Kabataş’tan Hacıosman’a giden bir otobüse zor bela kendimi attım. İçerisi iğne atsan düşmeyecek şekilde. İçeride bir adamla bir kadın birbirine bağırıp duruyor. Sanırsınız canlı yayın televizyon programı var. Millet, biri orta yaşlı diğeri tam yaşlı iki insanın avurtları yırtılırcasına birbirlerine bağırışlarını izliyor. Kavgaya karışan kadının yanında muhtemelen kızı ya da gelini olan çocuklu bir genç kadın oturuyor. O kavgaya hiç katılmıyor. Otobüse sonradan bindiğim için kavganın sebebini anlamaya çalışıyorum. Orta yaşlı kadının önde kalabalıktan yüzü zor seçilen yaşlı adama “Sen nasıl bir insansın, hiç mi anlayış, kavrayış yok sende? Bir çocuğun ağlayışına laf ediyorsun!” diye kükremesinden anlaşılıyor ki yaşlı adam annesinin kucağında kavgadan az evvel susmaksızın ağlayan bebekten rahatsız olup annesine çıkışmış. “Sen nasıl annesin, sustur şu çocuğu!!” diye tahammülsüzlük göstermiş. Tahammülsüz adamın yanında kızı babasının ağzını avucuyla kapatıp bir yandan susturmaya çalışırken diğer taraftan kadından tarafa dönüp “babam şeker hastası, ondan böyle davranıyor; lütfen büyütmeyin” diye etrafı yatıştırmaya çalışıyor. Karşı tarafta kadın hiç durur mu “Ben de şeker hastasıyım, sen benim şekerimin kaçta olduğunu biliyor musun?” diye yırtınıyor. Ağlayan bebek vaziyeti anlamış gibi çoktan susup derin bir uykuya dalmış. Ortada bir ağlama sorunu falan da yok. Üstelik şimdi de yetişkinler çıkardıkları kavga ve gürültüyle bebeğin keyfini kaçırıyorlar. “Ah” diyorum bebeğin dili olsa da annesinin kucağından oracıktan kalabalığa “Kapatın şu iki insanın çenesini, susturun şunları!” diye seslense. Bizim şehir içi otobüslerimiz bir türlü Avrupa Birliği standartlarına ulaşmadı nedense. Çocuğun ağlamasından rahatsız olup susturmaya kalkan yaşını başını almış bir adam başkalarının da kendi sesinden rahatsız olacağına hiç ihtimal vermeden evladı yaşındaki kadına verip veriştiriyor. Bu nasıl bir büyüklüktür? Yaşlandığı halde ihtiyar sahibi olamayan ne çok insan varmış meğer. Toplu taşıma içerisinde davranış kurallarını daha yoğun olarak anlatmak da bir çözüm olmuyor ne yazık ki. Zira ilk başta otobüsü insanların mahrem mesafesini işgal edecek denli sıkış tıkış doldurmakla işe başlamak lazım. Bu kalabalık içerisinde ne kanun haylar ne de âdâb-ı muaşeret kuralları. Halkın medeni davranış biçimlerini toplumsal hayat içerisinde zorlanmadan gösterebilmesi için öncelikle insani yaşama şartlarının hazır olması gerekir. Toplu taşıma sadece orta ya da dar gelirli insanların kullandıkları bir ulaşım vasıtası değil, her sosyoekonomik katmandan kişinin rahatlıkla yolculuk edebildiği bir zemin olmalıdır. Gerekmediği halde toplu taşım imkânı varken kendi özel otomobiliyle üstelik tek başına trafiğin kahrını çekmek pahasına yola çıkan sürücüleri anlama işini ise sosyologlara bırakıyorum.
DERDİMİZE ÇARE BİR ÇİÇEK
Sinan Terzi gerçekten soy adına uygun titiz ve de yakıştıran bir terzi ustası. Kumaştan çalmıyor, tam tersi kumaşın fazlalıklarını bir kenara ayırıp ondan yastıklar, minderler yapıyor. Bir hikâyecinin ilk hikâyeleri “küçürek” olabilir mi? Neden olmasın? Sözü hikâyede de tasarruflu kullanmak az hüner değil. Sinan Terzi’nin hikâyelerini okurken öyle kısa öykü ya da kıpkısa öykü falan okuyor gibi olmuyor insan. Sosyal medya denilen ortamı edebî bir mecra haline getirebilmek mümkün. Sinan Terzi, bu mecrada oluşturduğu okuyucu kitlesini de peşine takarak yazdığı hikâyeleri gün ışığına çıkarmış. Ben buna “kuvveden fiile çıkarma” diyorum. Nedendir bilmem, ben sosyal medyayı potansiyel bir güç ya da fiiliyata henüz geçmemiş bir kuvvet olarak görüyorum. Kitabın ismi nerden mi geliyor? Çok vakit almayan bir uzaklıktan. Kulak verelim: “O günün üzerinden otuz sene geçti nerdeyse. Dedem yok, bahçe sessiz, İstanbul gayya kuyusu. Radyoda bir reyhani türküsü: “Belki derdimize çare bir çiçek…” Memleket, İşkodra memleket!”
Sinan Terzi’nin hikâyeleri renkli ve şenlikli hikâyeler. Hayatın içerisinden dışarıya pek taşma meyli göstermeyen hayatından son derce memnun hikâyeler sanki. Bazı vakalar âdeta hayatın içerisinde hikâye olmak için meydana gelmiş gibi. İpsizin Cemalettin, Bilgisayarcı Metin, Çaycı Hamdi, Çift Tabancalı Muhtar İsmail abi, Totocu Nedim’in oğlu Cemil, Arnavut Aguş Dede, Pelvan Salim Ağa… Daha sayayım mı? Hele bir de “Toplu Taşım Büyüsü” diye bir hikâye var ki kitapta ilk yazımda bahsettiğim manzaradan daha feci!
Küçük olayların büyük bir karnı var, bunu hikâyeye dönüştüğünde daha iyi anlıyor insan. Yer yer mizahi, çoğunlukla evin içine ve sokağın ortasına ayna tutan bu hikâyeleri gündelik hayatta kendi yaşayıp tanık olduklarınızla yüzleştirin derim. (Derdimize Çare Bir Çiçek-Sinan Terzi-Ötüken Yayınları)
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.