Nasıl ‘gelmek’ fiili dünya ile anlamlı ise ‘gitmek’ de dünyanın hallerinden bir haldir. Geldiğinizde de gittiğinizde de sınırlı bir eylemle karşı karşıyasınızdır. Bulunduğunuz noktayı terk edip ulaştığınız noktaya yerleşerek bir hedefi gerçekleştirmiş olursunuz. Bir müddet sonra bu da sizi tatmin etmez yeniden bir başka yere ulaşma isteğiniz depreşir. Bu ilânihaye böyle sürüp gider. Dünyaya gelip de dünyayı baştanbaşa gezip gören bir kula rastlanmış değildir. Gitmek sadece gitmeyi denemektir. Gidenler zihinlerinin derinliği kadar yere açılabilirler ancak. Nasıl insan bildiği üç beş şeye bakarak ‘bilinmesi gereken her şeyi’ bilmiş olmuyorsa, giden herkes de gidemediği yerleri çoğaltır. Sınırsız ve sonsuz bir şey varsa şayet o ‘gidememek’ de saklıdır. Gidememek de mesafeler ve gezip görülesi yerler bitimsizdir. Dünyayı karış karış dolaşan adamların değil çok isteyip de ne doğuyu ne batıyı gezememiş insanların hikâyeleridir beni kendine çeken. Yıllardır Kâbe’nin rüyasını görüp de bir türlü gitmek nasip olmayan seksenlik ninenin ‘gidememe’ öyküsü çok daha etkili. Gittiğimiz yerleri içimizde biriktirmediğimizden olacak çabucak bitiriyoruz. Gidemediğimiz yerler ve ulaşamadığımız insanlardır bizi zinde kılan. Şu yaşa geldim çok isteyip de gidemediğim o kadar çok yer oldu ki. Çin’i Maçin’i Fizan’ı dolaşamadım, içimde her gün biraz daha yoğunlaşan ‘çok isteme’ duygusu kaldı. İnsan daha dünya gezisini tamamlayamadan ukbaya çağrılıyor ne garip! O tarafa da gidemiyor insan, sadece götürülüyor. Zaten dünyaya da bir gidiş üzere gelmiş değildik hiçbirimiz; getirildik. Bu yüzden hayat literatüründe ‘dünyaya gitmek’ diye bir şey yok ‘dünyaya gelmek’ var! Yıllar önce yazdığım bir şiirde kalbim şu mısralara takılıp kalmıştı: “şimdi çekip gitsem diyorum / gitmek hemen şurası”. ‘Gitmek’ isteğinin bile anlık mesafelere maruz kaldığı bir dünyada yaşıyoruz. ‘Gidebilme’ arzusu ‘çekip gitmek’ ile yer değiştirmiş sanki. O kadar acelemiz var ki gidememeye hiç tahammülümüz yok. Farkında olmadan belki de en büyük gayret ve en büyük emek: gidememek! Üstelik konaklama masrafları ve yol ücretleri de cebinizde kalacak. Kim talip olursa böylesi bir eyleme o bu hayatın en sahici talebesi olur.
SİYASET DİLİ NE MENEM BİR DİLDİR!
Biz bu dilden çok çektik. Yaşı kifayet edenler ne demek istediğimi gayet iyi anlayacaklardır. Siyaset dili pragmatik temeller üzerine kurulu olduğu için hakikat ile arasına hep mesafe koymak zorundadır. Haklı-haksız doğru-yanlış gibi kavramlar siyasi dolaşıma sunulduğu zaman tanınmaz hale gelip ters yüz edilebilirler. Ne de olsa rakibini alt etmek üzere kurulmuş bir mücadele vardır ortada. İktidar olma mücadelesi biraz yakından baktığımızda gücü ele geçirme, bir anlayış zümresinin toplumu yönetme üzere hâkim olmasıdır.
Güç bu güce sahip olmayanlara karşı her zaman bir baskı aracıdır. Gücün üstünlüğüne dayanan siyaset değil, hakkın üstünlüğüne dayalı hakikattir insanları huzur, mutluluk, adalet ve barışa taşıyacak olan. Gücün tarafı olmak kişilere görece bir haklılık hakkı bahşeder. Güçlü olmak ile haklı olmayı tefrik edemeyecek bir kafa karışıklığı yaşar bazıları. En çetin sınava tabi tutulduğumuz alandır bu siyaset alanı. Dört halife ve sonrasındaki gelişmeler ümmetin ve de İslam düşüncesinin nasıl bir savrulma yaşadığı noktasında ibret alınası bir örnektir.
Kardeşlik duygularını zedeleyecek bir siyasi söylem hangi partiden gelirse gelsin sınırı aşmaktır. Bugün söyleminde sınırı aşanlar yarın eyleminde aynı şeyi yaparlar. Siyaset dilini nezaket diline uyduranlar aynı zamanda sınavını iyi verenlerdir. Bugün farklı siyasi görüşlerdeki kişiler birbirlerine hasım muamelesi yapıyorlarsa ‘İslam dünyası neden bir araya gelemiyor İsrail karşısında’ sorusunun fiili cevabını teşkil ediyorlar demektir. Konuşmaya, şikâyet etmeye hakları yoktur. Siyaset gelip geçici, hak ve hakikat ise kalıcıdır. Üslubunuz sizin hakikatle kurduğunuz ilişkinin seviyesini de ortaya koyacaktır. Ramazan ayı sadece mideye hâkim olma ayı değil aynı zamanda eline ve diline de hâkim olup çeneleri tutma ayıdır. Bu terbiyeyi ramazan ayının bu yakın mesafesinden göremiyor ve mesajı alamıyorsak kusura bakılmasın ama oruç hiç birimizi tutmuyor demektir!
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.