Mekke’nin fethi ve önemi

Abone Ol

İslâm’ın mesajının bütün insanlığı aydınlatmasını engellemek için müşrikler ve Yahudiler çabalasa da bunda muvaffak olamadılar. Bir taraftan içerideki antlaşmaya kasteden Yahudilerle, diğer yandan Mekkeli müşriklerle mücadele eden Peygamber Efendimiz (S.A.V.) ve ashabı, kısa bir süre sonra Mekke’yi fethederek ilk İslâm devletinin temelini güçlendirecektir.

Miladi 622’de Medine’de İslâm devletini kurarak “Medine Anayasası” ile içeride barışı sağlayan Peygamber Efendimiz, (S.A.V.) Yahudilerin ihanetleriyle eş zamanlı olarak Mekkeli müşriklerle üç savaş yapmıştı. 627’de Medine’nin müdafaasını yapan Peygamberimiz, (S.A.V.) yeni kurulan devletin güçlenmesi için zamana ihtiyaç olması hasebiyle stratejik bir hamle yapmış, 628 yılında Mekkeli müşriklerle Hudeybiye Anlaşması’nı yaparak kurduğu İslâm devletini hukuken tanımalarını sağlamıştı.

Peygamber Efendimiz, (S.A.V.) İsra Suresi 81’inci ayetteki, “Yine de ki: Hak geldi, bâtıl zâil oldu! Şüphesiz ki bâtıl, yok olmaya mahkûmdur” ayetinin mutlaka tecelli edeceğini, Muhammed ümmetinin zaferlerinin uzun bir süre devam edeceğinin farkındaydı. Mekke’nin fethi, ilk İslâm devletinin iyice kökleşmesi için ilk eşikti.

Mekkeli müşriklerin müttefiki olan Beni Bekir kabilesinin Hudeybiye Antlaşması’na aykırı olarak ilk İslâm devletinin himayesindeki Huzaa kabilesine saldırması antlaşmanın bozulması demekti. Mekkeliler, Ebu Süfyan’ı araya koyup pişmanlıklarını dile getirmiş olsalar da yeniden antlaşma teklifi Resûl-i Ekrem Efendimiz tarafından kabul görmedi; zira antlaşmaya ihanet kabul edilemezdi.

Peygamber Efendimiz, (S.A.V.) İslâm devletinin kuruluşunun 8’inci yılı, 1 Ocak 630 tarihi Ramazan ayında 10 bin kişilik ordusuyla Medine’den yola çıktı. İslâm ordusunu dört kola ayırdı. Halid bin Velid (R.A.), Zübeyr bin Avvam (R.A.), Ebu Ubeyde bin Cerrah (R.A.) ve Sa’d bin Ubade (R.A.) bu dört kolun başındaydı.

İslâm devletinin başkanı, İslâm ordularının başkomutanı, âlemlere rahmet Peygamber Efendimiz, (S.A.V.) ordusuna “Size karşı harekete geçilmedikçe, size saldırılmadıkça, hiç kimseyle savaşmayınız, hiç kimseyi öldürmeyiniz” emrini vermişti. Rahmet Peygamberi, (S.A.V.) eziyet edilerek göçe zorlandığı beldeyi barışla fethetmekte kararlıydı. Zira ordunun dört komutanından birisi olan Sa’d bin Ubade (R.A.) “Bugün savaş günüdür. Kâbe’de vuruşmanın helal olduğu gündür” demişti de Peygamber Efendimiz, (S.A.V.) Sa’d’ı (R.A.) komutanlıktan azletmişti.

Peygamber Efendimiz, (S.A.V.) Cuma günü Fetih Sûresi’ni okuyarak Mekke’ye girdi. Sûrenin ilk üç ayetinde bu kutlu zaferden bahsedilerek şöyle buyrulmuştu: “Muhakkak ki biz sana apaçık bir zafer nasip ettik. (Cihad suretiyle Mekke’nin ve emsalinin fethini takdir buyurduk.) Ki (bu yüzden) Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlayıp üzerindeki nimetini tamamlayacak ve seni dosdoğru bir yola çıkaracaktır. Ve eşsiz bir zaferle Allah sana vardım edecektir.”

Mekkeli müşrikler, İslâm ordusuna karşı koymaya cesaret edemedi. Birkaç ferdi olay da tepelendi. O günkü müşrikler, Müslümanların karşı konulamayacak güce eriştiğine ve onları asla yenemeyeceklerine inanmışlar; Müslümanlar karşısında mağlubiyet psikolojisine esir olmuşlardı. Tıpkı bugünkü Müslümanların Batı ve ABD karşısındaki mağlubiyet psikolojisine esir olmaları gibi.

Peygamber Efendimiz, (S.A.V.) Müslümanlara saldırmayan, evinde oturan, Ebu Süfyan’ın evine saklanan müşriklere dokunulmayacağını bildirdi. Hemen Kâbe’ye yöneldi. Kâbe’deki putları “Hak geldi, bâtıl zâil oldu. Şüphesiz ki bâtıl, yok olmaya mahkûmdur” ayetini okuyarak yerle bir etti. Bu aslında, Allah-u Teâlâ’dan başka tapılacak hiçbir ilahın olamayacağının, Allah-u Teâlâ’nın otoritesinden başka hiçbir otoritenin kabul edilemeyeceğinin ve hak geldiği zaman bâtılın yok olacağının ilanı, kanıtıydı.

İlk İslâm devletinin kuruluşunun 8’inci yılında sadece Mekke fethedilmemişti. İslâm devleti güçlenmiş, yeni fetihlerin önü açılmıştı. Peygamber Efendimiz, (S.A.V.) İslâm devletini kurduğu 622 tarihinden vefat ettiği 632 tarihine kadar geçen 10 yıllık kısa sürede sınırları Arabistan yarımadasının tamamına ulaşan, 3 milyon km² yüzölçümüne sahip büyük bir devlet bırakarak, şereflendirdiği dünyayı terk etmişti.