Medeniyetler Kuşatması -II-

Abone Ol

Batı kompleksi,  düşüncesini bir önceki yazımda dile getirmiştim. Bu duygu sadece bizim milletimize has bir durum değildir. Doğu milletlerinde, genel olarak 200 yılı aşkın bir zamandır egemen durumda. Aslında nedenleri çok basittir, ama bir basitlik içinde izah edilemezler. Batı Doğu ayrışmasını yaparken, coğrafi bir bölümlemeyle değil, kültür ve medeniyet bölümlemesiyle bakıyoruz. Bu, batı milletinin tek olduğu anlamına geliyor. Fakat, etkilenmeler sadece Osmanlı coğrafyası üzerinde değil, aynı kültür ve medeniyet dairesi içinde bulunan milletlerde ve memleketlerde de yaşanmıştır.

Rusya coğrafî anlamda Doğudadır, kültür ve medeniyet olarak Batıya mensuptur. Bugün için böyledir. Geçmişte Batıya karşı Rus aydınlarının önemli çıkışları olmuştur. Ama, Batıyla kaynaşan ve aynı ruha adapte olan Ruslar çoğunluktadır. Dostoyevski Avrupa ve Avrupa uygarlığına Amerikayı da dahil ederek bir bütün olarak bakıyor. Batılılaşmanın ve Batı kompleksi çarpıcıdır. 1821 ila 1881 tarihleri arasında yaşamış olan Dostoyevskinin yazdıklarını, günümüz Türkiyesine uyarlarsak müthiş bir benzerlik sözkonusudur. Dostoyevskinin imzasını altına koymadan, yazılarını dipnot vermeden bize aitmiş gibi alıntılasak, bize, Batı düşmanı diye bakacaklardır. Bu anlamda Batı kompleksli Türk aydınının kendisine bir kez daha bakmasında yarar vardır. Kendi uygarlıklarını, dinlerini, insanlarını yadsıyan, küçümseyen bu insanlara bazan söyleyecek bir söz bulamıyoruz.

"İki yüzyıl önceden bir koşturmacanın içine girmek istedik, zamanı yakalamaya çalıştık; ama karşılığında yerimizde saplanıp kaldık, bizim Batıcıların zafer çığlıklarına karşın yerimizde saplanıp kaldığımız kuşku götürmez. Bizim Batı yanlıları öyle bir millettir ki bugün yüzlerinde pis bir sevinç çığlıklarıyla bizde ne bilimin, ne sağduyunun, ne sabrın, ne de yeteneğin olduğunu bas bas bağırarak ilân ederler; onlara göre, elimizden gelen sadece Avrupanın peşinden sürünerek gitmek, bir köle gibi ona öykünmektir. Avrupanın vesayeti olduğunu söylemekten utanmazlar; yarınsa, iki yüzyıl önce gerçekleştirilen devrimin kesin iyileştirici gücüne karşı kuşkularımızdan söz açmayagörün, halkın bağımsızlığına ilişkin umutlarımızın boş bir hayal olduğunu, iki yüzyıl öncesinin barbar topluluğundan aydınlanmış ve mutluluğa ermiş Avrupalı olarak çıktığımızı ve ölene dek bunu minnetle anmamız gerektiğini bir ağızdan haykırırlar hemen."*  Bu bakışı ve düşünüşü günümüz Türkiyesine uyarlamak ve birebir örtüştürmek olası. Çünkü, aydınlarımızın kompleksi altındaki siyaset adamlarımız, onlardan farklı bir ruh dünyası içinde değildirler.

Küçümseme ve küçümsenme duygusu farklı boyutlarda kendini gösteriyor. Bir şeyi alıp kendisine dönüştürme ve uyarlama yerine, onu bütünüyle özümseme ve onun potasında erime duygusu daha baskındır. Batı uygarlığının, pagan kalıntılarına sarılmak, onları ihya etmek, onlar adına inşa etmek bir tür hastalık. Bilgilerimiz ve doğruluğumuzdan bir vazgeçiş sözkonusu.

İstanbul kuşatması, son dönem bir kompleksin en somut örneği. Bu örneklerin elimizde bir çok verisi bulunuyor. Kültür Bakanlığı talimatıyla Ayasofya Camii haziresindeki bir bölümde -Küçük Ayasofya mı, bir başka bölümde midir bilemiyorum. Bilgilerim doğrudur.-, üç dinin müziğinin bir arada çalınması girişimi bunun son bir örneğidir. Bakanın bizzat talimatıyla olmuştur. Ayasofya Camii cami ise ruhuna uygun olanın gerçekleştirilmesi, değilse Hıristiyan ve Musevi müziği ile Müslümanların müziğinin bir arada çalınması çabası da neyin nesi. Burada bir çelişki ve bir açmaz bulunuyor. Ayasofya. cami ise bunların hiç birinin müziğinin olmaması gerekiyor. Hıristiyanlık kültürü ile bağdaştırılıyor ise Musevi müziğinin orada işi ne O zaman Budistler ve diğer pagan kültürler bir talepte bulunurlar ise ne olur

Bu, Hıristiyan kültürüne teslim olma anlamı taşımıyor mu Ekümenlik ve diğer konular da bunun bir devamıdır.

Devam edeceğiz.

* Bir Yazarın Günlüğü I, Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, çev. Kayhan Yükseler, Yapı Kredi yayınları, Kâzım Taşkent Klâsik Yapıtlar dizisi, s. 120, 121, İstanbul. Nisan 2005.