Mezar-ı Şerifli İdrisi görse idin Diyojen...

Abone Ol

Ne idüğü belirsiz savaşlar.

Binlerce insanın ölümü.

Yaralanması, sakat kalması, acı çekmesi, yıllarca harp şokundan kurtulamayıp ruhsal sorunlarla boğuşması.

Akbabalar gibi yeryüzünün bakir topraklarına üşüşen zenginler.

Daha zengin olmak için dünyayı ateşe veren Neronlar.

Toprak gözünü doyurdu mu ki İskender’in, ondan milyonlarca kez zalim tiranların, leş kargalarının hergün dünyamızı biraz daha cehenneme çevirişi.

Haber portallarında bir hançer gibi bağra saplanan cümle:

“Dünyada 805 milyon aç insan yaşamakta”.

Herbirimizi sorumlu kılan, günahkâr eden bu yakıcı gerçek .

Defolu, özürlü, kendini kaybetmiş İnsanlığın; tüketmeye daha çok harcamaya, dünyanın kaynaklarını kurutmaya adanmış bu geri zekalı gidişi.

Sırf insanların açgözlülüğünü protesto için fıçıda yaşıyordu Diyojen.

Bir gün sokakta görevlilerin, devlet malından küçük bir şişe çalmış bir adamı yakalayıp cezalandırmak üzere götürdüklerini görünce:

“büyük hırsızlar, bir küçük hırsızı yakalamış, götürüyorlar” der.

Ya bugünü görse idi Diyojen.

Büyük katiller, küçük katillerin peşine düşmüş yargılamaktalar.

Dünyanın bütün kaynaklarını kurutmaya yeminli azılı hırsızlar efendilik taslamakta, dünyaya adalet getirdiğini bile savlamakta.

Mezar-ı Şerif’li idris.

Henüz onsekizinde.

Afganistan nere, benim bahçem nere.

Her sabah cami önünde bekleşen yerli ve Türkmen, Özbek, Kırgız işçiler gibi gelip bir ustanın kendilerini toplamasını beklemekte.

Bahçe duvarı için deliler gibi çalışmakta İdris. Ben de onun işvereni hükmündeki uyanık Karadenizli usta; duymadan, görmeden İdris’e verdiği yevmiyenin peşindeyim.

Yerli işçinin günlüğü 150 lira, herhalde bunun günlüğü 100 liradır diye düşünmekteyim.

Sonunda İdris’i tek bulup günlüğünü sordum, söylemedi, etrafına baktı, ustası görür diye korktu. Bir daha onu cami önünden bir kedi yavrusu gibi almaz dehşeti okundu gözlerinde .

Israr ettim, ustana söylemeyeceğim dedim.

Cebinden bir yeşil yirmilik çıkardı, “bunu veriyor” dedi.

Kan kusacağım sandım o anda.

Başım döndü.

Karın tokluğuna bile değil, belki de yarı aç çalışıp parasını o çok yoksul ailesine gönderiyordu.

Benim bahçe duvarıma değin gelip dayanmıştı demek bu irinli hak yemek.

Bu utanç, bu hak gasbı, yoksullukta paydamızın olması içinden çıkamayacağımız vebal, nasıl ağırdı.

Ümmetin çocuklarını başına toplamış bir devletin; bu çocukların sorunları ile ilgilenmesi, ne kazanırlar hangi şartlarda çalışırlar diye azıcık kafa yorması;ağızları kulaklarında katıldığı Müslüman burjuva düğünlerinden çok daha önemli.

Belki kendi ülkeleri, bizden beş beter, bir umut; yoksulluktan kaçarak gelmekteler.

Biz ne yapmaktayız.

Ölümüne çalıştırıp haklarını vermemekteyiz.

Yoksulsun, al sana ölmeyecek ücret, süründürüyoruz.

Şikayet edecekleri hiçbir merci yok.

Üstelik Diyojen de artık yaşamıyor.