İBB’nin Londra sanat galerilerinden satın aldığı Fatih portresini 27.06.2020 tarihli yazısında konu eden tarihçi Murat Bardakçı diyorki: “Ressamı meçhul eserde Fatih’in karşısında görülen gencin Cem Sultan olmasının imkansızlığının sebepleri sadece Bellini’nin İstanbul’a gelişi sırasında Cem’in osmanlı payitahtında bulunmaması değil, hükümdar babanın oğlu ile beraber resmedilmesinin şarkın geleneklerine ve protokollerine ters düşmesidir.”
Baba ve oğulun aynı tablolarda olmamasını “şark” geleneklerine ve protokollerine ters düşmesi tesbitine bağlayan sayın Bardakçı’nın özellikle “Şark” kelimesini kullanması, artık “Garp” gelenek ve protokollerine bağlandığımızı vurgulamak maksatlı mıdır, bilmiyoruz.
Cumhuriyetimizde ülkemize başbakan olmuş, Cumhurbaşkanı olmuş muktedirlerimizin hangileri oğullu resimler vermiş gazetelere sorusuna cevap aramayacağız. Hafızalarda yer eden iki fotoğraftan bahsedeceğiz.
Birincisi, Yassıada kumandanının odasından dünya basınına yansıtılmıştır.
28 Şubat Güven Erkaya’sına, ki Kıbrıs çıkarması sırasında batırılan Kocatepe muhribimizin komutanıydı, rol model olmuş Tarık Güryay’a kumandan dememiz, Hürriyet gazetesinde “Yassıada’da kumandan bendim” isimli bir tefrika yayınlatmasındandır.
Makam odasına aldığı Menderes ailesi resmiyle, şahsında 27 Mayısçıların kibrini ve saygı eksikliğini yansıtan kumandan Güryay, dünya basınına dağıtılan bu fotoğrafla ihtilalcilerin güç gösterilerinin aileleri de kapsadığını ilan etmiştir.
Bir devre adını veren başbakan Menderes’in ailesini bu fotoğrafla tanıyan ülkemiz insanlarının hafızasında tek bu kare yer alırken, ikincisi diye anlatacağınız diğer fotoğraf ise, o ailenin seyre doyulmayan dizi filminin başladığı kart idi.
T.Özal’ın sosyete fotoğrafçısına çektirdik reklamıyla yandaşlık yarışına girmiş kartel gazetelerinde halka sunulan renkli aile görüntüsünden bahsediyoruz.
Resimdeki herkesin mutluluktan yanaklarının allandığı ve basınımızın yegane mutlu Türk ailesi sıfatının peşinde olduğu o görüntü, doğrusu kahvehane duvarlarını süsleyen ağlayan çocuk posterinden sonra “Garp” geleneklerine ve protokollerine uyacağımızın resmi ifadesi olmuştu.
O gün o fotoğrafla aldığınızı, bugün ben bu fotoğrafla vermeyi taahhüt ediyorum. İmza T.Özal.
Derler ki 12 Eylülcü başının makam odasındaki resim altında böyle yazıyordu. Ben inandım.
NERDE KALDIN EY KADI KALMADI BU İŞİN TADI
“Adamın biri müslüman mezarlığına ölü bir köpek gömer.” (Bir köpek ölüsü gömer’dir anlatılmak istenen.)
Sosyal medyadaki bir paylaşım bu cümle ile başlıyordu. Müslüman mezarlığına herkesin herşeyi gömebileceği duygusu işletilen bu başlangıca itiraz da ettirilir ki, o günleri yaşayan geçmiş insanlarımızın canlı olduklarına bir ispat olsun.
Mesele kadıya intikal eder. Köpek ölüsü gömücü tahmin edildiği gibi Kadı’nın mali rakamlarını abartarak onu razı ederken, itirazcıları da susturmuş olur. Yani biz o suskunların çocuklarıyız ve susma hakkımızı kullanma kaabiliyetimizi onlardan almışızdır.
Köpek ölüsü gömücü kişi, neden kamu arazilerine yüksek binalar yaparken kadı ile muhatap olmak istemiyor da bir leş yanında görüntü veriyor? Yahut yönettikleri şehirleri parsel parsel satanları hiç tanımamış mı? Gibi sorular dillere gelmeden, meseleyi bir büyük sultanla bağlıyor paylaşımcılar.
“Ne demiş Fatih Sultan Mehmet? Kadıyı satın aldığın gün, adalet ölür.
Adaleti öldürdüğün gün, devlet de ölür.”
Bu ülkenin geçmişindeki kadılık günlerine kadar gitmeseler de daha yakınlarda yaşanmış bazı olayları bahis mevzuu ederek anlatsalar meramlarını fedakar ve cefakar sosyal medya paylaşımcılarımız, muratlarını daha kolay ve çabuk almazlar mı?
Misalleri biz verelim.
Yassıada mahkemelerinde, idamlar ısmarlanmış savcılar ve hakimler “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” baskısından medet umarken yapılan savunmalar karşısında, o gün Fatih’i unutanların çocukları bugün biraz zorlanma zahmetine katlanıp hatırlayıverseler..
İkinci misali de verelim.
Gençlik cinayetlerini anarşi kılıfına sokarken olgunlaşma da bekleyen sorumlular kurtarıcı oldukları gün tarihe mal ettikleri “Bir o yandan bir bu yandan asmayalım da besleyelim mi?” itiraflarını seslendirdiklerinde, neden bir kadı pardon hukuk insanı çıkıp sipariş üzere kararların Yassıadalarda kaldığnı haykırmadı.
Bir misal daha. Zira ülkemizde böyle misallerden çok var. Bitiremedik bir türlü.
28 Şubat’ın avarakasnak bir generalinin esas duruş istediği yüksek sıfatlı hukuk insanlarımız metastazlı laikçi haller sergilediklerinde mesela, kim çıktı da adaletin öldüğü gün dedi?
Kadı demek, Fatih misali vermek çok ucuz..
AT KALMADIĞINDA KAPLANLARI VURURLAR
“İstanbul Şehir Üniversitesi kapatılmış. Zaten çok berbat bir eğitim sistemi var ülkede. 40 yıllık bir birikimin siyasi mülahazalara kurban gitmesi kötü. Kurucularının siyasi konumu yanlış olabilir, ama ülkenin medeniyet birikimini özümsemiş bir üniversitenin kapatılması vebaldir.”
İktidara yakın Yeni Şafak gazetesi yazarı Yusuf Kaplan bu tweetini sildikten sonra yazdığı izahlı tweetini de silmiş.
“Özür. Önceki tweeti sildim. Silmek zorundaydım. Özür dilerim. Bu kadar hakareti hak edecek biri değilim. Yanlışa yanlış, doğruya doğru dedim hep. İlkem bu. Siyasetin de siyasetçilerin de peşinden koşturmadım. Beni bu konuya çekmeyin lütfen. Derdim hakikat, gerisi teferruat.”
Bir yazar böyle bir tweeti niçin yazmış olabilir? Şehir Üniversitesinin kapatılmasına itirazı vardır. Eğitim sistemini hiç beğenmiyor. “Kurucuların siyasi konumu yanlış olabilir” demesinin yanlışlığı ise ayrı konu.
Fikrinin bu kadarcık kısmını açıkladı diye bir yazar, özürler dileyerek kendini savunmaya çalışıyor. Dikkatimizi çeken kelimelerini, cümlelerini tartışmak istiyoruz sayın Kaplan’ın.
“Silmek zorundaydım” Baskılara boyun eğdiğini itiraftır bu.
“Bu kadar hakareti hak edecek biri değilim.”
Her kelimesi hatalı zayıf bir kurgu. Hemen, ne kadar hakaret sorusunu getirir akla. Hakaret, hak edilecek, edilen bir şey midir. Ceza kanunları niçin vardır. Bir siyasetçi “Ceza artı işkence olmaz” demişti. Ceza artı hakaret olur mu? Sözlüklerde yazılan küçültücü söz, aşağılayıcı küçük küşürücü davranış, onur kırma gibi tanımlar işkence değilse, nedir?
Dahası, “Hak edecek biri değilim” ifadesi hak edenlerin olduğunu saklıyorsa, onlar kimlerdir?
Bugün, yani 20 yıllık bir AKP iktidarında sayın Kaplan “Yanlışa yanlış, doğruya doğru dedim hep.” Savunması yapıyorsa, ne kadar inandırıcı olabilir. Şikayeti, öyle bilinmediğinden kaynaklı iken..
Derdi hakikat olan bir yazarın, yazdığı ve sildirildiği bir tweeti üzerinden sosyal medya hallerimize küçük bir not düştük. Tv kanallarındaki tartışmalardan bunalanlar için…
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.