Memur maaş zam teklifinin değerlendirilmesi

Abone Ol

Mevcut ekonomi yönetiminin göreve geldiği dönemde bir anlayış analizi yapmış ve bu yönetimin Ortodoks ekonomi anlayışının ezberlerini uygulamak dışında herhangi bir çözüm geliştiremeyeceğini ifade etmiştik. Bu köşede birkaç defa bunun nedenlerini izah eden yazılar yazmıştık. Ekonomide temel anlayışın enflasyonu düşürmek üzerine odaklı olduğunu ifade etmiş ve bunun talebi baskılamak amacıyla geniş halk kitlelerinin gelirlerini ve alım gücünü düşürmek yoluyla yapılması yolunu tercih edecek bir anlayışa sahip olduklarını düşündüğümüzü ifade etmiştik. 2026 ve 2027 yılları için memur ve memur emeklisi maaş artışı pazarlık sürecinde hükümetin yaptığı teklif tam da bizim öngörülerimizi doğrular nitelikte oldu. Hükümet ilk teklifinde 2026 yılı ilk altı ayı için %10, ikinci altı ay için %6, 2027 yılı ilk ve ikinci altı ay için %4 maaş artışı teklifi verdi. Teklif sendika tarafından reddedilince de ikinci teklif olarak 2026 yılında verilen teklife 1.000 TL taban aylık zammı ekledi. Enflasyon oranının %33,77, kira artış oranının yasal sınırının %41,13 olarak açıklandığı bir ortamda elbette bu teklif milyonlarca insanın hayat pahalılığı altında ezdirilmesi anlamına geliyor.

Bu komik teklifin altında yatan temel anlayış geniş halk kesimlerinin gelirinin yükselmesi durumunda yapacakları harcamalarla oluşacak talebin enflasyonun yükselmesine neden olacağı varsayımıdır. Ancak bu konuda gözden kaçmaması gereken temel nokta, bugün maaş artışı teklif edilen kitlenin önemli bir bölümünün hayatını idame ettirmek için yapacağı temel harcamalar sonrası harcanabilecek bir gelirinin kalmadığı gerçeğidir. Hatta yaşanan hayat pahalılığında ücretlilerin temel harcamalara ayırabileceği pay dahi giderek azalmaktadır. 2023 yılında ücretlilerin gelirlerinin ortalama %20,6 gıda harcamalarına giderken, bu oran 2024 yılında %18,1’e düşmüştür. Aynı şekilde 2023 yılında ücret gelirlerinin ortalama %23,9’u kira gelirlerine ayrılırken, 2024 yılında bu oran %26 seviyesine çıkmıştır. Dolayısıyla alt ve orta gelir grubunda bulunan ve gelirleri temel harcamalara ancak yeten bir topluluğun gelir artışını enflasyon baskısı ile düşürmek hem adaletsiz hem de mantıksız bir yaklaşımdır. Zira düşük ve orta gelir grubundaki insanların gelir artışı kısa vadede enflasyona neden olsa bile, talep arışının neden olacağı ekonomik canlanma sonrası talebi arzda yaşanacak artışla karşılayarak enflasyonun dengelenmesi mümkün olabilir. Ayrıca geniş halk kitlelerinin gelirinin kısılması ve alım gücünün düşürülmesi sonucu ortaya çıkacak ekonomik durgunluğun faturası yukarıda ifade ettiğimiz kısa vadeli enflasyon artışının faturasından çok daha yüksek olacaktır.

Meselenin bir diğer boyutu da asıl enflasyon artışına neden olan harcama seviyesinin hangi gelir grubu tarafından gerçekleştirildiği ile ilgilidir. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi düşük ve orta gelir grubundaki insanların gelirleri ancak temel harcamalarına yetmekte, hatta insanlar kredi kartlarına borçlu kalarak eksi bakiyeyi aydan aya devretmek suretiyle yaşamaktadır. Dolayısıyla bu kesimin enflasyonun kayda değer şekilde artmasına neden olabilecek düzeyde yüksek harcama yapmaları mümkün değildir. Enflasyonu asıl tetikleyebilecek olan üst gelir grubunda bulunan, çocuğunun yürüme merasimi için milyonlarca lira harcayan, sınırsız harcama eğilimi içerisindeki insanların yaptıkları harcamalardır. Dolayısıyla düzenleme yapılması gereken ve lüks harcamaları frenlenmesi gereken kesim hayatını zor idame ettiren ücretli kesim değil, burasıdır. Bunun servet vergisi, lüks harcama kalemlerinin dolaylı vergilerinin artırılması vb. birçok yolu vardır. Ekonomik ve sosyal adaleti sağlamak için de yapılması gereken iş; gelir grupları arasındaki gelir, alım gücü ve harcama makasını genişletmeye değil, kapatmaya yönelik adımlar atmaktır. Tabii böyle bir derdiniz varsa…