İnsanoğlu akıp giden hayatı boyunca birçok eşikte kendine bakar. Bu bakışın çoğu gayri ihtiyari olsa da birtakım insanlar için ihtiyaridir. Çünkü hayat öyle üzerinde durmadan, düşünmeden, sorgulamadan yaşanılabilecek bir şey değildir. Özellikle ülkemizde bu hayat, çoğunluk olarak karambole yaşanıyor. İster bu geleneksel bir özellik olsun isterse sistemimizin bir türlü denge noktasına ulaşamamış olmasından olsun, her halükarda bir başıbozukluk var. Bunda büyük oranda “karar” kabiliyetinin yitirilmiş olmasının da payı var. Mesela içsel muhasebesini her akşam yapması gereken bir toplumun içinde yaşayıp da bu muhasebeyi, bu silkelenmeyi, kendini ve kendine ait olan her şeyi kaç kişi yapıyordur? Kişi sayısı önemli değil, önemli olan niteliklerin kayboluşudur.
Bir an durup kendimize en son ne zaman “karar aldım” diye bir soruyu sorduğumuzu düşünsek acaba hangi neticeye ulaşırız? Öyle seçmek mecburiyetinde kalıp verdiğimiz kararlardan bahsetmiyorum. Ciddi ciddi oturup, düşünüp idrakine vararak ve kuru bir hevesin ötesinde bedeline eyvallah diyerek razı olduğumuz bir kararı ne zaman aldık? Ve neydi bu kararımız? Orta yaşların içindeki insanların bazen bu soruyu sormaları doğal bir süreç gibi ama o da artık büyük korkuların pençesinde sorulduğu için bir etki gücü yoktur diyebilirim. Çünkü hayatın rutini içinde gündelik verdiğimiz kararlar; kimi zaman bir mecburiyetten, kimi zaman bir kaygıdan, kimi zaman da akışın doğal halinden ileri geliyor. Oysa karar almak başlı başına bir iştir. İstişaresi, hedefi, yöntemi, zamanı ve maliyeti dolayısı ile de bedeli vardır. Elbette şunun farkındayız, bedel ödemek zor bir iştir. Aslında bundan kaçınırken belki bir ömre denk düşecek en önemli bedeli ödüyoruz da farkına varmadan elimizden uçup gidiyor.
Peki, nerden çıktı bu karar meselesi? Şöyle ki bugünlerde hayatın ilk eşiklerinden birinde 2 milyon 322 bin 421 genç insan ya bir karar verecek ya da bir karar alacak, işte tam bu noktada gözlerindeki kaygıları, ezbere tablolar karşısında çaresiz bir seçeneği tercih etmek durumunda kalacak olmaları beni endişelendiriyor. Onlar adına bir kaygıya sürüklüyor. Sadece onlar mı? Hayır! Daha birçok sınav sonucunun ardından yön tayin etmek durumunda olan nice insanın varlığı ve bunların çoğunluğu daha hayatın baharındalar. Mesela 1 milyon 234 bin 617 kişi hayatlarını idame ettirecekleri işlere girebilmek için sınav oluyorlar. Netice itibari ile yukarıdaki ilk rakam bir sonraki sürece girmek için bir ara döneme geçişi işaret ediyor. Bugün herkesin hayali ile gerçeği arasında tanımlanamayan büyük bir boşluk var. Belki de bu boşluğun tam olarak adı “karar”dır. En yüksek puantaja sahip olanlar da en düşük puantaja sahip olanlar da mutsuz, umutsuz. Sadece ara ara vuran heves dalgalarının kıpırdattıkları ile rüzgârın önüne kattığı o ilk serinlik duygusu hariç her şey uzak ihtimal.
Öncelikli olarak bir karar alabilmek için insanın kendini tanıması gerekir. Ben kimim? Ne istiyorum? Nasılları, nedenleri cevaplanmış, tanıma işleminin bütün evreleri bi hakkın geçilmiş bir süreçten sonra alınacak kararın mesuliyetini taşıyabilme kudreti, sürece sebat gibi özellikler önem arz ediyor. Eskilerin kanaat ölçeği ortadan kalktığı için bugün belki de bize yetecek bir ölçü lazım, o da “Yeteri kadar/Kararında” olabilir. Neden bunu ifade ediyorum, şundan dolayı; biz bu dünyaya yarış atları olarak gelmedik, ne hazzın sonu, ne istemenin sonu vardır. Bu dünyanın işleri bitmez, onun için kararında bir hayat için karar alabilmek önemlidir. Belki de kendimize ve gencimize verebileceğimiz en büyük hediye ona karar alabilme kabiliyeti kazandırmak olacaktır. Hayat akıp gidiyor, sen kimsin ve bu hayatın neresinde duruyorsun? Belki bütün yüklerden bu durakta kurtulabilirsin. Denemeye değer, bunu bir düşün istersen? Hoşça bakın zatınıza…
TAŞ GEMi
“Bu uzayıp giden yolda/Ağlayıp ağlayıp da/Aklımı sokmuşum girdabına/Yaşamanın./Çocuk uykusunda gülüyor/ Yılların acı çığlığından habersiz/Elleriyle oynuyor karanlıklar/ Sessiz sessiz.” (AlaadinÖzdenören/Habersiz)
Not: Güftesi Türkân Ateş’e, bestesi Necdet Tokatlıoğlu’na ait ‘muhayyer kürdi’ makamında olan “Artık yeşerecek bir dalım yok” isimli şarkıyı, Zekai Tunca’dan dinliyoruz. “Artık yeşerecek bir dalım yok/ yağmurlar yağsa da hoş yağmasa da/ üç günlük ömrümü bir günde yitirdim/yarınlar gelse de hoş gelmese de” Ve Sefa, müziğin akışına, icracının yükselirken sergilediği ustalığa dikkat çekiyor.
Bize kadar
- Nietzsche, ”Yanılmak, körlükten değil korkaklıktan kaynaklanır” der.
- Yenilenmek mi istiyorsun? O zaman ilgini çekmeyen, sana en uzak gelen bir alanda okuma yap, bu yeni perspektifler açacaktır.
- Çok sevdiğim bir söz var bu ara kulağımda küpe: “Herkesi memnun etmeye çalışan kendi memnuniyetini kaybettiği gibi kimseyi de memnun edemez.”
- Bu hafta duyduğum en güzel öneri şuydu: “Okullarda çocuklara iz sürmeyi öğretmek gerekir.” Ne güzel bir tabiata dönüş çağrısı, belki insan kendi ile barışır.
- Kemal Tahir, “Bizim memleket ıstıraba katlanmasını iyi beceriyor da ona karşı gelmesini bilmiyor” der. Ne ince bir tespit…
- Bu hafta SlovajZizek’in “İdeolojinin Yüce Nesnesi Kitabı”na bir bakabilirsin, ilgini çekerse okuyabilirsin.
DAĞARCIK
“Kitapçıların ve çiçekçilerin bazı özellikleri olmalıdır Olric. Gelişigüzel insanlar bu mesleklerin içine girmemeli. Kitaplar ve çiçekler özel itina isteyen varlıklardır. Ne yazık, bu meslekler de artık olur olmaz kimselerin elinde, sattıklarıyla ilgileri olmayan kişilerin. Durmadan kitaplara ve çiçeklere eziyet ederler, onlara nasıl davranılacağını bilmezler. Bana kalırsa, bir “kitapları koruma derneği” kurmalı ve kitaplara kötü muamele edilmesini önlemeli...” (Oğuz Atay’dan tadımlık)
TEKKE
Dünyanın sıkıntı ve üzüntülerini dert edinip, ahiretin sıkıntı ve üzüntülerini göz ardı eden kimse; kendisini parçalamaya gelen aslanla ilgilenmeyi bırakıp da, kendini ısıran pire ile mücadele eden kimseye benzer.” (Ataullah İskenderi’den tadımlık)
Bir lahza
“Nereye gideceksin?
— Burnumun dikine...” (Ecel Saati’nden)
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.