Hepimizin ortak şikâyet noktasını galiba modern zamanların hastalığı olan teknolojinin bireysel kullanımındaki bağımlılık oluşturuyor. Hemen hemen hepimiz iki satır başı muhabbete tutuşsak araya giren cep telefonlarının bizi bırakmayışını dertlenerek konuşuruz. Ancak muhabbetin yakınını bırakıp uzağına gülücüklü emoji atmaktan da vazgeçmeyiz. Nedendir bilmiyorum ama hangi şeyden çokça şikâyetçi oluyorsak ona daha çok bağımlı oluyoruz. Bu da, bu zamanın insanının en büyük imtihanı olsa gerek, aslında diye faydaları saymaktan da geri durmayız. Bir bakıma ona hal bilgisi de uydurmaktan da ayrı bir keyif duyarız. Kendimizi kaybedişimizi bir kenara bırakıp yol yordam da oluşturmaya çalışırız. Şu soru klişedir: Olmasa ne yapardık? Bu klişe soruya berberde sırasını bekleyen adam, “Eskiden ne yapılıyorsa onu yapardınız” diyerek katılıyor. Gerçi soruyu ortaya bırakanın eskiye dair bir hatırası, hafızası yok, onun için cevap da havada asılı kalıyor. Sadece cep telefonları mı birçok alet edevatta da durum farksızdır. En basit parçayı çıkar hayat durur, öyle ileri derece bir bağlılık, bağımlılık bu.
Geçmiş zaman cümleleri gelip zihnimin önüne yığınak yapıyorlar. “Tam Müslüman işi, şöyle bir kemiklerimizin buzu çözülsün”, kaloriferli evin rahatlığını yaşayan eski adamlardan birinin ses tonu ile kulağımda çınlıyor. Diğer taraftan, “Önce güvenlik bu zamanda; abs’si, asr’si var, bir de klimasını açınca mübarek Erciyes gibi efil efil esiyor” diyen dayının sesi de zihnimin bir köşesinden sökün edip geliyor. Üstelik tam da hava yastığı açılmadığı için can veren insanların haberleri ekranda dönerken, tabi büyük konforumuz kumanda ile kanalı değişmeden önce sunucu acıya büründürdüğü ses tonu ile isimleri okunacaktı. O da öyle geçti. Bir yerde dur, demesem bu iş uzayıp gidecek. Pencereden esen rüzgâr ilk kez serin getiriyor. Alnımda biriken teri silip bilgisayarımı daha iyi esen mutfak masasına taşıyorum. Cep telefonumun ekranında yanan yeşil ışık beni kendine çağırıyor. Bildirimlere bakmasam olmaz. Telefonuma düşen mesajları şöyle hızlı bir okuyup, bilgisayara dönüyorum. Açtığım pdf’i bir türlü okuyamıyorum. “Büyük kolaylık” diyor birisi, kafamı sesten yana döndürmeden “bana göre değil” diyorum. Mesela bilgisayar oyunlarına karşı da büyük bir beceriksizlik içindeyim. Çocuklarla karşılaşıyorum, içine gömülmüşler, bırakıp da tuvalete bile gidemiyorlar.
Şimdi nereden çıktı bu diye içinizden geçiriyorsunuz. Kızmayın ifade edeceğim. Bütün şehrin debdebesini arkasında bırakıp yaylaya çıkan insanlar var görmüşsünüzdür. Görmeyenler de duymuştur. Ben de yeni gördüm. Yayla insanın kendine en yakın olduğu (olması gerektiği) yerlerden. Çünkü doğası gereği bu böyle! Lakin gördüğüm manzara karşısında şaşkınlığımı gizleyemedim doğrusu. Her evden göğe doğru açılan çanaklar, çam ağaçlarının gövdelerinde soyut sanat çalışması yapan bir ressamın uçuk işi gibi duruyor. Gökyüzüne doğru uzanan çam ağaçları, dinginlik ve doğallığı şehirden taşan haberler, programlar dolduruyor. O şehrin hastalıklı halleri ormanın ıssızlığını bölüyor. Ekranlarda rengârenk yarışma programları gecenin mavisini parçalıyor. Gülme efektleri, suratsız tartışma programları hepsi cebimizde veya evimizin başköşesinde yüksek rakımlarda bizi yalnız bırakmıyor. Semaver çayı güzellemesi bile çamların heybetinden, börtü böceğin neşesinden daha ilgi çekici. Köyler mi? Onlar da bir başka bahis konusu, hal böyle olunca beni bir hüzün kaplıyor. Hz. İbrahim’in kıssasını, yedi uyurları anlatan diller, işiten kulaklar için tabiattan ziyade arama motorları daha hızlı yanıt veriyor. Varsa bir kıymeti! “Dur, düşün, dinle!” diyor tabiat bütün lisan-ı haliyle, lakin duracak, düşünecek hele dinleyecek insanı nerede kaybettik bilmiyorum. Her şey iyi güzel de galiba biz çok çirkiniz. Hoşça bakın zatınıza…
TAŞ GEMİ
Not: Bu hafta, Cem Karaca sesleniyor ve “Çok yorgunum kaptan, /Seyir defterini başkası yazsın,/ Çınarlı kubbeli mavi bir liman/Beni o limana çıkaramazsın” diyor. Yorgunuz toplum olarak, yorgun dünyanın içinde ağır aksak yol alıyoruz.
Bir Lahza:
“Öldürme y “-Ah, bir bayağı kafa ne kadar da yekdiğerine benziyor! Nasıl da hepsi aynı tezgahtan çıkmışçasına tek biçimli .” (Schopenhauer’den)
Bize Kadar:
1- Yapmadığın şeyi başkasına yaptırmaya çalışma, en iyi öğüt nefsini dizginlediğin öğüttür.
2- Kendine doğru iyi bak, olamayacağın kişi olmaya çalışma.
3- İnsan, çözdüğünü zannettikçe karmaşıklaşan bir bulmaca gibi… Onun için insan ile ilgili büyük cümleler kurma, mucitlik yapma!
4- Bazen çözemediğin meselelerin kederine bürünme, olanda hayır vardır. Eskiler, “Yazılan yazı bozulmaz” derler. Yeniden başla…
5- Zaman iyi öğretmen, onun ellerine bırakma yoksa bütün öğrencileri zamanın dışında, toprağın altında.
TEKKE
“Bazen için kopar dışın bağlı kalır mesela, bazen de için bağlı kalır ama dışın kopar. Ekseriyetle insanı muallakta bırakan acayip haldir yani. Ayrıca, hiç kuşkusuz, bir insanın ne kadar çok akrabası varsa o kadar çok ölüm görecek ve o kadar çok acı çekecek demektir. Bazı akrabalara da yokluğunda kavuşulur ne yazık ki.” (Hasan Ali Toptaş’tan tadımlık)
DAĞARCIK
“Her şey zamanına göre doğrudur. Dahası senin baktığın açıya göre… Kendini kendi hesaplarınla bağlıyorsun! Öylesine bağlıyorsun ki, dünyada hiç başka bir hesap kalmıyor. Getirip önüne yığdığın dayanaklar, tutamaklar, yüzde bin çıkarlı gösteriyor en berbat çıkmazı… Hele gerçeklere çoğu zaman boş veren, işin bir ucunu Allah’a bırakmaya yatkın, gündelik yaşayışında bile mucizeler beklemeye alışık bizim gibi insanları bir düşün! Ne kadar kolay aldatırız kendimizi! ”(Kemal Tahir’den tadımlık)
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.