Eskinin nasıl olduğu sorusu gelir akla, böyle bir tehditle karşılaşınca. Hani bir yerde eski zamanlara özlemle söylenir. Öyle nostaljik duygulanımların hüzün kırıntıları gibi de değildir. Eski, her haliyle güzeldir güya. Her şeyin güllük gülistanlık olduğu zamanlar… Sanırsın Asr-ı Saadet…
O ‘eskisi gibi’ ifadesiyle ne kadar eskiye gidileceği de sorgulanmalıdır elbette. Şayet eskinin şimdiki zamana evrilen yüzünden söz ediliyorsa, evet; haksızlıkların, hukuksuzlukların, adaletsizliğin bitmez tükenmez bir sebilce alıcı bulduğu zamanların geride kalmış olması umulur. Sadece umulur; çünkü geçip gittiğine yahut gideceğine dair en ufak emareye rastlanmaz. Üzerine söz sarf etmenin beyhude olduğu zamanları yaşamışızdır. Yaşandı ve geçti demek isteriz. Yazıktır ki yaşanmış ama asla geçmemiştir. Tam da o eskinin ağır bir bakiyesi olarak, insanlar hâlihazırda hapistedir, aç biilaçtır, cezalıdır, yersiz yurtsuz bırakılmıştır, görevine iade edilmemiştir, konuşamaz hale getirilmiştir, hak talep edemez durumdadır, baskı ve tahakküm altındadır. Şimdi bize ‘hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ dayatmasıyla gelirler; ona da eyvallah deriz. İnsanlığın altından tutuşturdukları ateş sürekli harlanır. Elbet bir kaynama, bir taşma noktası vardır deyip bekleriz. Kaynamaz. Taşmaz.
Dikte ediciler ‘eskiye rağbet olsaydı bitpazarına nur yağardı’ cinsinden atalarının boş sözlerine de teşnedir. Kimsenin geriye dönmek gibi bir derdinin olmadığını; kelimenin tam anlamıyla ‘yarattıkları’ her yeni şarta alışmak hususunda fevkalade aceleci davranıldığını, her yeni şartın profesyonel ön libero oyuncusu edasıyla göğüste yumuşatılıp ayağa indirilerek oyuna sokulduğunu gayet iyi bilirler. Bu sebepten hiçbir yeni dayatmayı sertçe, gelişine vurmak suretiyle öne sürmezler. Usul usul, ürkütmeden, bir yerde Yeşilçam klasiği tadında Nuri Alço yaklaşımıyla karıncaya hallenip belini de incitmemeyi hesaplayarak yaklaşırlar. Mesela aniden onbeş gün sokağa çıkma yasağı ilan edilmez. Aralıklarla bir iki günlük yasaklar dikte edilir ki toplum hem baskıya alıştırılabilsin, hem de aç-açıkta kalmaktan şikâyet etmesindir. Mesela önce teker teker terörist, hain damgası yemiş yazarlar, gazeteciler, siyasetçiler toplanır; sonra sıra kamyonculara, kâğıt toplayıcılarına, internette sayfası müdavimlerine gelir. Muktedirler artık ‘hayatınızın her anı benim elimde şekillenecek’ iddiasında bulunsa yeridir. Memleketine tatile gitmek için vergi ödemek zorunda bırakılan insanlar, yarın değil memleketin bir şehrinden diğerine gitmek, ekmek almaya gitmek için bile izin belgesi çıkarmak zorunda bırakılır. Ancak tüm bunlar ve benzerleri aşama aşama uygulanır ki gönül rızasıyla uyum gösterilebilsin. Zaten itiraz etmek de söz konusu değildir; her anlamda tecavüze uğrayanın şikâyete yeltenmesi yasaklanmıştır.
Her yönüyle kuşatılmış, ucuzlaştırılmış insan hayatı daha ne kadar zorlaştırılabilir? Anlarız ki hiçbir şey eskisi gibi olmayacak sözü apaçık bir tehdittir. Halkların böyle tehditlere pabuç bırakmaması umulabilir mi? Umulsa, eskinin cazip hangi tarafı bulunur? Zaten eğitimsiz bırakılmış gençler kitap okumak için yanıp tutuşur; zaten işsiz bırakılmış insanlar bir işe başlamak için ısrarcı davranır; zaten kepenk kapatmak zorunda bırakılmış esnaf işine mi koşturur? Eskisi gibi olmayan şartlar, bundan böyle sermaye de piyasa da para pul da sağlık, adalet, eğitim, ekmek, dil, din, ibadet de benim elimde demek için zemin oluşturmaktır. Otoritelerin istediği kadar özgürlük, minik beyinlerin arzuladığı kadar inanç; izin verdikleri kadar ihtiyaç söz konusudur. Yaşadığımız günler ise daha kötülerine gebedir, lakin her duruma alışmak, alıştırılmak konusunda dirençsiz kılınmış ruhumuz, çok daha kötü şartlara da rıza göstermeyi becerecektir. Nitekim yine atalara izafe edilen söze göre; ‘alışmış kudurmuştan beterdir’. Kudurmuşçasına bir alışmak furyasıyla karşı karşıyaysak, daha beterine layık olduğumuz söylenebilir. İnsanların beterin beterini görmek istercesine akıllanmaz, uslanmaz, aymaz bir tavrı sürdürüyor oluşu hayreti muciptir. Bir başka ve çok daha etkili, yakıcı, can alıcı, hayat karartıcı virüs, ruhunuza sirayet etmiştir.
He o elinize alıp oyalandığınız telefonlarınız, bilgisayarlarınız için de ‘düzenleme’ gelir, aniden düzenleniverdiğinizi görür, ona da rıza gösterirsiniz. Tüm halkları pısırıklaştıran sistemleri, aklınızın kurgulayabileceği alternatiflere kadar sirayet eder.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.