“M aun” Kur’an-ı Kerim’in tüketim çılgınlığı ve servet ile övünme hastalığını eleştirdiği Tekasür Süresinden sonra Mekke’de nazil olmuş 7 ayetli kısa bir süresidir. Kamu hakkı demektir. Bu önemli surede kul hakkı yiyenler namazlı, niyazlı da olsalar bu yaptıkları zulüm, dini yalan saymak olarak vasıflandırılır. Sureye göre dini yalan saymak sadece hakikatini inkâr etmek değildir. Kişisel rantları için dinin toplumsal hayatta gerçekleştirmek istediği dönüşümü engellemek ve böylece ifsat edicilerden olmak da dini yalan saymaktır. Yetimi itip kakanı, yoksulu doyurmaya yanaşmayanı, ne yaptı ise gösteriş için yapanı dini (şekilsel dindarlığı) kurtarabilir mi? Namazın ruhundan gaflette olarak namaz kılanların vay haline!
Surenin nerede ve kimler hakkında nazil olduğuna dair farklı rivayetler ve görüşler olsa da burada yerden yere vurulan bir kişilik problemidir. Bu profil; her zaman ve toplumda karşımıza çıkabilecek muhafaza-kârlık ismini verdiğimiz bir hastalık halini ifade eder.
Namazlarından gaflette olanları daha iyi anlamak için ise namazın toplumsal hayatta nereye karşılık geldiğini konuşmalıyız. Hud Suresi 87. Ayeti kerimede ölçü ve tartıda hile yapmakla maruf olmuş Medyen halkına peygamber olarak gönderilen Hz. Şuayb’ın (as) namazından bahsedilir: “Ey Şuayb!” dediler, ‘atalarımızın taptıklarını terk etmemizi yahut mallarımızı (ekonomimizi) dilediğimiz gibi şekillendirmekten vazgeçmemizi senin namazın mı emrediyor? Oysa sen, yumuşak huylu, akıllı(bir insan)sın!” Yani; Hz. Şuayb’ın (as) kavmi O’na; “Senin namazın mı bizim atalardan beri tapındığımız putları terk etmemizi, faizcilik, tefecelik ve her türlü yolsuzluktan vazgeçmemizi, atama, terfi ve ihalelerde haksız kazanç ve zulümleri bırakmamızı söylüyor?” diye soruyorlardı.
Bilindiği gibi Mekke müşrikleri de Allah Rasulü’nün ve sahabe efendilerimizin kıldıkları namazdan rahatsız oldular. Kâbe’nin bahçesinde, gözleri önünde Kur’an okuyup namaz kılmalarına müsaade etmediler. Hz. Peygamber (sas) secde halinde iken başından aşağıya deve işkembesi geçirerek ona eziyet ettiler.
Namaz; kıyam, ruku ve secdedir. Namazın bu rükünleri kişinin haksız kazancın karşısında olmasını, sadece Allah’ın önünde eğilmesini ve kula kulluğu; insanın insanı sömürmesini reddetmesini gerektirir.
Namaz ekonomiyi, siyaseti, ticareti, arkadaşlık ve komşuluk ilişkilerini, şehirleşmeyi ve hayatın bütününü olumlu anlamda etkileyen ve dönüştüren bir ibadettir. Aslında namaz camiden çıktıktan sonra başlamalıdır. “Sana vahyedilen kitabı okuyup tebliğ et, namazı hakkıyla ifa et. Muhakkak ki namaz, insanı (ve toplumu), ahlâk dışı davranışlardan, meşrû olmayan işlerden uzak tutar...”
Surenin bütününe baktığımızda konunun düzen ile alakalı olduğu, aslında burada muhafaza-kâr sömürü sisteminin eleştirildiği görülecektir. Çünkü “maun” düzeninde namaz, niyaz ve diğer şekli dindarlıklar haksız kazanç ve menfaatleri kamufle etmek için araçsallaştırılmaktadır.
Surede “Maun”u vermemekten değil ona engel olmaktan söz ediliyor. Siz öyle bir sistem kurmuşsunuz ki kurduğunuz sistem insanların temel haklara ulaşmalarına engel oluyor. Kurduğunuz sistem nimet-külfet dengesini, ücretlendirme ve vergilendirmede adaleti gözetmiyor. Bu sistemde zengin daha zengin olurken fakir daha da fakir hale gelmeye mahkûm oluyor.
- Ayette “yoksulu doyurmuyor” dememiştir ayet-i kerime. Sistem yoksulluğun ortadan kalkmasına izin vermiyor. “Yahuddu” ifadesi vicdanını tatmin etmek ya da hayırsever unvanını alabilmek için yapılan yardım faaliyetlerini kapsam dışı bırakmaktadır. Pekâlâ, bunları yapabilirsiniz ama siz, kurduğunuz düzen sebebiyle insanlara üretim imkânı vermek yerine onları sizin sadakalarınıza muhtaç hale getiriyorsunuz.
Müfessirler ayette “it’âmu’l-miskin” değil “taâmu’l-miskin” tabirinin kullanılmasını da burada yoksuldan hakkı olanın gasp edilmesinin söz konusu edildiğine delil kılarlar. Esasen bir önceki ayete konu edinilen “yetimi itip kakan” da ona hakkı olanı vermeyen kişidir. İslam’a göre toplumsal servette yoksulların da hakkı vardır. Beş temel direkten biri olan zekât bu hakkı iade için farz kılınmıştır. Toplumda ayetin “miskin” olarak ifade ettiği yoksul bir tabakanın oluşmasının sebebi, gelir dağılımındaki adaletsizliktir.
Maun düzeninde açlık ve yoksulluk sınırı altında yaşayan geniş kitlelerin hakları “tekasür” yapan sermaye sahiplerince gasp edilmiştir. Bu hakkı sahiplerine iade etmenin yolu sosyal yardım organizasyonları düzenlemek değil paylaşımda adaleti gözetmek ve üretim imkânları oluşturacak adil bir düzen kurmaktır. Aksi takdirde “namaz kılanların vay haline” hitabından kurtulmak mümkün olmayacaktır.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.