Boş odada dolaşırken bilgisayarda açık olan radyodan hafif de olsa şarkıların sesi geliyor. Tam o esnada çalan şarkının beni alıp götürdüğünü fark ediyorum. Dönüp bakıyorum sözleri içime bir serinlik veriyor: “Gün bizim güneş bizim, göğsümüzde ateş bizim / El ele olduğumuz o gün gülmek bizim / Dün bizim yarın bizim, yana yana sevmek bizim / Hasrete vurduğumuz göz göz yürek bizim.” Zihnimde dağınık duran düşünceler birden sanki derlenip toparlanıyor. Sosyal medyayı kullanmadığım için çok fazla da medyayı takip etmediğimden birçok şeyden eğer bir dost, bir arkadaş haberdar etmediyse tesadüfen haberim oluyor. Bu durumdan şikâyetçi değilim. Yine böylesi bir durum ile karşılaşmış ve içimde bunları bir yere oturtmaya çalışırken denk geldi işte bu sözler. ‘Nedir bu durum?’ diye sormadan söyleyeyim, Şule Yüksel Hanımefendinin vefat yıldönümü haberi.
Kitabı ilk okuduğum zaman ve onun mücadelesinin anlatıldığı o tertemiz katıksız yılların safiyeti içerisinde bir sembol olarak zihnimizin bir köşesine kazıdığımız o güzel portrenin sahibinin artık bu dünyada olmayışının hüznünü yaşadım içimde. Müslüman kadının kimliğini, onun bu mücadeledeki rolünü düşündüm. Neden sonra nerede “Huzur Sokağı” diye baktım, meğer bir televizyon kanalında dizi olmuş. Sonra biraz internette dolaştım, vefat yıldönümü münasebetiyle yapılan paylaşımları görünce hüznüm daha başka bir boyutta katmerleniverdi. İçimden bir şeyler çekiliverdi. Bu çekilme hissini son zamanlarda sıklıkla yaşadığımı fark ettim.
Galiba ilk kez bu hisse daha önce beraber yol yürüdüğümüz bir ağabey-arkadaşın vefat haberini duyduğumda yaşamıştım. Bütün kırgınlıkları, küskünlükleri bir tarafa bırakıp hüznümü dile getirmek istemiştim. Sonra bilgisayar başına geçince ismini yazdım, önüme dökülenlere bakınca aradan geçen zaman içerisinde biriken şeylerin ellerimdeki feri götürdüğünü hissedip, kendi adıma helalleştiğimi ama yol adına oluşan kırgınlıkların geçmediğini hatta daha da derinleştiğini fark ettim. Belki size biraz insafsızca gelebilir ama bence insani bir his bu. Vefat haberinin hüznünü göğsümde hissederek, hayırla yâd ederek ve dua ederek kendi içimde bırakmıştım. Gerçi hemen hemen bütün bu hikâyede ortaya çıkan veriye baktığımda artık aradaki mesafelerin derinliğini, uzaklığını ne kilometreler ne de başka ölçü birimleri karşılayabilir. Sadece vefat haberlerini aldığımız arkadaşlar için değil bu mesafe yaşayanlar için de geçerli. Hikâye kirlendi ve biz ayrı düştük. Onlar her şeyin kemale erdiğini düşünüyorlar. Bir şey yapmaya gerek olmadığını ve anın tadını çıkarmaya çalışıyorlar herkes mizacının ve miktarının elverdiği ölçüde.
Bu vefat yıldönümü haberiyle birlikte hikâyede oluşan hasarı bir kez daha hatırladım. Bu duygu ve onu açığa çıkaran gerçeklikle yeniden yüzleştim. Hiçbir şey o saflığında o taşıdığı anlam kümesi içinde değil ve birçok şey yer değiştirmiş. “Biz” diye ifade edebileceğimiz bir bütün maalesef artık yok. Epiktetos, Söylevler’de tam da bu durumu özetlemiş; “Bizi gerçekten korkutan ve umutsuzluğa düşüren şey, dışımızdaki olayların kendileri değil, fakat bizim onlar hakkındaki düşüncelerimizdir. Bizi rahatsız eden ‘şeyler’ değil, onların anlamını yorumlama biçimimizdir.” Bütün dünyayı yorumlama biçimimiz merkezinden koptu, rüzgâr önünde savrulan yaprak gibi nereye düşerse oradan başlıyor her şey, oysa insanın durduğu yerin bir merkezi olmalı. Semboller merkezinden koparılmış, hor kullanılmış ve kullanılmaya devam ediyor ve artık hiç birisinin temsil gücü ne yazık ki yok.
Şehirler, isimler, kitaplar, yazarlar hiçbirisi anlam bulduğu yerde mukim değiller. Her yeni gün ortaya çıkan konjonktürün bir parçası haline geliyorlar. Uzun zamandır sorguladığım “hidayet romanları artık neden yazılmıyor?” sorusunu bir kez daha hatırladım, galiba onun cevabı da bu değişen hikâyede saklı. Artık davete ihtiyaç duyulmuyor ki hidayet de ortaya çıksın değil mi? Olanlar oldu. Elekler askıya asılmadı belki ama antikacıya satıldı ve yerine birer dönüştürülmüş hatıra-hikâyesi alındı. Bu yeniden üretilmiş hikâye her konjonktürde iş gördüğü için keyifler bir hayli yerinde. Bu yüzden belki de kitaplardan değil, dizilerden bahsediyoruz. Hayatını ilmek ilmek dokuyarak yaşayan güzel adamlar bir aşk hikâyesine meze edilebiliyor hem de arkadaşları eliyle. Ya günlükler ya şiirler bizi aldatıyor ya da bu diziler. Öyle ya işe yarıyor. Okul sıralarında Zarifoğlu şiirleri ile karşılaştığında “saçma”, “anlamsız” diye kestirip atan arkadaşlar şimdi diziden mülhem görüntüler eşliğinde şiirler paylaşıyorlar. Yani şair gitti, şiir buharlaştı sadece temsilde geriye aktör ve oyun kaldı. Geriye “yaşamak”tan ne kaldı?
Her şey yaşarken oluyor. Gözlerimiz önünde oluyor. Ve her olan bütün güzellikleri soldurarak oluyor. İçimizde biraz burukluk, incinmişlik ve biriken hüzünle beraber, yola ait tüm hatıralara ve o yola anlam katan bütün yaşamlara gerçek kıymetinin verildiği zamanlar olur temennisini bir ümit olarak taşımak istiyorum. Onun için bugün tekrar Şule Hanımı düşünürken hikâye içerisinde yolculuk yapıp durdum. Bütün bunların haricinde o hayatı ile verdiği mücadele ile emek emek büyüyen, yeşeren kadınların kimliği ile var olma mücadelesine kattıkları için teşekkür ediyorum. Allah gani gani rahmet eylesin. Bize öğrettikleri ve hayatımızda bıraktığı izler için Allah razı olsun. Mekânı al-i olsun. Son olarak kendi kendime diyorum ki; keşke “huzur” hep sokağında kalabilseydi. Hoşça bakın zatınıza…
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Yorumlar
(1)Serkan - Allah razı olsun Allah’a emanet olun inşallah
Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz. Sitemizin Topluluk Kurallarına uymayan yorumlar yayınlanmaz. Yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.