Bir ay önce ne kadar da sıradan ve normaldi hayatlarımız. Fazlasıyla tekdüze ve rutin bir seyri vardı. Ömür törpüleyici tonda bir yeknesaklık içinde, yılları tükettiğimiz bir fasit daireyi andıran, birçokları için tünelin ucundaki ışık olarak emekliliğin görüldüğü, çoğunluğun ise o çıkışı bile hayal edemediği bir can sıkıcı mecburiyet olarak görünüyordu hayatın seyri. Bir ay öncesine kadar hayatlarımızın birdenbire bir kesintiye uğrayacağı, ömürde bir kez rastlanabilecek bir kırılmanın içinde kendimizi bulacağımız, hayal bile edemeyeceğimiz gelişmelerle tekdüze hayatlarımızın apansızın görülmemiş bir altüst oluş yaşayacağını hangimiz düşünebilirdik?
Daha 25 gün önce Çin’de yaşananları, bir felaket veya bilim kurgu filmini izlediğimizden biraz daha dehşetle, biraz daha korkarak ama gerçekliğini çok da algılayamayarak izliyorduk. Bugünden o güne bakınca, o günün hayatımızın bütününü geçirdiğimiz normallerini, koşullarını bugünkü aklımızla düşününce dehşete kapılıyoruz. Sanki 25 gün değil de, 25 yıl öncesini canlandırıyor ve “ne kadar da tuhafmış” diye hayıflanır haldeyiz. Dışarıda nasıl da rahat ve güvenle dolanabildiğimiz, otobüslere, metrolara binerken sadece sıkış tepiş gitmeyi dert ettiğimiz, dışarıda binlerce insanla haşır neşir olduğumuz ortamlarda ne kadar da gamsız olduğumuz, ömrünün sonbaharında ilk gençlik yıllarını anımsayan bir ihtiyarın maziyi yâd edişindeki iç çekişler gibi hayatlarımızın baş köşelerinde yankılanıyor bugünlerde. 25 güne ne kadar da çok şey sığabiliyormuş. Ve değişim denen vakıa, her zaman bir süreç gerektirmiyor, bazen bir anda bile olabiliyormuş.
25 gündür evde oturanlar, daha doğrusu oturabilme imkânına veya şansına sahip olanlar olduğu gibi bu fırsattan, imkândan veya şanstan mahrum olanlar da var. Özel aracı olmayan, toplu taşımayı kullanmak mecburiyetinde olanlar… Hayatın insanların sırtına yüklediği ve “dünya yıkılsa” vazgeçilemeyen zaruretler, Anadolu irfanının “ekmek parası” diye gayet güzel özetlediği hayat gaileleri, Sait Faik’in tabiriyle “medar-ı maişet motoru”nu çalışır halde tutabilmek kaygıları derken, “evde kal” çağrılarına rağmen dışarıya çıkmak zorunda olan insanlar… Geçim derdinin, ”can derdinin” bile önüne geçmesi böyle bir şeymiş demek.
Çünkü faturayı ödemezse misal elektriğini keseceğini, “kötü gün” falan dinlemeden “şak!” diye tebligatla birlikte alnının ortasına “çakan” firmalar, kirasını ödemezse kafasını şişirecek olan ev sahibi vs. var. Ne kadar olağanüstü bir süreci yaşasak da kimsenin kimseye merhameti yok; tersine çarşıya, pazara gidince paraya ihtiyacı var. Dünyayı teslim alan olağanüstü koşullar, yüz yılda bir görülecek bir kaotik hal veya katastrofik bir ortam bile hayatın gerçeklerinden daha ağır değil maalesef.
Bir ay önce aklımızdan geçenler, kafamızda yer etmiş düşünceler, kaygılar, planlar, birdenbire buharlaşıverdi. Önümüzü göremeyen bir durumdayız. Okulların ne zaman açılacağını, dışarı ne zaman çıkacağımızı, hayatın gerçek manasıyla ne zaman “eskisi gibi” olacağını kimse bilemiyor. Sadece tahminler ve temenniler var. Belki de hiçbir zaman “eskisi gibi” olamayacağı endişeleri de var artık akıllarda.
Bu kadar olana rağmen hâlâ Bebek sahilinde “gezintiye çıkıp”, “bizi kimse evde tutamaz” diyenler var mesela. Doğru, tutamaz! Topluluk halinde horoz dövüştürenler, sahil yolunda yarış yapıp yetmezmiş gibi bir de yol ortasında 50 kişi “dansözlü parti” rezaleti yapanlar, kavga edip ”sosyal mesafeye” riayet etmediklerinden ceza alanlar… Eldiveni, maskeyi kullanıp caddelere, sokaklara, marketlerin alışveriş arabalarına atanlar… Durumu şüpheli olduğu için karantinaya alınıp “can sıkıntısından” veya “aklına estiğinden” karantinadan kaçanlar… WhatsApp grubu kurup, hangi köy yolundan gitmeleri gerektiği veya ateşleri varsa hangi ilaçları almaları gerektiği konusunda “fikir alışverişi” yapanlar… İçinde bulunduğumuz durum, hayatımız boyunca yaşadığımız hiçbir deneyime benzemese, aklımız ve hafsalamız almasa bile kendimizden bir tat almayı başarıyoruz son tahlilde.
Neyse ki, çoğunluk insanımız makul, mantıklı, aklıselim ve sorumlu davranıyor da içimizdeki absürtler yüzünden şimdilik durumumuz çok da kötüye gitmiyor.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.