Okul müfredatlarında anlatıldığına göre I. Dünya Savaşı itibariyle dünyada imparatorluklar, krallıklar tasfiye edilmiş insanlar artık kendi kendini yönetebilecek demokrasi sistemlerine geçmiştir. Gerçi I. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da kurulan tek partili sistemler tüm dönemlerin verdiği zarardan daha fazla insanlarına ve insanlığa zarar vermiş, I. Dünya Savaşı’ndan otuz yıl geçmeden dünya ikinci bir dünya savaşıyla karşı karşıya kalmıştır. Bundan sonra da çok partili hayatlar başlamıştır. Buna demokrasi demişlerdir.
Demokrasi basit şekilde anladığımız şekilde halkın yönetimini halk adına yapacak çeşitli dünya görüşüne sahip partilerin temsiliyle gerçekleşmiştir. Söylenen budur. Seçimlere girebilen partilerin halktan başka hangi güçler tarafından desteklendiği, medyanın seçim atmosferini nasıl şekillendirdiği, medyanın siyasetle ve diğer güç odaklarıyla ilişkileri pek anlatılmaz. Masum şekilde partiler seçime girer halkın seçtiği partiler ülkeleri yönetir.
Bu süreçte Türkiye’nin demokrasiye kavuşması(!) kendini Batı bloğuna kabul ettirmek için olmuştur. II. Dünya Savaşı sonrası şekillenen Batı ile Doğu blokları arasından kendini Batı Blok’u içinde yer biçen Türkiye, solcu CHP’nin elleriyle çok partili hayata geçmiştir. Demokrasiye geçmek için Türkiye sadece çok partili hayata geçmemiş vatan evlatlarını Amerika’nın yanında yer alarak okyanus ötesi Kore’de şehit vererek(!) sağlamlaştırmıştır. Bundan sonra ise Yalta’da şekillenen dünyada ülkemiz payına düşeni almıştır. Ülke siyaseti sağ-sol arasında gidip gelmiştir. Kimi zaman sağcı kimi zaman solcu partiler sandıktan çıkmış, on yıllık periyotlarla demokrasilere ayar verilen askeri darbelerle günümüze gelinmiştir. Fakat ülkede değişen bir şey olmamış, her gelen görüş Batı ile Avrupa ile ahdine sadık kalmış, milletin yararına, milletin kültürel kodlarına dair bir iş yapılmamıştır. Sağcısı da solcusu da askerî darbe ile yönetimi ele geçiren kadroları da bir önceki dönemden daha etkin bir şekilde kapitalist Batı ile her alanda entegrasyonu artırmıştır. Gerek tek parti dönemi gerekse Demokrat Parti süreci Batılılaşma yönünde şekillenirken tek parti bunu sopa ile yapmış, Demokrat Parti ise insanlara sevdirme minvalinde, halkla inatlaşmadan gerçekleştirmiştir.
Ülkemizde demokrasi bu düzlem üzere şekillenirken seçimlerde yürütülen seçim propagandaları, “Biz gelmez isek ha şu gelir” korkutma düzeneği üzerine kurulmuştur. Özellikle tek parti döneminde milletimize yaşatılan korku uzun süre sağcıları iktidara taşımıştır. Oysaki dediğimiz gibi Yalta Toplantısı’ndan sonra şekillendirilen dünyada sağ ile sol arasında fark yoktur. İkisi de aynı amaca hizmet eden dünya görüşleridir; yani sağ ile sol aynı arabanın biri sol tekerleği diğeri ise sağ tekerleğidir.
Durumun gerçeği bu şekilde iken sağ ve sol partilerin millet arasında estirdiği düşmanlık rüzgârları, kardeşi kardeşe düşürmeleri çok partili siyasi hayatımızın başat konusu oldu. Seçim dönemlerinde partiler millete yapacakları hizmetleri, bu hizmetleri nasıl yapacaklarını anlatarak oy almaya çalışmak yerine karşılarındaki partileri şeytanlaştırarak, siyasi rakip değil de düşman olarak göstererek ve korku iklimini hayatta tutarak oy devşirmeye gitmişlerdir. Bu partiler seçim alanlarında, miting meydanlarında birbirlerine saldırarak önce kendi seçmenlerini elde tutmaya sonra da kurulmuş sömürge sisteminin devamını sağlamışlardır. Soğuk Savaş dönemi siyaset anlayışı denilen bu sistemin Doğu Blok’unun dağılmasından otuz sene geçmiş olmasına rağmen devam ettiğini görüyoruz.
Yine ülkemizde yapılan ya da yapılacak hizmetler değil, karşıdaki partiye yüklenerek hayatta kalmaya çalışıyor günümüz siyasi partileri de. Özellikle iktidar ve ana muhalefet partisi insanların dikkatlerini bu kavgalarla meşgul ederek ülkemizin gerçek durumumun millet tarafından anlaşılmasına engel olmaktalar. İktidar partisi liderinin sık sık “Ey CeHaPe sen…” diye her gittiği yerde konuşması Soğuk Savaş siyasal iletişiminden kalan bir husus olmakla birlikte milletimizin tarihi kodlarında yer edinmiş “CHP korkusunu” ayakta tutmak. Mevcut iktidar bu korku üzerinden ayakta kaldı, siyasi bir başarısı olduğu için değil.
Mevcut iktidarın durmadan ana muhalefet partisine yüklenmesinin bir diğer sebebi ve en öncelikli sebebi ülkede sanki başka muhalefet partileri yokmuş hissini, duygusunu millete vererek diğer muhalifleri -aslında sadece ve sadece Saadet Partisi’ni- gizlemektir. Çünkü Saadet Partisi bu milletin kendi kurduğu Milli Görüş’ün tek temsilcisidir. Milli Görüş ve partileri 1969 senesinde siyasi hayata girerek nasıl ki oyunları bozduysa, Saadet Partisi de şu an mevcut sisteme tek başına karşı çıkan, gerçekten muhalefet yapan tek siyasi kurumdur. İnsanlarımızı senaryo gereği “horoz dövüşünden” uzak tutarak kendi kültür ve tarihi kodlarıyla milletimize, ümmetimize ve tüm insanlığa saadeti temel alarak çalışmaktadır. Mevcut iktidar ile mevcut ana muhalefet partisi Soğuk Savaş dönemindeki sağ ile sol görüşlerden farkları yoktur. İkisi de aynı sistemin mütemmim cüzleridir. Kavgaları ancak bin yıldır bu topraklarda kardeşleşmiş milletimizi birbirine düşürmekte, siyasi mülahazalara yer verilmeden politik kavgalar ile insanımızın gündemini meşgul etmektedir. 1980 öncesi sağ-sol kavgaları milletimize ne kazandırdı ki, şimdiki bu çatışmalar ne kazandıracak?
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.