Mehmet Ocaktan seksen kuşağı şairlerinden. Siyasete atıldı, vekil oldu, gazeteci oldu. Şiir onu bu meşguliyetler arasında bırakıp gitmeye kalkışsa da eminim o şiiri hiç bırakmadı. En azından söz olmasa da ses olarak. Sesten de geçtik, ruh olarak, nefes olarak. Şair olmak sadece şiir yazmakla sınırlı bir insanlık durumu değil elbet. Sadece şiir yazıp şair olmanın hassasiyetlerini hiç hayatında barındırmayan kalemler yok mu? Var elbette. Biz (sahi biz kimiz?) “Şair çağının tanığıdır” düsturuyla yetiştik. Olup bitenlerin olup bitmemesi için bir şeyler yapmak gerektiği bilinci bizi hiç terk etmedi. Neyse, biz yeniden seksenli yılların içli şairi Mehmet Ocaktan’a dönelim. Şimdilerde şiirlerine dergilerde pek rastlayamasak da “Karar” gazetesindeki köşesini takip ediyoruz. Vicdan, insaf ve izan bağlamında yazılar yazıyor. Goethe’nin muhatabına söylediği o söz geliyor aklıma. “Bir insandan çok bir şair gibi konuşuyorsunuz” demişti. Elimde Mehmet Ocaktan’ın 1984’te basılan (ben liseyi daha yeni bitirmişim) “Rüzgârla Yaslı” şiir kitabı var. 1989’da Lale Müldür’e imzalamış. Kitap dönüp dolaşarak sanki bana sığındı. Kitabın 46. sayfasında kitaba ismini veren şiirden bir bölüm:
“Kimse bana sevinç çiçekleri getirmez / ne de yeni öpüş sepetleri dağlardan / bağırırım da sesim gider / rüzgârla yaslı / Yalnız korkmuş gibi / yanıma büzülür üzgün bir rüzgâr / öldürüp bütün kelebekleri. / Ya da sarışın, gamlı bir gökyüzü dolanır tellerime / arasıra suların gülüşüne / kendini çözer akşamdan / Kızkaya’da durgun bir dereyle oynaşırken güneş.” Ocaktan’ın “Rüzgârla Yaslı” şiir kitabı sadece üç sayı çıkan “Üç Çiçek” dergisinin yayınlarından çıkmış. Geriye bakmaktan boynumuz tutuldu diyebilirsiniz. Lakin elinizi vicdanınıza koyarak söyleyin, çok güzel günler değil miydi o günler? Kendi problemlerimizi kendimiz çözerdik. Küslüklerimiz henüz devletleşmemişti.
Ne diyelim bir vekili, bir gazeteciyi çöz çöz şair olsun. Çözülmeyen köşe yazarlarımıza, parlamenterlerimize ne demeli? Hiçbir şey. Çeşitli gazetelerde köşe sahibi olan dünün kitaplı şair, öykücü ve roman yazarları olup bitenlerin olup bitmemesi için ne yapıyorlar acaba? Mesela Mehmet Ocaktan’ın en yeni köşe yazısında sorduğu, “Dindarlar neyi kaybettiler?” sorusunun peşine düşüyorlar mı? Yoksa “kaybetseler de kazandıkları şeyler dindarlara fazlasıyla yeter” mi diyorlar? Özeleştiri yapmak konusunda neden bir elin beş parmağını bile bulmayacak denli az yazarımız var?
Bu sorular kuşkusuz suçlama değil uyarı amaçlı. Ocaktan’ın yazısından bir iki adım daha ilerleyip şu satırlara kulak verelim: “Mesela İlim Yayma Cemiyeti, Ensar Vakfı, Birlik Vakfı ve ÖNDER gibi sivil toplum oluşumları geçmişte insan hakları konusunda ve ülkedeki adaletsizliklerle ilgili ortak bildiriler yayınlayarak insanlık adına seslerini yükseltirlerdi. Ama bugün hiçbiri ortalarda gözükmüyor.”
Bu soruları sanmayın ki sadece Sayın Mehmet Ocaktan soruyor, kalabalıklarda çokça seslendirilen, fakat cevabını alabilmek için muhatap sorunu çekilen sorular bunlar. Şairler sadece şiir yazıcısı değillerse şayet hiç olmazsa ya soru sormalı ya da cevap vermelidirler.
Şairler şiir yazarlar, lakin her zaman şiir yaşamazlar, çoğu zaman düzyazı yaşarlar. Toplumda rahatsız edici durumlarla karşılaşıldığında şairden istenilen şey bu durumu şiirle anlatması oluyor nedense. Oysa bu organize ve kurgusal olmaktan öteye gitmez. Şair ve edebiyatçılar çağa tanıklık eden kişiler olarak toplumun acılarına dokunmalı, fildişi kulelerinden inip özellikle zor zamanlarda toplumun içerisine karışmalıdırlar.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Yorumlar
(2)Kasım Özdemir - Neler ki devletleşti gönül ufkumuzdan düştüler. Alim ilmine yansın pazısına pehlivan
Ziya Parlak - “Küslüklerimiz henüz devletleşmemişti.” İşte bir şairin halimizi özetlemesi.
Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz. Sitemizin Topluluk Kurallarına uymayan yorumlar yayınlanmaz. Yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.