Meral Akşener hanımefendiden ricamdır!

Abone Ol

Sıdıka Gürel… İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in merhume annesi…

Üç sene önce rahmet-i Rahman’a kavuştu. 

“Rahmetli anacığım bana, ‘Benim kızım zor karar verir, ama traktör gibidir, zor ısınır sonra da durmaz’ derdi” cümleleri Meral hanıma ait.

Merhum Sıdıka Hanım, bir anne, bir ana idi…

Bir anne çocuklarının iyi yetişmesi için, güzel bir geleceğe hazırlanması yolunda soğuk demeden, sıcak demeden, yağmur çamur demeden, kar kış soğuk demeden kollarıyla çocuklarını kucaklayan, sahip çıkan ve onları her türlü felaketten ve tehlikeden koruyandır.

Merhume Sıdıka Hanım da böyle bir anne idi; Meral Akşener’i geleceğe hazırlamak için yemedi yedirdi, giymedi giydirdi...

“Ana gibi yar, vatan gibi diyar olmaz” sözü buradan gelir…

“Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar” sözü buradan gelir.

“Cennet anaların ayakları altındadır” buradan gelir.

Annesiz aile, annesiz toplum düşünemeyiz.

***

Şimdi…

Yukarıdaki satırları neden kaleme aldım?

Üstelik İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’i ve merhume annesini de işin içine katarak… Şunun için;

Meral Akşener, şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde gurubu bulunan İYİ Parti’nin Genel Başkanı.

Yasama çalışmalarına -olabildiğince- dâhil olabilen bir siyasi partinin lideri.

Meral Hanım’a buradan seslenmek istiyorum; 2011 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) kabul edilen bir uluslararası sözleşme var. Adı, İstanbul Sözleşmesi… Malumunuz, bu sözleşme uzun süredir kamuoyunun gündeminde. “Kadınlara şiddeti önlemek” için imzalanan bir sözleşme gibi lanse edilse de, bu sözleşme ailenin altına dinamit koyan cümlelerle dolu.

Sizi yetiştiren ve hayata hazırlayan merhume Sıdıka Hanımefendi de bir anne idi, siz de bir annesiniz.

Meral Hanım, anılan İstanbul Sözleşmesi bizim inancımızda ve geleneklerimizde çok önemli bir yere taht kuran “annelik müessesesini” kökünden yok ediyor.

Kadınlara elbette şiddet olmasın! Bunu biz kendi içimizde çözeriz. Ama bu sözleşme aileyi kökünden baltalamakla kalmıyor annelik kurumunu da buharlaştırıyor.

Bu sözleşmeyi hazırlayanlar ve dayatanların en temel arzularından birisi, Türkiye’nin geleceğini oluşturan genç nesilleri perişan etmek! Duruşlarını bozmak! Gençlerin kimyalarını altüst etmek istiyorlar.

Bir eş ve bir anne olarak, Türkiye’nin direk geleceğiyle alakalı çok temel bir konuda hassasiyetlerinizi, duyarlılıklarınızı biliyoruz.

Meral Hanım, sizden istirhamım şudur; bu İstanbul Sözleşmesi’ni alıcı bir gözle inceleyip değerlendirebilir misiniz?

Vaktiniz olmayabilir; hemen yakınınızda çok değerli parlamenterler ve danışmanlarınız var. Eminim, böyle bir talimat verdiğinizde masanıza hemen ayrıntılı bir çalışma gelecektir.

Lütfen, İstanbul Sözleşmesi denen bu metni sizin bakış açınız ve yorumunuzla parlamentoda, ilgili platformlarda yeniden gündeme getiriniz!   

Teşekkürler…

ANNECİĞİME

Örneğimsin iyilikte,

Veren elsin anneciğim.

İnceliği güzellikte,

Deren elsin anneciğim.

*

Sen ağaçsın, ben bir yaprak,

Ben fidanım, sense toprak,

Evimizde, tertemiz, ak,

Açan gülsün anneciğim.

*

Ayağında cennet yolu...

Anneciğim, gül kokulu.

Sımsıcacık, sevgi dolu,

Esen yelsin anneciğim.

*

Sevgin bana güven verir,

Derdim biter, erir bir bir.

Sensin en duygulu şiir,

Bir masalsın anneciğim.

(Rıfkı KAYMAZ)

***

İstanbul Sözleşmesi, yukarıdaki işte bu duyguları yıkmayı, yerle bir etmeyi hedefleyen bir metin.

ŞER’DEN ‘HAYIR’ ÇIKARMAK!

Korona bize neler yaptırdı?

* İnsan olduğumuzu hatırladık!

* Şöyle bir durduk, döndük ve kendimize baktık!

* Evde de meğer hayat varmış, dedik!

* Manevi değerlerimize döndük!

* Evde hatim indirdik, Kur’an-ı Kerim duvarlardan indi!

* Çocuklarla oynamaya başladık!

* Şöyle dönüp bir kendimize baktık!

* Akraba ve dostlarımızla konuştuk!

***

Daha ne olsun… Şer’den hayır çıkarmak işte böyle bir şey…

BATIL ANLAYIŞ ZİHİNLERİ İŞGAL ETTİ!

Değerli kardeşim Adnan Beyefendi.

6 Mayıs Çarşamba günlü köşenizde NG Araştırma’nın, “Koronavirüs salgını döneminde evde nasıl zaman geçiriyorsunuz” konulu araştırmasını yayınladınız ve yorumları merak ettiğinizi yazdınız.

Araştırmayı inceledim. Benim/bizim açımdan konu ve sonuç malumun ilanıdır. Şöyle ki, Türk insanı TV ve sosyal medya kullanımında liderdir! Avrupa ortalamasında 1. ve 2. sırada yer almaktadır. Araştırmada 1. ve 2. sırayı TV ve sosyal medya kullanımı paylaşmıştır.

Dikkatimi çeken 9. sıradaki, “zamanı ibadet ederek geçirme” almıştır. Bu bizim ibadetlere ne kadar değer verdiğimizi gösterir.

Önceki sıraları alan kitap okuma hariç (bu da hangi çeşit kitap okuduğumuza bağlı) hepsi dünyevi işlerle bağlantılıdır. Bu da, ahireti ne kadar ihmal ettiğimizi gösterir. Ölüm denildiğinde ahiretin hatırlanması, hesap gününün varlığının idrak edilmesi gerekmez miydi? Hesaba daha bir hazırlanmamız gerekmez miydi?

Burada materyalist eğitimin de etkisi görülüyor. Hâlbuki TV kanallarından toplumun aile yapısını ortadan kaldıran, ahlaki değerleri yerle bir eden diziler insanımızın beynine necaset zerk ediyor ve insanımız bunu bir kabul olarak seyrediyorsa, bizim işimiz çok zor ve zora talip olmak ta en büyük şereftir.

Bu sonuç bize en iyi TV programlarını, en iyi TV dizilerini, en iyi sinemayı, en iyi gazeteyi insanımıza sunmamızı da emrediyor, aynı zamanda.

Son olarak, Milli Görüş camiamıza da hocamızın şu sözünü hatırlatıyor; “Ah şu Milli Gazete’miz 300.000 tiraja ulaşsaydı bunlar bunu yapabilir miydi?”

Milli Gazete’yi ulaştıramadığımız için aile ve bireyin beynini muzahrafat (Sahte boya, yaldız vb. ile süslenmiş, işe yaramaz şeyler. Çerçöp, pislik, süprüntü) kanalı basın dolduruyor.

Logomuz "Hak Geldi Batıl Zail Oldu." Ama hakkı götüremediğimiz için batıl anlayış zihinleri, evleri, belde, ilçe, il ve ülkeyi işgal etti.

Allah yardımcımız olsun, selam ve dua ile… (CUMA ŞAHİN- AGD, ADANA)