İlk Meclis’in zabıt katiplerinden, Ankara İdadisi (lise) 11inci sınıf öğrencisi Hıfzı Veldet Velidedeoğlu anlatıyor:
“1920’de Meclis’e ilk kez memur olarak girdiğimde hemen dikkatimi çeken durum, milletvekillerinin kılık, kıyafet, yaş, kafa yapısı ve görgülerinin başka başka ve çok değişik oluşuydu. Beyaz sarıklı, ak sakallı, cüppeli, eli tespihli hocalarla pırıl pırıl üniformalı genç subaylar; yazma veya şal sarıklı beyleri; külâhlı ağalar ve kavuklu çelebilerle Avrupa üniversitelerinden yeni dönmüş, Batı kültürüyle yetişmiş, nokta bıyıklı, Kuvayı Milliye kalpaklı gençler, Meclis sıralarında yan yana oturuyorlardı. Bilgileri ve yetişme ortamları çok değişik olan bu insanlar tek bir amaç doğrultusunda birleşmişlerdi:
Vatanı kurtarmak.”
İLK MECLİS’İMİZİN KURULUŞUNUN İLK HAFTASINDA PADİŞAH’A, ‘’EFENDİMİZ’’ HİTABIYLA YAZILAN RESMİ MEKTUBUN SON PARAGRAFLARI DA AŞAĞIDADIR
“Şevketpenah Efendimiz;
Milli müdafaamızın mübarek makamı mübarek makamı hümayunlarına karşı bir isyan suretinde göstermek ve iğfal etmek için mütemadi çalışan hainler var. Onlar milleti birbirine kırdırmak ve düşman fütuhatına yolu açık bırakmak istiyorlar. Halbuki vuran da vurulan da hepsi sizindir. Hepsi aynı derecede sadık evladımızdır. Milli müdafaamızı, düşmanların bayrakları, babalarımızın ocakları üstünden çekilinceye kadar terk edemeyiz. Her yeri, büyük Hakanımızın aşkı dini ve ilahisine mutantan ve mehib bir delil olan İstanbul mabetleri etrafında düşman askerleri gezdikçe, öz vatanın topraklan üstünden yad adamların ayaklan çekilmedikçe biz mücadelemizde devam etmeye mecburuz. Cenabı Hak, ataların yurdunu koruyan Halife ve Hakanının şeref ve istiklali için uğraşan evladınızla beraberdir. Kendi hükümetimizin idaresi altında bedbaht ve fakir yaşamak ecnebi esareti pahasına nail olacağımız huzur ve saadete bin kere müreccahtır.
Padişahımız; kalbimiz hissi sadakatı ubudiyetle dolu olarak tahtınızın etrafında her zamandan daha sıkı bir rabıta ile toplanmış bulunuyoruz. İçtimaının ilk sözü halife ve padişahına sadakat olan Büyük Millet Meclisi son sözünün yine bundan ibaret olacağını süddei seniyyelerine en büyük tazim ve huşu il arz eder. 27 Nisan 1336 (1920)”
100. Yılını kutladığımız Cumhuriyetimizin ilan edildiği ve bugün ‘’Gazi’’ dediğimiz TBMM’mizin ilk haftasından aktardığımız bir anı ve bir mektubun son satırlarıyla, nasıl başladık ve nasıl ulaştık bu günlere sorusunun, kolayca anlaşılmasına destek olsun istedik.
2000 YILI ÖNCESİ ÜLKEMİZDE YAŞANAN FİLİSTİN VE KUDÜS DEĞERLENDİRMELERİ
“İsrail, 1980 Temmuz’unda Doğu Kudüs’ü de Batı Kudüs’e ilhak edip, kutsal Kudüs şehrini ‘ebedi ve değişmez başkent’ yaptığı zaman, Türkiye bu ilhakı tanımadığını açıkça ilan etmiş ve İsrail hükümetinin Tel Aviv’deki yabancı elçiliklerin Kudüs’e taşınmasını istediği zaman da Türkiye bunu reddetmiştir (Armaoğlu, 2007:850)”
06 Eylül 1980’de Konya’da düzenlenen “Kudüs Mitingi”nden sonra olgunlaştığına inanılan 12 Eylül’ün güçlü generali Haydar Saltık’tan “Bardağı taşıran son damla” tanımlı; tertip komitesi başkanlığına rağmen “İptal ettirmek için çok uğraştım, hatta kabul edilmeyen istifa dilekçem bile var” savunmasıyla ANAP’lılaşması onaylanan Mehmet Keçeciler’in “Devletin provokatörleri’’nin (Arabacılar) yönettiği sabotajların yeterli olmadığını da not ettirdiği ünlü mitingi; “Çok sinirlendiklerini” ve “31 Mart provası” olarak anladıklarını anılarına yazan Kenan Evren, katıldığı bir diplomatik toplantıda ecnebi bir büyükelçinin “Kudüs için bir şey yapmadınız” sitemini, “Konya’da miting yaptık ya” cevabında kullanmış ve bu sahiplenmesi de son makamında işin doğrusunu öğrenmesi olarak yorumlanmıştı.

“12 Eylül harekâtından iki buçuk ay sonra Türkiye, 26 Kasım 1980’de, İsrail ile diplomatik münasebetlerini ikinci kâtip seviyesine indirme kararı almıştır. 1956 Arap–İsrail savaşından beri, yani 24 yıldır, Türk–İsrail münasebetleri maslahatgüzarlar seviyesinde yürütülmekteydi. Türkiye 1956’de, İsrail’in Mısır’a saldırısı üzerine büyükelçisini geri çekmiş ve diplomatik temsilini maslahatgüzar seviyesine indirmişti. Şimdi ikinci kâtip seviyesine indirmekle Türkiye, gayet ehemmiyetli bir harekette bulunmuş olmaktaydı. Bu jestin ve bu hareketin muhatabı şüphesiz Arap ülkeleri idi. 14 Aralık 1981’de İsrail parlamentosu Golan Tepelerini ilhak kararı aldığı zaman da Türkiye bunu protesto etmiş ve bu ilhakı da tanımamıştır (Armaoğlu, 2007:850-851).”
“Kenan Evren, “Ortadoğu’da istikrarsızlığın en büyük kaynağı, tek taraflı emrivakilerle gerginliği arttıran İsrail’dir” demiş ve Türkiye’nin, Ortadoğu sorununun ancak İsrail’in 1967 savaşından sonra işgal ettiği Kudüs dâhil tüm Arap topraklarından çekilmesi ve bağımsız devlet kurma hakkı da dâhil Filistin halkının tüm meşru ve vazgeçilmez haklarının tanınması ile çözülebileceği kanısını taşıdığını ifade etmiştir (Hürriyet, Tercüman, Milliyet, 25 Şubat 1984).”
KİM KİMİ ÖVÜYOR YAHUT ÇÖZDÜKÇE DOLAŞAN NEDİR?
Geçtiğimiz yüzyılda, yani yaşanılan yıllar tüm dünyalıların sahipliğinde iken ve ülkemiz siyasetine “Kainatın imamı, asrın lideri” gibi tanımlar daha yerleşmemiş iken, develerin tellallığı pirelerin berberliği masallarımızda kalmış iken, Doğu illerimizi birinden kaynaklı bir seçim efsanesi dolaşmıştı dillerden dillere.
Adını yazmayacağımız o ilimizde çok seçim kazanan o yılların sağcı partisi, güçlü bir aşiretin reisini koyar listesinin ilk sırasına. Bu şu demektir: Ağa lakabı da olan bu ilk sıradaki aday, peşindeki iki adayın da kazanmasını sağlayacaktır. Dolayısıyla o ilde seçim pusulasına adını yazdıran diğer partilerin adayları sadece resmi bir formaliteyi yerine getirmiş olacaklardır.
Muhalif bir kişi itiraz eder bu duruma. Sağcı parti adayının karşısına varır ve der ki: Ben şu muhalif partinin adayı olacağım ve seçimi kazanacağım. Tahminlerin aksine, senin gücünün yetmediği, sözünün geçmediği insanların oyunu alacağım.
Sağcı patinin adayı küplere biner. Pardon bu bir masal cümlesi oldu. Kıratına biner demeliydik. Bağıra, çağıra şehri dolaşır. Ağzındaki yanlış kelimelerin bini bir para. Sen kim oluyorsun da benim karşıma gelip seçim kazanacağını iddia ediyorsun. Sen kimsin? Adam mısın?
Artık o muhalif adayın sıfatı, ağanın sövdüğü adam olmuştur. Dahası, ağa muhatap alıp sövdüğüne göre, bir kıymeti olmalı gibi kanaatler de yayılmakta halkın arasında alttan alta.
Seçim olur, ağanın karşısına çıkan o aday da kazanır milletvekili olma hakkını.
Seçim efsanesi demiştik başta. Şimdi biz bu geçen asır söylentisini niye yazdık? Seçimler oldu bitti, yakınlarda da yok iken. İlla bir sebebi olmalı?
Ol sebep şudur: Sayfamızın abonesi, takipçisi, okumazsam duramam diyenleri normal şartlar altında bilirler ülkemizde ne olup bittiğini. Onlar kıyısından, köşesinden CHP’nin İstanbul kongresini de takip etmişlerdir. Ve kısa süreli de olsa bir şaşkınlık yaşamışlardır. Seçimi, kazanma ihtimali olmayan adayın önde çıkmasıyla.
İşte o insanlarımıza ikaz vardır yazımızın içinde. Olayı, Sayın Bilal Erdoğan’ın ünlendirilen ve her platformda paylaşılan demeciyle birlikte düşündüklerinde, mesele anlaşılmıştır kanaatine varmışlardır kendilerince.
İşte biz bu konuya, yani Sayın Bilal Erdoğan etkisine hayır diyoruz.
Ne demişti Sayın Bilal Erdoğan? En çok paylaşılan paragrafını yazalım.
“Bu adam yan gelip yattı. CHP’nin başına mı geçecek, Cumhurbaşkanı mı olacak? Bunları beklemekten ömrümüz geçecek. Bari İstanbul’u kurtaralım.”
CHP İl Kongresinden on gün kadar önce böyle bir konuşmayı, kimi temsilen ve niçin yapmıştır Sayın Bilal Erdoğan?
İşte bu ve benzeri sorulara cevap arayan insanlarımız, naklettiğimiz seçim efsanesinin etkisini, tarih tekerrür eder kaidesine uydurmuşlarsa ve o efsaneye uyan bir kanıya varmışlarsa, bizim görevimiz hayır diye haykırmak olur.
Ağa, o muhalife “Adam mısın?” demişti, Sayın Bilal Erdoğan “Bu adam” diyor özellikle ve başkalarıyla karıştırılmasın endişesiyle.
Seçim başka iki şahıs arasında iken, Sayın Bilal Erdoğan muhatap aldığı kişiye, uzun havalara yol gösteren TRT sazcısı gibi hedef veriyor: CHP’nin başkanı olmak, Cumhurbaşkanı olmak...
İkazımız ve tezimiz böyle bizim. Yüzyıllar, yüzyıllara benzemiyor. Aman bir yanlışlık olmasın!
.jpg?)
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.