ”diye sordu.
Bunun üzerine Akşemseddin ağladı, ağladı. Murakabeye daldıktan sonra da:
“Sultanım, Allah bizi mahçup etmeyecektir. Biz O’na yönelelim, zaferi ondan
bekleyelim. O bizi eli boş çevirmez. ” Dedi. Sultan gittikten sonra babasının
ne yaptığını merak eden oğlu (bir kaynağa göre de oğlu değil, Fâtih’in kendisi)
çadırına gider. Ancak o içeriye kimselerin alınmamasını söylemiştir. Bunun
üzerine oğlu gider gibi yapıp, çadırın arkasına dolaşır. Çadırı biraz aralayıp
bakınca babası Akşemseddin’in sürekli “Allah’ım takatim kalkmadı. Ya fethi
nasip eyle, ya bu canımı al!” diye secdede ağladığını, mübarek yüzlerini
toprağa sürdüğünü görür. Cübbesi bir tarafa sarığı başka bir tarafa düşmüş
ağlarken, birden doğrulur. Müjde almış gibi tebessüm ederek “bize zaferi nasip
eden Allah’a hamdolsun “ diye hamdetmeye başlar.
Akşemseddin Hazretlerine “İstanbul’un fethedileceği zamanı
nasıl bildin ” diye sorulduğunda “Kardeşim Hızır ile Ledün ilmiyle fetih
vaktini bulmuştuk. Kale fethedildiğinde Hızır’ın yanında evliyadan bir grupla
hisar’a girdiğini gördüm. Kale fetholunduğunda ise kalenin üzerinde oturuyordu.
”der. .
O MANEVİ FATİHTİR
Fâtih, Topkapı’dan beyaz bir at üzerindeyanında Akşemseddin,
Molla Gürani gibi alim ve veliler olduğu halde şehre girdiğinde İstanbullular
onları muhteşem bir törenle karşılar. Herkes Akşemseddin’i padişah sanarak ona
çiçekler verirler. Akşemseddin de genç padişahı gösterip, “Sultan Mehmed odur”
der. Bunu işiten Fâtih de “Ona gidiniz. O benim hocam ve şehrin manevî
fâtihidir” der.
Fetihten sonra Akşemseddin üç gün gözden kaybolur. Üç gün
sonra onu Edirnekapı yakınlarında harap bir yerde ibadet ederken bulurlar. O
zamandan beri bu yer onun ismiyle anılmaktadır. ”Akşemseddin Mahallesi”. Akşemseddin Hazretleri fetihten sonra,
Ayasofya’da ilk Cuma namazını kıldırmış ve ilk hutbeyi okumuştur. Fâtih
Medreseleri yapılmadan önce medrese olarak kullanılan Zeyrek Camii’nin güney
çevre duvarında pencere üstündeki bir kitabeden de Akşemseddin’in İstanbul’da
olduğu yıllarda burada oturup, ders verdiği anlaşılmaktadır.
EYÜB SULTAN’IN BULUNMASI
Bir gece Fâtih, Akşemseddin Hazretlerini ziyaret eder ve
sohbet esnasında”Hocam, Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin kabirlerinin surlara yakın bir
yerde olduğunu tarih kitaplarından okudum. Yerini bulabilir miyiz ” demesi
üzerine, Akşemseddin eliyle işaret ederek: “Şu tepenin eteğinde bir nur
görüyorum. orada olmalıdır.” der. Oraya gidilir. Akşemseddin Hazretleri oradaki
çınardan iki dal alıp, birini bir tarafa öbürünü de biraz ötesine dikti ve
“Mihmandâr-ı Resûlullah’ın kabridir. ” Dedi. Fâtih o gece adamlarına “gidin,
dikilen çınar dallarının arasına şu mührümü gömün. Sonra da yirmişer adım güney
tarafına doğru dalların yerini değiştirin. ” dedi. Sabahleyin Fâtih
Akşemseddin’den kabri tekrar bulmasını rica etti. Gittiler. Akşemseddin
hazretleri dallara hiç bakmadan gidip, eski yerde durup: “dallar yer
değiştirmiş, ama Eyyûb el- Ensârî buradadır. ” dedi. Sonra silahdar ağasına
“Sultanımızın mührünü buradan çıkarın ve kendisine teslim edin.” dedi. Daha
sonra kabir kazıldığında “Bu Hâlid bin Zeyd’in kabridir” yazılı taşı da
buldular. Fâtih “Zamanımda Akşemseddin gibi bir zâtın bulunmasından dolayı
duyduğum sevinç, İstanbul’un alınmasından duyduğum sevinçten az değildir. ”diye
söyleyip, Allah’a şükreder.
BU LEZZETTEN SEN DE TADARSAN
İstanbul’un fethinden sonra, Fâtih Sultan Mehmed Han,
hocasını ziyârete gider. Sohbet esnâsında;”Muhterem hocam! Elhamdülillah büyük
yardımlarınızla İstanbul’u fethettik. Artık beni talebeliğe, dervişliğe kabûl
buyurmanızı istirhâm ediyorum.” dedi. Bunun üzerine Akşemseddîn Hazretleri;
Cihan padişahı Fatih Sultan Mehmed’in derviş olma talebini geri çevirerek:
“Osmanoğulları’nın dervişe değil, sultana ihtiyacı var! Dervişlikte bir hâlet
vardır ki, eğer lezzet alınırsa, saltanat işlerinden kesin olarak el çekmek
lâzım gelir. Sen bizim tattığımız lezzeti tadacak olursan, saltanâtı
bırakırsın. Devlet işlerini tam yapamazsın. İslâm dînini yayma işi yarım kalır.
Müslümanların rahat ve huzûr içinde yaşıyabilmeleri için, devletin ayakta
kalması şarttır. Talebelikle pâdişâhlığın bir arada yürütülmesi çok güçtür.
Seni talebeliğe kabûl edersem, düzen bozulabilir, halkımız perişân olabilir.
Sana mülk, bana hikmet verildi. Bunları terk edersek, siz ve hem de biz vebâle
gireriz. Bunun vebâli büyüktür. Allahü Teâlâ’nın gazâbına mâruz kalabiliriz.”
dedi. Ama o Sultanını iyi tanımaktadır. Yine gelecek, hem bu kez ısrar
edecektir. Buna fırsat vermemek için pılısını pırtısını toplamadan uzaklaşır
İstanbul’dan. O yıllarda kuş uçmaz, kervan geçmez bir kuytu yer olan Taraklı’ya
çekilir, sonra tekrar Göynük’e döner. Ama duaları Fatih’le beraberdir. Aslında
Akşemseddin padişahtan değil, basit dünya zevklerinden, nefsini azdırıp, ruhunu
zayıflatacak saray hayatından, debdebeden, şöhretten kaçtı. Fatih onun gönlünü
almak için Göynük’e para ve hediyeler gönderir. Fakat o bu para ve hediyeleri
almaz, İstanbul’un imarında harcanması dilekleri ile geri gönderir. Göynük’e
yaptırmak istediği tekke ve camiye de razı olmaz. Yalnızca bir çeşme
yaptırmasına izin verir. Fâtih’in bütün hediyelerini geri çevirmesi; padişahın
yakınında durup, onun sahip olduğu bütün nam, şan, mal ve nimetlerden
gıdalanmamak, faydalanmamak içindir.
GURURU MÜŞAHADE EDİNCE
Fâtih, bir gün Akşemseddin’in çadırına girmiş, ancak şeyh
hiç kımıldamadan öylece yerinde oturmaya devam etmiş, onunla ilgilenmemiş. Bu
hale çok üzülen padişah, Ahmed Paşa’ya: “Şeyh bize kıyâm etmeyip (ayağa kalkmayıp),
yerinden kımıldamadığı için hatırım kırılmıştır ve gönlüm mahzundur” diye
yakınmıştır. Akşemseddin’i iyi tanıyan Ahmed Paşa, padişaha şeyhin bu
hareketini şöyle açıklamıştır: “Bu büyük fetih, önceki padişahlara ve mübârek
ecdâdınıza müyesser olmayıp size nasip olunca, sizde bir çeşit gurur oluştuğunu
sezmiştir. İşte, bu yüzden de size karşı saygı ve hürmette kusur etmiş, sizi
ağırlamamıştır. Böyle davranarak sizden o gururu ortadan kaldırmaya
çalışmıştır. Bu yüzden de ayağa kalkmadı.” Hocasının kendisine böyle
davranmasının sebebini öğrenip, rahatlayan padişah gece yarısı Akşemseddin’i
ziyaret etmiş ve sabaha kadar sohbet edip sabah namazını da şeyhle birlikte
kılmıştır.
GERÇEKLEŞEN ŞAKA
Akşemseddin Hazretleri, küçük oğlu Muhammed Hamdi ile
ilgilenirken daima “Eğer bu küçük oğlumun yetim, zelîl kalmayacağını bilsem; bu
zahmeti ve mihneti çok dünyadan göçerdim. “ derdi. Birgün yine aynı serzenişte
bulununca, hanımı şaka yaptı: “A efendi! Göçerdim dersin niye göçmezsin ” dedi.
Bunun üzerine şeyh: “Hemen göçelim o zaman. ” Diyerek mescide girip,
evlatlarını ve doslarını topladı. Vasiyetini yazdırdı. Sonra helalleşip, veda
etti. Yâsîn sûresi okunurken h. 863 yılının, Rebîülâhirinin sonunda (m. 1459
yılı Şubat ayında), sünnet üzere yatıp ruhunu teslim eyledi. Göynük’teki târihî
Süleymân Paşa Câmii’nin bahçesine defn edildi. Daha sonra oğullarının kabri ile
berâber bir türbe içine alındı. Akşemseddîn Hazretleri’nin yedi oğlu, beş kızı
vardı. Hazret birçok talebe yetiştidi. Bunlar arasında zâhirî ve bâtınî ilimleri
çok iyi bilen yedi oğlu da vardı. Kurduğu tarikat, oğulları tarafından devam
ettirilmiştir.
ESERLERİ
1- Risâletu Zikri’llah (=Allah’ın Anılması Risâlesi): Arapça
yazılmıştır. Allah’ı anmanın yordam ve erdemleri üzerine yazılmış bir eserdir.
2- Mâddetü’l-hayât veya Mâidetü’l-hayât’ (Sağlığın
Sermayesi): Türkçe yazılmıştır. Adından da anlaşılacağı üzere Akşemseddin
Hazretleri’nin tıp tarihinde ilk kez mikroptan bahsettiği meşhur tıp kitabıdır
3- Aş’âr (=Şiirler):, Akşemsedin tarafından Türkçe yazılmış
şiirlerdir.
4- Fâl-i Mushaf-ı Kerîm: Türkçe yazılmıştır.
5- Hall-i Müşkilât (=Güçlüklerin Çözümü): Tasavvufla ve
Bayramiyye tarikatı ile ilgilidir.
6- Risâle fî İstilâhâti’s-Sûfîyâ (=Sofuların ıstılahları
Konusunda Risale): Arapça yazılmıştır.
7- Risâletü’n nûriyye (=Nur Risalesi): 1452 yılında Arapça
yazılmıştır. Başta Muhyiddin İbn’ül-Arabî olmak üzere küfür ve dinsizlikle
suçlanan mutasavıflar üzerinde yazılmış bir savunmadır. Akşemseddin Hazretleri;
eserinde, bu mutasavvıflarla; Kuşeyrî, Gazzâlî, Cüneyd-i Bağdâdî gibi ulemâ ve
meşâyihin sözleri arasında bir fark olmadığını ispata çalışır. Bu eserinin
başlarında “Ben yüzleri nurlu olanları severim. Çünkü bunların yolu Kitab ve
Sünnettir ” diyerek, şeriatsız yani ibadetsiz, Kur’an’sız ve de Sünnetsiz tarikat
olamayacağını ifade eder.
Yine bu eserinde Akşemseddin Hazretleri nefis terbiyesi için
şu dört şeyi yapmak gerekir der:
“Az yemek, Az uyumak, halka az karışmak ve az konuşmak
Allah’ı çok zikretmektir.”
8- Risâletü’d-Du’â (=Dua Risalesi): Arapça yazılmıştır.
9- Risâle-i Kîmyâ-yî Saadet (=Mutluluk İlacı Risâlesi):
Türkçe yazılmış, tasavvufla ilgili bir kitaptır.
10- Risâletü Şerhi Akvelî Hacı Bayrâm-ı Velî (=Hacı Bayrâm-ı
Velî’nin Sözlerinin Açıklanması Risâlesi): Arapça yazılmıştır.
11- Fâtih Sultan Mehmed’e yazdığı Ta’bir name (Rüya Yorma
Mektubu) ve Cevab name (Cevap mektubu) adlı iki mektubu vardır.
12- Makâmaât-ı Evliyâ (=Evliyaların Makamları): “Mürşid
kimdir, velayet makamı nedir, dereceleri nelerdir” gibi tasavvufî konuları
işleyen Türkçe yazılmış bir eserdir.
13- Nâsîhatnâme-i Akşemseddin: Akşemseddin Hazretleri’nin
öğütlerinden oluşur. Bu eserinde Akşemseddin Hazretleri şöyle nasihat eder:
öğütlerden bazıları şunlardır:
“Her işe Besmele ile başla. Temiz ol, daima iyiliği âdet
edin. Tembel olma, namaza önem ver. Nîmete şükür, belâya sabır et. Dünyânın
mutluluğuna mağrûr olma. Kimseye kızma, sitem etme, eziyet ve cefâ etme. Ömrün
uzun olsun istersen, şem u veş etme dilin halka, kimsenin nîmetine hased etme.
Kimseyi kötüleyip, atıp tutma gıybet etme, Senden üstün kimsenin önünden
yürüme... Ayakta pantolon giymekten sakın. Misvâkı başkasıyla berâber kullanmak
uygun olmaz. Çok uyumak kazancın azalmasına sebeb olur. Akıllı isen yalnız
yolculuğa çıkma. Gece uyanık ol, seher vakti tilâvet kıl, Kur’ân-ı Kerîm oku.
(Kur’an-ı Kerim’i usûlüne göre okuyup, manasını tefekkür et. ) Dâimâ Allahü
Teâlâ’yı zikret”.
Akşemseddin’den beyitler:
“Bu ışkı ben bilmez idüm, bu bir aceb sevdayimiş. / Bir
zerresi ây-ü güneş, bir katresi deryayimiş. ”/ “Sen vücûdın fâni kılmayınca
bulmazsın bekâ. / Vaslın ister isen anun, canı ko cânânâ gel. ”/ Tasavvuf
sırlarını akıl ile çözmeye çalışanları şöyle hicvetmiştir: / “Bilemezsin sen
bunların sırların aklıla (akılla) / Zira gülzâr kıymetin bülbül bilür, bilmez
gûrâb (bilmez kargalar)” (Akşemseddin)
KAYNAKLAR
• Haz.Ali İhsan Yurd; Mustafa Kaçalin, Akşemseddin Hayatı ve
Eserleri,İstanbul1994. • Orhan F. Köprülü; Mustafa Uzun, “Akşemseddin”,DİA,
II,ss.299-302 • A.İHSAN Yurd, Fâtih’in Hocası Akşemseddin Hayatı ve Eserleri, İstanbul,
1972. • M. Naim Karaman, Hz. Akşemseddin Tek Başına bir Üniversite, İstanbul,
1992. • Ahmet Gürkan, İslam Kültürünün Garbı Medenileştirmesi, İstanbul [t:y:]