Saldırıları her yönden. Kafa, göz, kol, bacak demiyorlar, yazıyorlar da yazıyorlar. Kalemlerinden damlayan kandan aldıkları zevk, avcısının baltasını yalayan avın aldığı zevkle müsavi.
“2007’de Gül’ün Cumhurbaşkanı olmaması için canla başla uğraşmışlardı.”
Bu suçlama cümlesi ile kimlerden bahsettikleri belli. Erbakan Ödülleri töreninde bir araya gelenleri anlatıyorlar. Başkan Temel Karamollaoğlu ile birlikte gelen Abdullah Gül var hedeflerinde.
İnternet sayfalarında “CV”sinde yok yok” diye tanıtılan bir akademisyen yazarın bu cümlesi, okuyana, her şeyi bir yana bırakıp, sadece bu cümle dolayısıyla şu soruyu sormaya hak kazandırmaz mı?
2007’de Gül cumhurbaşkanı olmasın diye uğraşanlar olduğu doğru. Lakin şimdi de siz uğraşmıyor musunuz Gül Cumhurbaşkanı olmasın diye.. Kim, kime fark atıyor!
“Arkadaşım Gül adayımızdır” ilanıyla Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanı seçtirirken, hiç tereddüt yaşamayanlar, endişeleri, ya tutmazsa korkuları olmayanlar, bir tek cümlelik dahi muhalefet şerhi yazamayanlar, yaşadıklarımız üstünden bizi sorgulamaya cüret ediyorlar. TV dizilerinin replikleriyle söylersek, bu ne had bilmezliktir.
“Erdoğan karşıtı bütün operasyonlarda Gül ya sessiz kaldı ya gizliden gizliye destek verdi. Kimine ise bu desteği açıktan sundu.”
Gül, partinizin, ülkemizin 1 numarasına taşıdığı kurucu üyesi idi. Şikayet konularınızı, neden farkettiğiniz tarihlerde işleme koymadınız, koydurmadınız? Davacının iş bilmezi, zeka yetersizi derdini mübaşire anlatır derler, bir durumu yok mu burada? Gizliden gizliye destek derken, Pensilvanya’ya özel elçi “Koru”yucu ve saklayıcı gazeteci göndermek de dahil mi kapsattığınız Alana? “Kendisini Erbakan’ın siyasi misyonunu temsilcisi olarak sunan Saadet Partisi’ne diyecek çok şeyleri var” mış…
Çıktıkları doruğu, kendilerine hoş gördükleri makamı kabule zorlamadır bu enaniyet duygusunun adı.
“Söyletmen, vurun!” Emri de içeriğinde gizli. Türkiye düşmanı bir ittifaka parça olmak.
Batıcı siyasete kapaklanmak…
İktidar partisinin en belirgin icraatlarını böyle maddeleştirerek muhalif Saadet Partisi’ne yüklemeye çalışmalarının boşuna olduğunu görmelerine az günleri kaldı. O güne kadar dayanabilecekleri de şüphe götürür ama…
“Eğer iktidardan pay alamayacaksak o takdirde hiçbir şeyin önemi yok.” Demiş Saadet Partisi. İftiraları uzay boyutlarına geçti.
Aynı zamanda itiraflarıdır da bu suçlama cümleleri. İktidarlarının ne olduğunu, nasıl gördüklerini izah ediyorlar, tarihin sayfalarına yazdırıyorlar.
İktidarları, pay dağıtılan yer…
Belki de haklıdır garibimiz. “Ne istediniz de vermedik” itiraflarının ilanlarını duya duya büyümüş olduklarından, “Deniz”den nemalananların içinde hayat bulduklarından, dan, dan, dan.. Sinekler ölür badanadan... Besleyip büyüttükleri ve paralel paylaşım yaptıkları FETÖ’nün propagandasına alet olmak iftirası artık dillerinin pelesengi oldu.
Bu ülkede hala FETÖ propagandasının olduğunu, yani FETÖ’nün propaganda yapacak kadar bir güç bulduğunu kabul etmek değilse bu itiraf, hangi kategoriye sokulacaktır. Hemen akabinden de, kimin sayesinde sorusu gelir akıllara.
FETÖ ile ilişkilendirilerek tutuklanan başörtülü insanlarımızın hukuklarını savunmaya, kendilerine yapışıp kalmış, “izansız” gibi bir sıfatı layık görenlere denebilecek fazla bir söz yok artık. Bu ülke insanlarının büyük çoğunluğunun, FETÖ’nün hiç olmadığı, yanaşmadığı, sızmadığı, bulunmadığı, izine rastlanılmadığı AKP ile üyelik ilişkisi yokluğu gerçeği ortada öyle duruyorken..
Yaşamamıza müsaade edenlere, nefes alıp vermenizi hoş görenlere neler neler yapmışız meğer. Bizi nasıl gördüklerini bakın nasıl anlatıyorlar. “Yaptıkları şey üç kuruşluk bir menfaat adına Erbakan’ı ve hareketini tehdit olarak görmüş insanlara mavi boncuk dağıtmak.”
Bizim ne yaptığımız değil, onların ne yapamadığıdır buradaki asıl sorun. Mademki Erbakan ve hareketini önemsiyordunuz, kıymeti vardı tüm zatı alilerinizin nezdinde, gereğini niye yapmadınız? Engel olan ne idi? Üç kuruşluk menfaat ve dağıtılan mavi boncuk ifadeleri ancak yüksek menfaatlerle içli dışlı olmuş insancıklara yakışır bir tanımlama şeklidir.
Üç kuruş ve mavi boncuk kelimelerinin menfaat gözetmemeyi ve insanları gönüllendirmeyi anlattığını elbette bilmeyecek bunlar. Biz de fazla zorlamayalım. Yazılacak daha itirazımız olmasın rağmen…
Geçmiş zaman doğruları
“Ecevit’in Anıları” kitaplaştırılmış.
Sipariş vererek aldığını özellikle vurgulayan bir yazar, şaşkınlığını hiç gizlemeden diyorki:
“Türk siyasetine damga vurmuş, tarihimizin en önemli figürünün anıları bir dergi kalınlığında.”
12 yıllık sohbetlerin teyp makinasına kayıtlarının kağıda dikilmesinden oluşan bu anılardan tuğla kitaplar çıkmasını beklemek, ya Ecevit’li Türkiye günlerini yaşamadığından onu yeterince tanımamasından kaynaklanır, ya da her halükarda övgülerde büyütmek görevini yapmazsak, sığınaksız kalırız endişesinden güç alır. Siyasete damga vurmak, önemli figür olmak gibi peşin peşin kabul hükümlerini sıkıntısız kullanmaları ikinci ihtimalin daha gerçekçi olduğunu gösteriyor bize.
Bir siyasetçi kendi ağzından, içinde kendinin olduğu olayları, kendi bakış açısıyla anlattığında, bilinmeyen, tarihin karanlıklarında kalmış ayrıntıların yakalanması ne kadar mümkün olabilir. Hele bu kişi uzun yıllar Meclis’te ve parti başlarında bulunmuş biri ise...
Mesela Ecevit merhum, milletvekili olmak için Milli Damat Metin Toker’e kaç kere ricada bulunduğunu anlatır mı?
Yani ilk seçicisinin paşa ailesine eklenen olduğunu... Metin Toker her fırsatta anlatmıştı da...
Mesela Ecevit merhum, 60’ın 27 Mayıs’ında ne yaptığını açık açık söyler mi? CHP’ye genel başkan olma günlerinde onu tanıyan biri bize, onun bazı CHP milletvekilleri gibi davranarak, askeri ciplerin içinden, DP’li mebun evlerini gösterdiğini anlatmıştı. İnanmamakta haklı mı idik, inansa mıydık?
Bir seçim gezisinin konaklama yerinde o yörenin partililerindan biri baklava sinisi ile gelir ve ikrama başlar. Hemen yerinden fırlar Ecevit merhum. Bırak, o hizmeti ben yapacağım! Bu davranışını hatırlayıp sebebini söyleyebilir mi acaba. Hem bu ve benzeri olaylar, Atatürk anlatımlarına da ters düşmekte.
Bir yabancı ülke 1 numarasını konuk ederken Atatürk, galiba İngiltere kralı olacak, ikram tepsisini düşürür getiren asker, ayağı kaydığından... Savunmamız hazır: Türk askeri hizmetçiliği bilmez! Belki Ecevit bu olayı bilmiyordu da orduevlerine düşmek yarışına taraftardı. Kim bilir?
Elbette hayatında çok önemli olaylara tanıklık etmiş, imzalar atmıştır. İşte buralardaki sırlardan haberdar olmak ister insanlar. Mesela partisinin başbakanı Melen, Afyon ekimi yasağını savunurken, kendisi başbakan olduğunda nasıl kaldırıldı bu yasak? Koalisyon ortağı MSP’nin direnişine hangi ikna metodu ile katmıştı arkadaşlarını? Kıbrıs zaferini de eklediğimizde bu icraata, bizim rahatça “Şanlı koalisyon” dediğimiz o hükumeti neden, niçin ve kimlerin baskısına dayanamadıklarından bozmuşlardı. Anlatmışsa merak ederiz Ecevit merhum buraları.
Evlerinde, hükumetten ayrılıp seçim istemeyi gündem yapacaklarını tartışırlarken, bir Rahşan hanım itiraz etmiş. Ya bundan sonra hükumet olamazsanız. Bu ihtimali neden düşünmüyorsunuz. Orda olan ve olayı böyle anlatan, tarihe tatile çıkan Ayşe’nin babası olarak geçirilen Turan Güneş’in pişmanlık itirafı gibi bir üzüntü frekansı yakalansa şimdi Ecevit merhumun anılarında... Neler, neler olmaz...
İnsanların kendilerini önemsemeleri doğal. Hayatlarının en ilgi çekecek roman olacağına inanan siyasilerimizin sayısı elini sallasana denk düşerken hem de…
Bir Özal’ı hatırlıyorum. Bir solcu kadın yazarı onbeş gün evinde misafir etmişti. Yazılacak romanın fizibilitesini hazırlasın diye. Kadıncağız o sürenin sonunda kendini hemen dışarı atmış ve hafızalarımıza takılıp kalacak o cümlesini söylemişti. “Siz bir aile değilsiniz. Sizin için hiçbirşey yazılmaz.”
Benzer bir cevabı, bir başka siyasetçimizde ta Amerikalardan almıştı. Ünlü bir derginin bir yazarının karşısında birkaç gün oturarak kendini anlatan Demirel merhuma, boşuna ümitlenmemesi tavsiye edilmişti. “Sizin yazıya dökülecek bir hayatınız yok!” Hükmünün eşliğinde..
Keşke Ecevit merhum anlatmış olsa tüm hatırladıklarını. Mesela İngiltere’de elçilik memuru olarak çalışırlarken, maaşlarının yetmediğinde saatlerini nasıl sattıklarını..İngiltere’de yabancıların saatlerine merak mı vardı, yoksa saatleri, hani çok konuşulan AKP bakanının saati ayarında mı idi? Veya adı, olabilecek adaylar arasında sayılan, CHP’deki milli damatlardan İlhan Kesici’nin bir tv kanalında kendini anlatırken saatli kolunu kameraya tutarak “Swach” dediği gibi mi idi? Mademki medyası onu böyle fırçalarla parlatırken, nasıl merak ettirdiyse bize, tashih etmek de Ecevit merhuma düşmez mi?
Gerçi daha çok merakımız var, bizzat Ecevit merhum tarafından giderilmeyi bekleyen ama… Elimizden sadece kendi hatırlamalarımız gelir. Apti İpekçi’nin o son gecesi gibi… Ankara’da uçağa binmeden önce neler konuşmuşlardı? Uçağa son anda yetişen merhum Sakıp Sabancı, bir görevle mi yapıyordu Apti İpekçi’yi kararından dördürmeye çalışmayı, yoksa zuhurat öyle mi idi? Hepsi de anlatmadan gittiler ne olup bittiğini… Bizi de yıllardır meraklarda bırakarak…
Yanlış olsa da anılarını yazmalı siyasilerimiz. Nasıl olsa bir düzelten çıkar, hem de belki dersli gelir her yeni gelen… Diyoruz!
MSP-CHP koalisyon hükümetinin yok saydığı, kaldırdığı, çiğnediği afyon ekimi yasağının o yıllarda kimler tarafından nasıl savunulduğunu gösteren gazete haberlerinden biridir bu!
Ve ardından gelen Kıbrıs zaferini de bir hatırlarsa insanlarımız, Milli Görüş’ün, her şartı milletinin ve ülkesinin menfaatine uygun hale getirdiğine inancını yeniler ve kuvvetlendirir.
Milli Görüş partileri geçmişte ne yapmışlarsa, yine onu yapacaklardır. Yollara diken dökenlere aldırmak yok! Diyelim tüm yüreklerimizle. Zafer yakındır!
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.