Büyük milletlerin medeniyeti büyük olur. Büyük medeniyetlerin dayanakları ve güçleri dinlerden geliyor. Biz, İslâm milletindeniz. İslâm milletinin medeniyeti kendisiyle özdeş. Özellikleri bakımından da özgün. Hemen her büyük dinin veya kültürün kendilerine özgü medeniyetleri bulunuyor. Hıristiyan, Yahudi, Budist veya diğerleri.
Müslümanlar üç yüz yıla yakındır yüzlerini Batı’ya hayranlıkla çevirdiler. Kendilerine özgü dünyayı yeterli bulmadılar. Küçümsediler. Hayranlık teslimiyet ve bağlılık getirdi bu durum. Batı’nın karanlık yüzünden çok dış görünümündekine, şeytansı olanına kapıldılar. İslâm’ın, insanlık için yararlı ve hayırlı olan iyilik ve güzelliklerinden, bilerek ya da bilmeyerek gerekçelendirerek kaçındılar. Şeytani olana olan eğilimleri ağırlık kazandı. Bu da onlara küçümserlik duygusunu getirdi. Yenilgi daha çok psikolojik oldu. İslâm medeniyeti bağlamında şeytansı olan eğilimin sınırlayıcılığı onların başka olanına yönelimlerini hızlandırdı. Bu, kendi medeniyetlerinden kaçışı getirdi.
Bir milletin medeniyetinde veya durumunda, yükselişler olduğu gibi düşüşler olabilir. Bir millet kendini yeniden toparlar, yeni bir çıkış yolu bulur daha da güçlenerek yoluna devam eder. Teslim olma ile yenilenilemez. Yenilgi insanın kendi medeniyetini, inancını, karakterini yitişidir. Teslim olma kendine yabancılaşma getirir, zamanla da varlığının bir anlamı kalmaz. Artık bir başkası olur.
İslâm milleti Medine şehir devleti ile yeni bir başlangıç yaptı. Bu medeniyetin merkezinde mescit vardır. Mescid-i Nebi. Merkezinde Peygamberin olduğu ve onun etrafında yeni bir dünyanın kurulduğu görülüyor. Bu dünya, ahlâk, yaşama biçimi, insan ilişkileri, değerleri bakımından eskiden tamamen farklı. Yeni bir dünyaya kapı açılıyor. Bu, bütün insanları kuşatıyor. Sadece aşırılıkları olanları tedirgin ediyor. Diğer yandan olumlulukları bakımından öylesine kabul görüyor ki fethedilen her belde buna göre kurgulanıyor veya düzenleniyor. Bir beldenin fethi o beldenin bütün varlığıyla teslim alınmasıdır. Sadece insanları değil, mekânı ve başka kültürleri de kuşatıyor. Tersi durum Müslümanlar için geçerlidir.
Batı medeniyetine, kültürüne olan teslimiyet de benzer bir durum arz eder. Yakın dönemde, İslâm milletinin ve medeniyetinin temsil eden en önemli merkezlere bakıldığında acı ve vahim bir durum ile yüzleşiriz.
Mekke’de, insanların Kâbe etrafındaki manevi tavafları gölgelenmiş bulunuyor. Batı ruhunun bir göstergesi olan soğuk ve görkemli binalar insanın ruhunu kuşatıyor, etki altına alıyor.
İstanbul’un merkezi olan Sur içi gene benzer bir şekilde kuşatma altında. Eski İslâm medeniyetinin şehri olan İstanbul denilince Sur İçi akla gelir. Fakat bugün Batı ruhuna teslim olmuş olan Müslümanlar ruh merkezlerini yabancılaştırdılar, dışarı kaçtılar. Kaçtıkları gibi de merkezi de kuşatma altına aldılar. Bunu, sadece Batı ruhlu yabancılaşanlar yapmadı. Onlarla bir rekabete giren muhafazakârlar, hırsta, tamahta, küçümserlikte âdeta onlarla yarıştılar.
Çarşı kültüründeki insan ilişkileri, sıcaklıkları, insani davranışlar modern metropollere taşınarak yok edildi. Çarşı kültürü öldü. AVM’lerde insanı yutan, boğan sınırı olmayanlara hızla geçildi. İstanbul Sur içi artık eskiye ait antik bir duygudan başka bir şey değil. Oysaki orada olan insanî duygu, sevgi, bağlılık ortadan kalktı. Varlık ile yokluk arasındaki uçurum yeni alanlar açtı. İnsanın iç içe olan yaşanmışlıkları yitti. Yoksul kim, varlıklı kim ayırt edilemiyor. Varoşlara sıkıştırılan yoksul insanlar ile diğerleri arasında uçurumlar var.
Çok katlı, çok bloklu sitelerde kim kime yaşıyor. Mekân ve eşya ile birlikte insanlar konumlarına göre şekilleniyorlar. Dünyevî olanın ağırlığındakiler diğerlerini görmüyor, tanımıyor ve hatta insan yerine bile koymuyorlar. İnsanın beyninde, zihninde ve dünyasına ne var ne yok bilinmeden yapılıyor bütün bunlar. Muhafazakâr Müslümanların sekülerleşmesi genel bir durum. Bu durumda onlar da kendi içlerinde çatışma içindedirler. Faizli, bol kazançlı, bol tüketimli, zevklerinde sınırsız ama hacı, ama namazlı, ama başörtülü. Bu Müslümanların medeniyetinde ve kültüründe yeni bir oluşa neden. Bu da hızlı bir tükeniş getiriyor.