Tamı tamına altı yıl geçti üzerinden
Takvimler 31 Mayıs 2010 u gösteriyordu. Gece yarısından
hemen sonraydı. Az sonra, Akdeniz in karanlık sularında tarihte eşine benzerine
pek rastlanmayan cinsten bir katliam yaşanacaktı.
Hâlbuki o kutlu geminin yolcuları, Rotamız Filistin,
Yükümüz İnsani Yardım sloganıyla yola çıkmışlardı. Açlık çeken bebekler için
mamalar Yoklukla boğuşan mazlumlar için hayati gıdalar Yüzü hiç gülmemiş
yetimler için oyuncaklar Ve türlü imkânsızlıklara rağmen şifa dağıtmaya
çalışan hastaneler için ilaçlar Ambarları bunlarla doluydu. O gece dünya
denizlerinde yüzen gemiler arasında, belki de en masum gemi oydu.
Her milletten, her dinden, her renkten, Gazze nin adalet
ve merhamet çağrısına cevap vermiş özgürlük sevdalısı bir gemi dolusu insan.
Hedefleri, Siyonist rejim tarafından yeryüzünün en büyük
açık hava hapishanesine çevrilen Rutin bombardımanlarla vurulan, ambargo
altında yıllardır can çekişen Gazze idi. Kimler yoktu ki yolcular arasında.
Anne şefkatiyle mazlumların yardımına koşan kadınlar Dünya gözüyle son bir kez
Gazze yi görmek isteyen beli bükülmüş ihtiyarlar Kardeşlerinin imdadına koşan
koç yiğitler, cesur delikanlılar Hep birlikte marşlar söylüyorlar,
birbirlerine insanlığın ortak mirası olan kadim hikâyeler anlatıyorlardı.
Fakat yeryüzünün o en masum gemisine, tarihin en vahşi,
en barbar, en kanlı çetesi tarafından pusu kuruldu. Karşılarındaki topluluk
hayvandan da aşağı bir topluluktu. Tam da sabah namazı saatinde, tam da saflar
sıklaşmışken, tam da eller semaya kalkmışken, sırtlan sürülerinin karanlığı
yırtan sesleri duyuldu.
Kana susamış canavarlar tarafından dört bir yanları
sarılmıştı. Geminin tepesinde akbaba misali uçuşan demir yığınları, gökyüzünden
üzerlerine ölüm yağdırıyordu. Tarihin en vahşi, en barbar, en kanlı çetesi,
âdeta varlık vazifesini yerine getiriyor gibiydi.
***
Kutlu yolcuların ise gözleri uzaklardaydı. Son ana kadar
umutlarını kaybetmemişlerdi. Ne de olsa yeryüzünde bir buçuk milyar Müslüman
vardı. O Müslümanların koca koca devletleri vardı. Üstelik her birinin devasa
orduları, son model savaş makineleri, sesten hızlı uçan uçakları
İsteseler birkaç dakika içinde yetişebilirlerdi.
İsteseler şu vahşileri tükürükleriyle bile boğabilirlerdi. Hepsinin gözleri
ufuktaydı, hâlâ bir kurtarıcı bekliyorlardı. Ve fakat hiçbir gelen giden
olmadı. Katliam saatler boyunca sürdü. Denizin ortasında yapayalnız
kalmışlardı. Anlaşılan tüm dünya olan biteni canlı yayında seyrediyordu.
Vahşilerin bu kadar pervasız olacağını, barbarların bu
kadar hesapsız olacağını, mazlumların ise bu kadar sahipsiz kalacağını,
anlaşılan hiçbiri düşünememişti. Kanlarını akıtarak, canlarını feda ederek
öğrendiler yakıcı gerçeği. Gecenin sonunda birer birer düştüler geminin
güvertesine. Sabah olduğunda ise, Mavi Marmara al kanlara boyanmıştı.
***
Sahi neredeydi kimsesizlerin kimi olduğunu söyleyenler Neredeydi
sessiz yığınların sesi olduğunu haykıranlar Neredeydi meydanlarda hamasî
nutuklar atanlar Neredeydi yüz yılda bir geldiği söylenen liderler Neredeydi
Yeni Osmanlı hayali pazarlayanlar Neredeydi saraylarda itibar arayanlar
Neredeydi kudretli hükümdarlar, petrol denizinde yüzen krallar, çil yavrusu
gibi dağılan Müslümanlar
***
Hatırlar mısınız neredeydiler
Akdeniz in ortasında, uluslararası sularda bütün bunlar
olurken, Türk devleti âdeta bir vekâlet yönetimine devredilmişti. Dönemin
Başbakanı Tayyip Erdoğan, maiyeti ile birlikte Güney Amerika turundaydı. Birkaç
gün önce Mavi Marmara henüz yolculuğuna yeni başlamışken, Siyonist rejim
otoritelerinin gemiye müdahale edeceğini sanmadığını söylemişti. Genelkurmay
Başkanı İlker Başbuğ ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Uğur Yiğit, yine bir
başka resmi ziyaret kapsamında yurt dışında bulunmaktaydı. Başbakan a vekâlet
eden ve katliamın ertesi günü kameralar karşısına geçen Bülent Arınç a ise,
önündeki kâğıtta yazılı olan metni okumak ve hiç kimse bizden İsrail le
savaşmamızı beklemesin cümlelerini söylemek düşmüştü.
Aslında saldırıdan bir gün önce iktidar kanadı ve askeri
yetkililer, Mavi Marmara gündemiyle toplanmıştı. Deniz Kuvvetleri Komutanı na
vekâlet eden Oramiral Nusret Güner in yıllar sonra anlattığına göre, iktidar
tarafı kendilerine Türk donanmasının durumunu sormuş, kendileri de en fazla
sekiz saat içinde donanmanın savaşa hazır olacağını bildirmişti. Elbette hiç
kimse savaşa girilsin istemiyordu. Fakat yine Güner in anlattığına göre, hükümet
yetkilileri hiçbir savaş gemisinin Mavi Marmara ya refakat etmemesini, ancak
medyaya Türk donanmasının yardım filosunu koruduğu şeklinde bilgi verilmesini
teklif etmişti. Oramiral Nusret Güner, hükümetin teklifinin çok daha riskli
olduğunu, başta kendisi olmak üzere toplantıya katılan askeri kanadın, bunun
yerine gerçekten de koruma gemisi göndermeyi teklif ettiğini söylüyordu.
Güney Amerika turundaki dönemin Başbakan ı ise katliamdan
iki gün sonra ülkeye döndü. Herkesin gözü kulağı Başbakan ın üzerindeydi.
Ülkesinin dokuz vatandaşı uluslararası sularda şehit edilmiş, aralarında ağır
yaralıların da olduğu, çoğunluğu Türk vatandaşı bir gemi dolusu insan da
barbarlar tarafından esir alınmıştı.
Dünyanın önde gelen bütün televizyonları canlı
yayındaydı. Başbakan Erdoğan tam da kendisinden beklendiği üzere nefis bir
konuşma yaptı. Doğrusu hitabet sanatının ustasıydı, ne de olsa o yüz yılda bir
gelen liderdi. Erdoğan konuşmasında ülkesinin köksüz bir kabile devleti
olmadığını Türkiye nin dostluğunun kıymetli, düşmanlığının ise şiddetli
olacağını Artık bunu herkesin öğrenme vaktinin geldiğini haykırıyordu.
Erdoğan ın arkasından kameraların karşısına geçen dönemin
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da, Türkiye nin İsrail ablukasını asla
tanımayacağını İsrail e karşı artık askeri angajman kurallarının geçerli
olduğunu ve bundan sonra Doğu Akdeniz de seyr-ü sefer garantisinin de, Türk
donanmasının uhdesinde olacağını bildiriyordu.
***
Gelgelelim geçen altı yılın ardından verilen bütün bu
sözlerin hepsi yalan oldu. Bırakın seyr-ü sefer garantisini, uydurulan
teknik(!) nedenlerden ötürü Mavi Marmara ikinci Gazze seferine bile çıkamadı.
2013 yılının Mart ayına gelindiğinde ise Amerika Başkanı Barack Obama Tel
Aviv i ziyaret etti. Siyonist rejimin bir numaralı katili olan Netanyahu nun
yanından, dönemin Başbakanı Erdoğan ı aradı ve telefonu Netanyahu ya uzattı.
Ertesi gün iktidara iliştirilmiş medyada kopartılan fırtına görülmeye değerdi.
İktidar medyasına göre İsrail diz çöktürülmüştü, Netanyahu nun beli kırılmıştı.
Siyonistler tarihte ilk kez yenilmişti. Derhal sokaklar billboardlarla
süslendi, galiba asrın lideri yine tarih yazmıştı. Oysa ortada resmi kayıtlara
giren hiçbir özür yoktu. Anlaşılan Obama, iki yakın dostu olan Erdoğan ve
Netanyahu yu telefonda barıştırmıştı.
Ardından yaşanan gelişmeleri sanırım hepiniz
hatırlıyorsunuz. Önce vahşiler hakkında açılan davalar sürüncemede bırakıldı,
sonra da kırmızı bülten kararlarının hepsi sümenaltı edildi. Gerisi de zaten
çorap söküğü gibi geldi. 2016 yılının ilk aylarında, artık Cumhurbaşkanı olan
Erdoğan, Türkiye nin İsrail e ihtiyacı olduğunu söylüyor Hepimizin gözünün
içine baka baka anlaşmanın an meselesi olduğunu anlatıyordu.
***
Aslında reel politiğin değişmez kuralıydı. Devletler
düşmanlık ya da dostluk kavramlarıyla yönetilmez, menfaatlere ya da çıkarlara
göre hareket ederdi. Demek ki İsrail in Doğu Akdeniz de gasp ettiği doğalgaz,
bütün ağrıyan yerlerimize ilaç gibi gelecekti. Doğrusu Netanyahu nun keyfine de
diyecek yoktu. Ne de olsa eski müttefikine yeniden kavuşmuştu. Artık Suriye de
ortak operasyonlar bile konuşuluyordu. İlişkilerin eskisinden bile iyi olması
söz konusuydu. Siyonist rejimle ticaret zaten tavan yapmıştı. Geriye bir tek
şehit ailelerinin feryatları kalıyordu. Onların da sesi iliştirilmiş medya
sayesinde kısılınca Durmak yok, yola devam, bu iş tamamdı.
Anlayacağınız, Mavi Marmara bir varmış, bir yokmuş
İsrail ise bir düşmanmış, bir dostmuş. Yeni Türkiye nize mübarek olsun.