Medya’nın bizleri nasıl dönüştürmeye çalıştığını, zihinlerimizi iğdiş ederek hazırlop mesajlarını beyinlerimize yerleştirmeye uğraştığını sürekli gündeme getiriyoruz. Maalesef, 1980 sonrası hayatımıza ardı ardına hayatımıza giren özel televizyonlar, sonrasında teknolojinin gelişmesiyle ceplerimize kadar giren sosyal medya, örümcek ağı ve bir zehirli ahtapot gibi toplumumuzda onarılmaz dönüşümler yaptı. İnsanlarımız artık tek tıkla sosyal medyanın gayya çukurlarında, ahlak ve maneviyatımızı hedef alan milyarlarca zehirli içeriğin bataklıklarında bir çöküş yaşamaktalar.
Televizyonlar ise kim kime dum duma, kimin eli kimin cebinde belli olmayan, nerde akşam orda sabah yaşantı tarzlarını bizlere dayatan bir anlayışla kaleme alınan dizilerle; her türlü rezil ilişkinin faş edildiği kadın kuşaklarıyla evimizin en mutena köşesinde bir ahlaksızlık kutusu olarak karşımızda.
Medyaya, sosyal medyaya nasıl bakmamız gerektiği, medyayı nasıl analiz etmemiz gerektiği, medyaya nasıl refleks göstermemiz gerektiğini hala öğrenebilmiş değiliz. Medya bir güç, ama, güce tapmamamız gerektiğini bilmemiz gerekiyor.
Hiçbir güç, karşı konulmaz değildir! Ve haklı olanın güçlü olanın karşısında ezilmediği bir dönemi bizim de oturtmamız, bu süreci yönetmemiz gerekiyor. Hani, meşhur Kadisiye Savaşı’nda Saad Bin Ebi Vakkas, sahabilerden Rebii Bin Emir’i Rüstem’e elçi olarak göndermiş…. Rüstem, İslam ordusundan kendisine gelen elçiyi, öncelikle ordusunun ihtişamını göstermek için, başlamış gezdirmeye…. “Bunlar atlarımız, bunlar develerimiz… Bunlar askerlerimiz…” diyerek Rebii Bin Emir’i kendi karargahında epey bir dolaştırmış…. Ve daha sonra sormuş, “Peki siz ne istiyorsunuz?”… Rebii Bin Emir, gördüğü manzaralar karşısında hiç etkilenmediğini beyan ederek, “Bizim derdimiz senin İslama girmendir. Eğer İslama girersen, hem sen kurtulursun, hem de dünya kurtulur. Eğer, İslam’a girmeyeceksen, biz seninle savaşırız ve yeneriz, böylece bize cizye verirsin, böylece sadece dünya kurtulur”…. Böylesine vakur, böylesine dirayetli elçi karşısında Rüstem’in dizlerinin bağı çözülmüş. Casuslarına emir vermiş, “Gidin bakın, bu elçi, İslam ordusunun hangi kademesinde üst düzey bir görevdedir” diye…. Casuslar haber getirmişler, “Bu sahabi sıradan bir görevdedir”… Rüstem, “Eğer onların sıradan bir adamı, böylesine vakur ve dirayetli ise, bu savaşta benim yapacak işim çok” diye korkuya kapılmış.
Medya, bir güç olabilir….
Medya, toplumun dönüştürülmesi için çok önemli görevler ve fonksiyonlar üstlenebilir. Ama, en büyük güç bizim içimizde. Toplumsal isyan kültürümüzü geliştireceğiz. Medyaya vereceğimiz tepkileri çok farklı biçimlerde ortaya koyacağız.
Maalesef medya, toplumsal dinamiklerimizi ortadan kaldırmak, toplumsal ahlak yapımızı deforme etmek, ortaya koyduğu ahlaksız yaşantılar, kimin eli kimin cebinde belli olmayan yaşantı tarzları, tuzu kuru ailelerin gerçek hayattan fersah fersah uzak hayatlarını önümüze koyarak kötülükleri sıradanlaştırmaya çalışıyor. İffeti değil şehveti başrole koyan anlayışı önümüze getirerek, izlediğimiz hayatları normal ve vaka-i adiyeden bir şeymiş gibi algılamamızı istiyor.
Ne yapacağız? İzlemeyeceğiz…. Çocuklarımıza izletmeyeceğiz…. Hepimizin evlerinde bulunan televizyonların kumanda aletlerinin üzerine, özellikle bu tür ahlaksızlıkta pervasızca davranan televizyon kanallarının üzerine kilit koyacağız. Sosyal medya konusunda da zihinlerimizi dönüştürmeye çalışan içeriklere karşı önlemlerimizi alacağız.“Siz nasıl bir ahlak anlayışını sergiliyorsunuz? Siz Türk aile yapısını bozmak için ve bu toplumun temel dinamiklerini sarsmak için mi mücadele ediyorsunuz?” diyerek, bu televizyon kanallarının santrallerini kilitleyeceğiz. Bam Teli Yol Hikayeleri programının sunucusu merhum Tayfun Talipoğlu’yla yaptığımız bir röportajımızda, “Türk insanı konuşmaz, hım hım eder, söylenir… Bir yerde bir kötülük gördüğünde, onu düzeltmek için mücadele edeceğine, kendi kendine söylenmeyi tercih eder” demişti. Biz, öyle olmayacağız…. İki Cihan Serveri, Hz. Muhammed (sav) Efendimiz, bir hadisi şeriflerinde “Bir kötülük gördüğünüzde, elinizle düzeltin, dilinizle düzeltin. Hiçbir şey yapamıyorsanız, kalbinizle buğzedin. İşte kalp ile buğzetmek imanın en zayıf derecesidir” buyurmaktadır. Bizler, bu pervasızlarla hem elimizle, hem de dilimizle mücadele edeceğiz…