Ramazan ayındayız. İbadet ve cihat ayı… İslâmî hayatın yoğun yaşandığı bir dönem… Rahmet ayının neşesi Müslümanları kuşatmış durumda. Kardeşliğimizi doyasıya yaşıyoruz. Dünyanın her yerinde aynı atmosfer… Saflarda omuz omuzayız. Tefekkür zirvede. Hepimizde mazlum ve mağdur insanların acılarını dindirme gayreti olmalı. Kur’an atmosferine girmenin gereği bu.
Mübarek ayda medya vaizlerinin sayısı iyice arttı. İşinin hakkını veren, ihlâs ve samimiyetle halkı irşat etmeye çalışan muhterem hocalarımız başımızın tacı. Allah sayılarını artırsın! Onlara minnettarız. Ancak, İslâm’ı reytinge kurban eden, dünyalık ve itibar kazanma aleti haline getiren din bezirgânlarına karşı uyanık olmalıyız.
İslâm, müstesna mevkide olan en büyük değerimiz. İnsanlık için kurtuluş mesajı. Sahibi Allah (c.c.). İslâm’ın tebliğ ve davetini yapanlar dünyalığa tamah etmemeli. Zenginlik isteyenler kendilerine dinden başka alan aramalı. Ramazan ayı girerken sosyal ağlarda bir karikatür vardı: “On bir ayın sultanı” diyerek paraların arasına gömülme sevinci yaşayan meşhur bir hoca görüntüsü. Hocalarımız böyle bir imajla anılmaktan kaçınmalı.
Din en hassas alanımız. İslâm davetçileri evrensel mesajdan esintilerle gönülleri ferahlatmalı, insanların dertlerine derman olacak çözümler sunmalı. Dünya ve âhiret saadetinin yalnız İslâm’da olduğunu hatırlatmalılar. Günübirlik söylemler içinde boğulmamalılar. “Günün adamı” olmak yerine, çağları aşan mesajın sesi olmalılar. Her ortamda İslâm’ın kutsiyetini korumalı; onun Rabbimizin bir “emanet”i olduğu şuuruyla görev yapmalılar.
KURGULARA DİKKAT!
SAMİMİ bildiğim bir hocaefendinin TV’de canlı yayınlanan bir programını izledim. Oluşturulan stüdyo ortamıyla misafirlerin görüntüsü ilim öğrenme ciddiyetine uygun değildi. Hanım sunucu da öyle. Sunucu reytingi artırmak için hayret, merak, ilgi uyandırıcı söylem ve hareketlere girişti. Cevap vermek durumundaki hoca yer yer konu mankeni durumuna düştü. Olayın merak uyandıran noktasında reklâmlara girildi.
Programda “kurgu” olduğunu düşündüren bir olay yaşandı. İsmini vermek istemeyen hanım izleyici, hoca olan damadının kendisine “sarkıntılık” yaptığını anlattı. Sunucu, yersiz bir konuyu reyting amaçlı iyice abarttı. Cevap vermek makamındaki hoca adına yorumlara girişti.
Bir soru üzerine, hocaefendinin hayır olarak verilen doların artmasıyla sevabın da artacağını söylemesi gülüşmelere sebep oldu. İlim meclisi ciddiyeti kayboldu. Programda hocalarımızı rencide edecek münferit bir olaya yer verilmemeli; sarığın leke götürmeyeceği bilinmeliydi.
TV’lerde İslâm’ın konuşulduğu programlarda konunun hassasiyeti düşünülerek hocalarımız şartları kendisi belirlemeli. Bunlara uyulmayacaksa programa çıkmamalı. İslâmî konuları ayağa düşürmeye, itibarsızlaştırmaya, reytinge kurban etmeye hakkımız yok.
Canlı yayına çıkan hocalarımız her soruya cevap vermek zorunda değil. Kişinin bilgisinin çokluğu her konuya vakıf olduğu anlamına gelmez. İmam-ı Azam Hazretlerinin kürsüde sorulan soruya “bilmiyorum” demesi üzerine, soru sahibi, “Bir de kürsüye çıkmışsın” deyince şu cevabı verdi: “Ben, bildiklerimle buraya kadar yükseldim. Bilmediklerimin üzerine çıksaydım başım göğe değerdi.”
MÜZAKERE ÜSLÛBU YOK
SAHİBİ Rabbimiz olan İslâm dini gibi bir alanda konuşabilmek için yeterli bilgi ve donanıma sahip olmak gerek. Önüne gelen din hakkında ahkâm kesemez. İslâmî ilimlere vakıf olanlar, konuları aralarında müzakere etmeli; sonucunu halka duyurmalılar. Peygamber Efendimizden (s.a.v.) sonra vukuf ehli ulema birlikte müzakere yöntemini benimsediler. Saygı ve hürmet üslûbunu korudular. İlmin afetlerinden kaçındılar. Kibir ve gurura meyletmediler.
Biraz Ezher Üniversitesi’nde okuyup okulunu bitirdiği şaibeli olan bir hocaefendi var. İlmin dayandığı temelleri alt üst edecek sözlerle önüne geleni suçluyor. Halkı hakem yaparak konuşuyor da konuşuyor. Olayların formülü niteliğindeki ilimlerdeki “usul bilgisi”ni yok sayıyor. Zihinleri bulandırıyor. Hâlbuki önce görüşlerini vukuf ehli hocalarla müzakere etmeliydi. Her şeyi yalnız kendisi biliyormuş gibi gezip dolaşıyor.
Ezher uleması asırlardır nice ihtimalli konuları aralarında müzakere ederler. Sonuçları halka duyurur, uygulamaya sunarlar. Söz konusu hoca, ulemanın kendi aralarında müzakere ettiği konuları halkla müzakereye kalkıyor. Halkın konuyu müzakere etmek için hazırlığı, birikimi, alt yapısı yok ki! Bu yöntemle yapılan çalışmaların bereketi olmuyor.
Yöneticiler ve âlimler, toplumu ayakta tutan iki temel sütundur. Hocalarımız sorumluluk anlayışıyla Allah’ın hak dinini doğru temsil etmeye çalışmalılar. Âlimler bozulursa toplum bozulur. İslâm, istişareyi emreder. Hocalarımız da istişareye önem vermelidir. O zaman isabetli kararlar verir; halkı da güzel bir usule teşvik etmiş olurlar.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.