Özgürlük kavramı, düşünürlerin ve akademisyenlerin çokça kafa yorduğu ve üzerine çalışma yaptıkları kavramların başında gelir. Literatüre bakıldığında birçok tanımlama ile karşılaşmak mümkündür. Ancak genel geçer tanımlamalara bakıldığında özgürlük, kişinin herhangi bir engelleme veya kısıtlama olmaksızın istediği gibi konuşabilme, hareket edebilme ve değişebilme gücü veya hakkıdır. Özgürlük genellikle “kişinin kendi yasalarını kendisinin koyması” anlamında serbestlik ve özerklik ile ilişkilendirilir. Bir başka tanıma göre (özellikle fen bilimciler böyle kullanır) ise bir şey değişebiliyorsa ve mevcut durumunda kısıtlanmamışsa “özgürdür”. Yapılan her tanım ve değerlendirme mutlak ifadelerin aslında ne kadar tehlikeli ve sorunlu olduğunu göstermektedir. Zira kavramın nerede duracağı ve ne ile sınırlanacağı belirsizliği söz konusudur.
Bu nedenledir ki, sadece Türkiye’de değil tüm dünyada özgülük kavramı belki siyaset alanında en fazla dejenere ve suiistimal edilen kavramlardan biridir. Nitekim bugünün dünyasında her şeyi, her konuyu, her alanı özgürlükler üzerinden anlamak veya anlamlandırmak gibi bir bakış açısı ciddi manada kendine yer etmektedir. Bu da bilerek isteyerek ve kasıtlı olarak yapılmaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki; empati yeteneği, vicdanı, sorumluluk bilinci, Allah’tan korkusu vesaire ne derseniz deyin böyle duyguları olmayanlar için özgürlük ancak anarşi ve zulüm ortaya çıkartır. Ve zulüm ve anarşinin olduğu yerde ne devlet kalır ne de düzen.
Bugün kutsanan ve her konuda olmazsa olmaza dönüştürülmeye çalışılan bu kavram toplumları iyi veya kötü bir arada tutan tüm kavramlara saldırmayı ve güya “tabuları” yıkmayı hedeflemektedir. Bunun en bariz göstergesi de sanat üzerinde görülmektedir. Sanatın birçok kıymetli yönünü ve özellikle de insan ruhuna hitap eden bir konu olmaktan çıkartarak özgürlüğün sınırsız ve pervasız bir şekilde yaşandığı bir yere dönüştürmeyi bir marifet sayan bakış açısı inşa edilmektedir. Elbette sosyal sorumluluk üzerinden bir değerlendirme yapılarak sanatın ve sanatçının toplumdaki vazifesinin önemini ifade etmek gerekir. Ancak bu sorumluluk topluma rağmen iş yapma toplumun tüm değerlerine yönelik saldırı gerçekleştirme manasına gelemez.
Bir karikatür dergisinin yapmış olduğu densizlik sosyal, siyasal ve kültürel dünyamızda ciddi yankı uyandırdı. Buna cevap vermek, kınamak, bir şeyler söylemek hepimizin önceliği olmalıdır. Burada dikkat edilmesi gereken şey tarz provokatif eylemleri yapıp veya yaptırıp bunu özgürlük sınırları içinde değerlendirmemizi isteyenlerin varlığıdır. Sanatın eleştirel yönü olsun, sınırları zorlasın peki, bunun sınırı ne olacak, buna kim dur diyecek, daha önce de defaatle yaptıkları hakaretlerin sınırı neresi olacak.
Bakınız kimse inanmak zorunda değil, kimse inandırmak için de çalışma yapmasın. Ancak bir şey alenileşir ve sıradanlaşırsa toplumu toplum yapan kurallar, değerler ve hatta ritüeller ortadan kalkarsa oraya artık bir toplum diyemeyiz.
Son dönemdeki savaşlar bir kere daha göstermektedir ki; birlikte hareket etmek, birbirimize sahip çıkmak ve bu toplumu bir arada tutmak dışında ortak iyimiz yoktur. Bunu tüm bağlardan, tüm aidiyetlerden bağımsız olarak ele almak şarttır. Zira Siyonistler kendisi ve diğerleri tanımlamasında diğerleri kümesini laikler, dindarlar, sağcılar, solcular, aleviler, Sünniler, Müslümanlar, gayrimüslimler olarak ayrıştırmıyor. Bizler onlara göre hayvanımsı varlıklarız. Ve büyük İsrail kurulduğunda hepimiz onların kölesi olacağız. Bunu her seferinde tekrar ifade etmek istiyorum. Zira İsrail ordusuna askerlik için dilekçe veren zavallıların tek derdi. Bu “Müslümanlara veya siyasal İslamcılara ancak bunlar ders verir” mantığı ile hareket ediyor.