Küçük sardalya balıkları düşmanlarına karşı korunmak için sıkı bir yumak oluştururlar. Gerçekten oluşturulan bu yumağın hareketleri, kıvır kıvır dalgalanmalar suretiyle benzersiz bir dans gösterisine dönüşür. Ritmik kıvrılışları yalp yalp ışıltılar saçarak eşsiz figürler ile sergilenir. Şiddetli rüzgârın önüne katıp sürüklediği ince tabakalar halindeki bulut kaynaşmasını hatırlatsa da, suyun içindeki sardalyaların gösterisi yine de kendine özgüdür.
Ne var ki, sardalyaların söz konusu yumak hareketleri, dıştan gözleyene emsalsiz zevkler tattırsa bile, aslında bir ölüm-kalım, korku ve korunma çırpınışıdır. Tek veya küçük kümeler halinde birleşmeleri, avcıları için pek engel oluşturmuyor olmalıdır. Yumak halinde birleşip hareket etmeleri, az da olsa onlara hayatta kalma fırsatı vermektedir, diye düşünülebilir. Bir dereceye kadar bu durum onlara güvence sağlıyor olmalıdır, ama bu güvencenin nisbeti, oranı, ihtimal pek düşüktür.
Avcıları arasında, avlanmaları için en zekice, en başa çıkılmaz görünen yöntemi yunuslar uygulamaktadır. Grup halinde hareket eden yunuslar, sardalya yumağını, birbirine bağlı çember kuşatmasına alarak dağılmalarını engellerken, çember ekseninde dönerek kuyruklarını deniz dibine vurup kumları toz bulutu gibi kaldırıyorlar. Çok geçmeden her çemberin içi kumlarla bulanıyor ve şaşkına dönen sardalyaları kolayca avlama imkânına kavuşuyorlar. Bunu böylece sürdürdükleri takdirde, hedeflerini gerçekleştirmeleri kaçınılmaz oluyor, sonuçta yumaktan geriye yok denecek kadar sardalya kalıyor. Tabii yunusların hedeflerine varmalarında en önemli unsur suyun derin olmamasıdır. İşte bu unsur ortadan kaldırılabilirse, sardalyalar, yunusların emellerini boşa çıkartabiliyor, bir anlamda onları alt edebiliyorlar: Fırsatını kollayıp derinliklere kaçabilmek o da.
Sardalya çağrışımından hareketle, Müslüman toplumların dünden bugüne evrilen acıklı halleri irdelenebilir. Sardalyalar gibi büyük kümeler, hele büyük yumaklar şeklinde tezahür ederek varlıklarını korumaya alıp güvenlikli bir dünya oluşturdukları, ne yazık ki, kısa süreli olmuştur. Tartışmasız, Müslüman toplumların prototipi ya da arketipi “ümmet” kavramında içkin ideali barındırır. Kaygan ve saptırıcı bir deyim olan “reel-politik”, yunusların çemberi ve kuyruklarıyla kaldırdıkları kum bulanıklığına benzetilebilir. Yunusları tenzih ederek, avlanmaları için başvurdukları yöntem de dahil, burada emperyalizm ve kapitalizm yansımalarını mutlaka hesaba katmak gerekmektedir. Yine mutlaka emperyalizmin ve kapitalizmin, dünyanın başka bölgelerinde uygulanışlarıyla, tezahür tarzlarıyla benzerlik aranmasının oldukça yanıltıcı ve saptırıcı olacağıdır. Aslında, farklı yöntemler gibi bir yöntem sorunu olan Weber’in “Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu” çalışması, bizzat bir çok Protestan sosyal bilimci tarafından eleştiriye tabi tutulurken, son onlu yıllarda, özellikle ülkemizde “muhafazakâr” çevreye niçin ısrarla tavsiye edildi?
“Bereketli Hilal” kuşağında bulunan Müslüman toplumların, zaten avcıları durumunda olan rejimler bahanesiyle coğrafyaları, tarihleri ve nüfusları kıyıma tabi tutulurken (Irak, Suriye, Filistin, Afganistan, Yemen), emperyalizmi ve kapitalizmi anmamak, bilerek aymazlık sayılmayacak mı?
Ve niçin, Humeyni’nin nitelemesiyle “Büyük Şeytan” ve küçük paydaşlarının sanal yalanları, olgular ve gerçeklerin yerine ikame ediliyor?
Çünkü sardalyalar misali, Müslüman toplumların ve toplulukların içine, yönetim aygıtları, siyasi rejimleri, adeta bir köpek balığı gibi yerleşmiş ve yerleştirilmiş bulunduklarından, bırakınız kendi var oluşlarını gerçekleştirmeyi, asgari düzeyde dıştan gelecek tehlikelere karşı korunmasız, üstelik savunmasız durumda kalmaktadırlar. Bundan daha öncelikli olarak, Müslüman toplumlar ve topluluklar kendi içlerinde birbirlerine karşı, düşman konumlarda bulunduklarının bilincine varamayacak kadar umarsız bir halde çırpınıp durmaktadırlar. Böyle bir bilince ulaşmanın yol ve yöntemi, aslında çok kolay ulaşılacak mesafede olmasına rağmen, mantıklı ve sağlıklı düşünmenin ufuk açıcı imkânını bir türlü fark edememektedirler. Ondan önce de, diriltici, onarıcı, halihazırdaki şart ve durumların muhasebesini getirecek bir özeleştirinin zorunluluğunu ve önemini takdir edememektedirler. Bu bir yakaza veya tavşan uykusu hali değil, adeta bir “mankurtluk” nöbeti gibidir.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.