Sanki bütün meseleleri çözülmüş, herkesin her şeyi bildiği bir zaman dilimine geldik. Ya da bir şekilde öyle hissettiriliyor. Kim tarafından? Diye soruyorsunuz biliyorum. Ancak cevabı bilmiyorum. Ve fakat baktığımızda birçok iz bu sonuca ulaştırıyor. Herkes her şeyi biliyor, bildiğinin de herkes tarafından bilinmesini istiyor. Tuhaf değil mi hiç kimse haksız değil ve herkes olabildiğince haklı ve daha çok haklı olduğunu düşünenler kendilerinden daha az haklı olduklarını düşündüklerinin de kendilerine hak vermesi için olmadık bin bir numaranın peşinde koşuşturuyorlar. Öyle ki haklılıklarının tescillenmesi konusunda aşırı uçlara kadar gidip gelebiliyorlar. Daha haklılığın en önemli faydalarından biri de ne kadar çelişki yaşarsan yaşa haklılık katsayın seni ayıplanmaktan, yadırganmaktan ve de yanılabilirlikten muaf tutuyor olmasıdır.
Sen, olmaz da hani olduğunu varsayalım, hadi siz de vehmedin, bir muhasebe yaptın ve hasbelkader dedin ki “ben haklı değilmişim, yanılmışım.” O zaman hem daha az haklı olanlar ile haklılığı ile elitleşmiş bir takım öz hakiki haklılar tarafından bir ağızdan bir yaygara koparılıp, “sen yanılamazsın” haklısın ve en çok sen haklısın marşı söylenir. Bin pişman olarak aklından bile haksız olabileceğini geçirdiğin için kendini ayıplamak istersin sonra bundan pişman olarak, ne ayıplayacağım kendimi elbette en haklı benim” dersin. Haklı olmak, her şeyi bilmek (!), aslında kısaca bir kaçma hikâyesidir. Neden kaçmak? Güncelden, gündemden, alışkanlıklardan ve boşluklardan değil, tabi ki de; hakikatlerden, bilme arzusundan, muhasebe yapabilmekten, mesuliyet alabilmekten kaçmak.
Kara delikler her geçen gün daha çok zihinlerde açığa çıkıyor. İnsan’ın hayret diyebileceği veya büyük şaşkınlık duyabileceği gerçekte ne var ki? Ya gerçek öyle değilse diye, kendine hiç sorabilmeyi başardın mı? Hiç etrafında olup bitenden kuşku duydun mu? En son ne zaman, içinde bir şeyler gerçekten seni kendini görmeye davet etti. En son ne zaman “uyumsuz” oldun? Ya da farklılığını keşfedebildin mi? Hiç kendine aynadan baktığında ne kadar çok bilmediğini, sadece senin haklı olmadığını başkalarının da haklı olabileceğini kendine söyleyebildin. Anlıyorum hayat yorucu ve her şeyin kolayı var, vicdanı temize çıkartmanın da bin bir türlü yolu elbette vardır. Ve sadece bilmekte yetmiyor çoğu zaman…
Bilgiçliğin, haklılığın tuhaf bir şekilde yol almasında başat bir rol oynayan ötekini yargılamak aslında işin kolayıdır. Çoğu zaman, güncel olan her hangi bir zahmet içermediği için; bir sorumluluk yüklemediği için yargıların egemen olduğu bir rotada seyrediyor. Oysa anlamaya çalışmak haddinden fazla zordur. Bin bir türlü emek ister; sabır, hoşgörü ve hepsinden öte kendini ötekinin yerine koyabilme gibi zahmetli süreçler ister. Düşünmek de bunların başat eylemidir. Çünkü soruları olan, şüpheleri olan insanlar için düşünme işi faaliyete geçer. Zaten düşünebildikçe yargılar yıkılır, haklılıklar dağı aşılabilir. Aksi takdirde her şeyi bilen, her zaman haklı olabilen bir dünyanın en azından ar damarında bir çatlama olduğunu ifade edebiliriz. Arsızlık bir hastalık olarak bu çağın en büyük belası olabilir.
Sürekli kendini duymak ne büyük yorgunluktur. Ne büyük bahtsızlıktır. Bu çağ bir şekilde sadece kendi mırıltılarını, uğultularını kişiye haklılık olarak sunma konusunda maharetli bir çağdır. Bu da elbette kişiye geniş bir hadsizlik hakkı tanımaktadır. Haddi olmayan, haddini bilmeyen bir insan, dünya için ne büyük sorundur. Arsız, hadsiz ve her şeyi bilen her konuda haklı olan insanların arasından nasıl insan hakikatin sesini duyabilir ki? Nasıl gerçek manada kendi dip sesini duyabilir ki? Bütün bunların eşliğinde düşünen, üreten ve özne olabilen bir insan elbette en az kendi sesi kadar diğer seslere de, sözlere de kulak kesilebilir. İşte o vakit gerçek bir duyum gerçekleşebilir. Peki, sen hiç bir başka ruhun ıstırabını, bir başka gönlün sızısını hatta en yakınında yani bedeninin içinde kendi sızını duyabildin mi?
Bunu duyabildiği oranda insan, bütün yargılara, bütün engellemelere rağmen; ilkleri ve ahlakı ile kendini koruyabilir ve hakikati temsil edebilir. Diğer türlü sınırını bilmeyen, bir değer taşımayan akıntıya kapılmış bir gemi gibi geçip gidilebilir. Yıllarca sürüklenirsin, yargı dağıtırsın sağa sola ve de bin türlü konu hakkında ahkâm kesersin ancak hayat geçip gitmiştir ve dönüp hayatı tashih edecek zamanı bulamayabilirsin. Duymak için dinlemeye, anlamak için sormaya, düşünmek için durmaya ihtiyaç vardır. Binaenaleyh çağını duyabilmek için kendini duyabilmen gerekir. Hayret edebilmek, kuşku duyabilmek kendi diplerine sondaj vurabilmek adına gereklidir. Sınırlarını bilen insanın gıdası da ilacı da bellidir. Ya senin ilacın! Hoşça bakın zatınıza…
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.