Mekke notları

Abone Ol

Medine’den sonra yeni menzilimiz: Mekke… Efendimiz’in (S.A.V.) İslam mücadelesinin ilk tohumlarını attığı bu topraklar, belki her bir karışında aziz hatırasını saklıyor. Bir insan olarak espri yaptığı, güldüğü, ağladığı; taşlandığı, işkence gördüğü, boykota maruz kaldığı; zırhını giydiği ve yeniden fethettiği topraklar…

Bu topraklara gelmeden önce okuduklarımız, Mekke’yi bizim için çok daha anlamlı kıldı. Özellikle Üstat Ali Ulvi Kurucu’nun muazzam hatıratı tekrar tekrar dönüp bakılması gereken eserlerden. Talha Uğurluel’in kaleme aldığı Mekânlar ve Olaylarıyla Hz. Muhammed’in Hayatı kitabı ise âdeta bir can simidi… Mekân mekân, fotoğraflarla zenginleştirilmiş bir başucu kitabı. Faslı mütefekkir Hassan Aourid’in manevi dirilişini konu alan Mekke’ye Kanmak kitabını burada okumak ayrı bir güzellik… Ensar Fırat’ın çevirisiyle İnsan Yayınları’ndan çıkan bu eser okura bambaşka kapılar aralıyor. Malik el-Şahbaz’ın hac hatıraları, Ali Şeriati’nin “Hacc”ı malumumuz. Ali Ulvi Kurucu, Malik el-Şahbaz, Ali Şeriati, Hassan Aourid ve Talha Uğurluel’in kitapları başlı başına ayrı bir makalenin konusu… Fakat özellikle bahsetmek istediğim, Muhammed Esed’in Mekke’ye Giden Yol kitabı.

Henüz lise öğrencisi iken Hakan Albayrak’a en çok etkilendiği kitabı sormuştum. O da hiç düşünmeden Mekke’ye Giden Yol cevabını vermişti. Kitabın müellifi, 1926 yılında Müslüman olan Muhammed Esed… Kitaba başlar başlamaz kendinizi çölün büyülü atmosferinde bulursunuz. Kâh iç kanama gibi derin ve sessizliğin ortasındasınızdır; kâh üzerinizde yıldızlı gökyüzü, kum fırtınası, kum tepeleri ve fırtınalar…

Avrupalı, Yahudi bir adam, Müslüman olduktan sonra niçin çölün ortasında deve yolculuğuna çıkar? Müslüman olmadan önce adı Leopold Weiss olan Esed’in şu cümleleri gösteriyor ki, o yolda olmaya âdeta meftundur:
“Her ne vakit bir şehirde — diyelim ki erken İslam tarihine dair kitaplarla dolu kütüphanemin bulunduğu Medine’de birkaç ay kalacak olsam — huzursuzlanmaya başlıyorum; aksiyon ve hareketi, çölün kuru ve sert havasını, hecin develerinin kokusunu ve deve sırtında oturmanın verdiği hissi özlüyorum.”

Yolda olduğu sırada bulur yeniden kendini. Afganistan’ın Hindukuş dağları tüm beyazlığıyla onu bağrına bastığında, Afgan bir arkadaşının şu sözüyle sarsılır:
Ama sen Müslümansın, sadece bunun farkında değilsin!
Bu sözden aylar sonra Müslüman olur ve Mekke’ye ilk haccını yapmak üzere yola koyulur.

Şairin dediği gibi:
Murâât-ı edeb şartıyla gir Nâbî bu dergâha /
Metâf-ı kudsiyândır, bûsegâh-ı enbiyâdır bu.

(Ey Nâbî, bu dergâha edep kaidelerine uyarak gir! Burası meleklerin pervane olduğu, peygamberlerin eşiğini öptüğü mübarek bir makamdır.)

Asya’dan, Afrika’dan, Avrupa’dan, Arap diyarından, Türk beldelerinden ve başka memleketlerden gelen ziyaretçiler bu düstura uyarak Babü’s-Selam kapısından Kâbe-i Muazzama’ya yöneliyor. Beyaz ihramlarımızı siyah örtüsüyle tamamlayan o heybetli Kâbe az sonra görünecek… İlk nazar, ilk heyecan… Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V.), Hz. Ömer’e hitaben:
Hunâ tuskebu’l-abarât — Ey Ömer, gözyaşları burada dökülür; ağlanacak yer burasıdır…”
buyururken sanki bu anı işaret etmişti. Hiç şüphesiz, gözyaşlarının döküldüğü yer tam da burasıdır.

Bilallerin işkence gördüğü, Sümeyye’lerin şehit düştüğü; Hâlid’lerin bir kılıç olup parladığı, Ömer’lerin Hamza’ların aslan kesildiği yer burasıdır. Kâbe’yi oğlu Hz. İsmail ile birlikte inşa eden Hz. İbrahim’in ayak izi buradadır. Efendimiz’in mübarek elleriyle yerine koyduğu Hacerü’l-Esved bize burada gülümser. Hz. Âdem ile Hz. Havva’nın buluştuğu Arafat’ı burada temaşa edersiniz. Hira Mağarası’nın çetin yokuşunu burada çıkarsınız. Gözleriniz Hz. Hatice’nin ayak izlerini arar… Gönlünüz ilk inen ilahî muştularla burada serinler.

Dönüş vakti… Bir teheccüd vaktinde nasibimize yağmur düşüyor. Gök ağlıyor, yağmur tekbir ve tehlillere karışıyor… İhramlarımız sırılsıklam oluyor. Herkes yanındaki kardeşi ile ihramlarının suyunu sıkıyor.
Allah’ım ne güzel düet yapardık / Sen yağmur yağdırırdın, biz oturup ağlardık.

Mekke’den dönersiniz; Firavun’un gark olduğu suların üzerinden geçersiniz. Tarihin hülyalarında, istikbalin ufkunda süzülürsünüz. En nihayetinde yol biter, her şey sükût eder. Siz kendi içinize giden yolları aramaya başlarsınız… Meğer kendimizle aramıza ne kadar mesafeler koymuşuz. Tam bu muhasebenin ortasında dünya sessizleşir. Bitmesin dediğiniz kitap biter… Ve siz hâlâ Mekke’ye giden o yolu ararsınız.