Sendika (syndicat, trade-union) kavramı öteden beri bizde, özellikle muhafazakâr çevrelerde ihtiyatla, bazen de kuşku ve ret ile karşılanmıştır. Bu algılayış, kelimenin Batı kökenli olmasının ötesinde, işaret ettiği toplumsal olgunun tam olarak kavranılmamasıyla da ilgili sayılmalıdır. Sözgelimi “lonca” kavramına özel bir anlam ve önem verilirken, onunla ilgili “orta sandığı” veya “teavün sandığı” gibi kurumlar ile sendika olgusu üzerinde herhangi bir bağlantı veya karşılaştırma yapma gereği duyulmamıştır. Oysa bireysel ve toplumsal veya kamusal hak, yarar ölçütünde ele alındığı takdirde, bazı kültürel farklar mahfuz tutularak, iki kavram arasında amaç bakımından ortak yönler kendiliğinden belirir.
Kuşkusuz, sendika kavramı, Batı toplumu ve kültürü açısından, yeniçağlara ait bir kavramdır ve ortaya çıkışında sanayileşmenin, aynı zamanda Sanayi Devrimi’nin etkin ve önemli bir payı vardır. Sanayileşmeyle birlikte üretim, üretim araçları, tüketim, tüketim tarzları, mülkiyet anlayışları, iktidar kavrayışları, devlet tanımları gibi davranış ve kurumlara bakış köklü değişimlere ve dönüşümlere uğramıştır. Aynı şekilde düşünce, bilim, sanat gibi olgular da önemli oranda değişim ve dönüşüm yaşamak durumunda kalmıştır. Bu değişim ve dönüşümü ifade edecek nitelikte “emek” ve “sermaye” kavramları öne çıkartılacak, bir bakıma simgesel anlamlar yüklenecektir bunlara. Bu bağlamda, bu kavramlara yüklenen simgesel anlamlar, dünya görüşü, siyasal sistemler, insan ve toplum tasarımları boyutlarıyla bir bütünlüğe kavuşturulmak istenecek, birtakım toplumsal, kültürel, siyasal ve ekonomik mücadelelerin ayrışmalarını ve yaşanmalarını da getirecektir. Bütün bu gelişmelerin anlaşılmasında, kaçınılmaz olarak, emek ve sermaye kavramlarının göz ardı edilemeyeceği tespitini yapmak, aşırı bir soyutlama olarak görülmemelidir. Aynı şekilde, bu kavramlar dolayımında yapılacak herhangi bir tanım, açıklama, yorumlama ve değerlendirmeler önyargıyla karşılanmamalıdır. Aksine, bu kavramların hem doğru bir şekilde anlaşılması, hem de iki kavram arasında olması gereken dengenin sağlıklı kurulup işletilmesi bakımından farklı açıklamalara, yorumlara, değerlendirme ve irdelemelere ihtiyaç vardır. Bu yönde ileri sürülecek herhangi bir görüşün, düşüncenin, yaklaşımın, sadece bu iki kavram ile sınırlı tutulamayacağı unutulmamalıdır.
Bütün bu hatırlatmalar çerçevesinde, çalışma hayatının asli özneleri konumunda bulunan işçiler ve kamu çalışanlarını temsil eden sendikal örgütler ile siyasi iktidar (devlet değil) arasında gerçekleştirilen toplu iş sözleşmeleri üzerinde kısa bir değerlendirme yapılabilir. “İşçi” ile “memur” ya da “kamu çalışanı” kavramları, kaçınılmaz olarak anlam karışıklığına yol açsa bile, son çözümlemede “emek” kavramı ortak bir payda işlevi görebilmektedir.
“Sermaye” kavramıysa, özellikle memur ya da kamu çalışanı kavramı söz konusu olduğunda daha geniş yorumlamaları beraberinde getirmektedir. Sözgelimi, siyasi iktidarı salt işveren şeklinde tanımlayıp anlamak, hem kavram, hem de kurum olarak yanlış değerlendirmelere götürür bizi. Çünkü dar anlamda siyasi iktidar, bazı hallerde işveren kimliğine bürünse de, devletin hâkimiyet niteliğinden kaynaklanan bir yetkiyi kullanmakta, dolayısıyla teknik anlamında işveren tanımının ötesinde konumlandırılmasını zorunlu kılmaktadır. Fakat hem işçileri, hem de memurları ilgilendiren toplu sözleşmelerde siyasi iktidar, zımnen devletin hâkimiyet hak ve ayrıcalığını kullanarak, hukuki bakımdan “sözleşme” kavram ve kurumunun asli unsuru olan irade özgürlüğünün beyanını baskılamakta, adeta yoksamaktadır. İşte bu noktada sendika kavramının, simgelediği kurum anlam ve işlevini gerçekleştiremez bir duruma düşmektedir. Sonuçta, sendika kurumunun üyelerinin hak, özgürlük, yarar ve güvencesi gibi kazanımları gerçek boyutlarıyla gerçekleşmemekte, hatta önemli ölçüde bu kazanımlar sakatlanmakta, hayat şartlarını geriletmektedir. Geçmiş yıllardaki “ücret sendikacılığı” yerilip eleştirilirken, bugün adeta siyasi iktidara karşı sendikacılık rüşvet gibi sunulmaktadır. Toplumsal adalet de boğulmaktadır böylece.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.