“Erzincan Orduevinde bir kediye işkence eden asker…”
Tüm tv kanallarında yayınlanan görüntüleri çoluk çocuk, kadın kız, genç ihtiyar herkes seyretti bu ülkede.
Fakat hiç kimse sorulması gereken o tek bir soruyu sormadı. Yahut ben duymadım, okumadım ve tutanaklara geçmedi diye biliyorum. Dolayısıyla bu yazımızın çıkış noktası burasıdır.
Yavru kediyi elleriyle sıkan, boğan, sarsan beyaz gömlekli asker, acaba engelin diğer tarafındaki iki asker ve bavuluyla bekleyen o sivile bir gösteri mi yapıyordu.
Engel demirinin üstüne de vururken o yavru kediyi, orada bulunan üç dünyalı insan seyrediyorlardı.
Kedi engelin öte tarafına atıldı. Yani diğer üç dünyalının bulunduğu yere..
Yavru kedi bağırıyor, imdat istiyor, bir türlü yardım gelmiyor. Dövücü sivil giyimli asker miyavlamasından da rahatsız olmalı ki, engele uzandı ama açamadı. Hemen o üç dünyalıdan biri dediğimiz asker yardıma uzandı, kapının mandalını kaldırdı.
Kedi yavrusu yerde, sivil giyimli askerin tekmeleri gövdesinde.. Bavullu sivil dünyalının yanına geliyor ilk tekme ile.. Sonra ikinci tekme ve daha uzağa..
Derken iki kişi daha geliyor seyre. Üçüncü tekme onlar da görsün aşkıyla..

Olayın birde kameramanı var, bizlere duyurma ve işkenceyi gözümüze sokma görevini üstlenmiş. Altıncı kişi de o.
Bu altı dünyalıdan hiçbirinin neden müdahale etmediğini değil, neden müdahaleyi düşünmediklerini bilen var mı?
Kendileri kedi yavrusu olmadıklarına ve dünyalı insan yavrusu olduklarına göre, o işkenceci insandan korkmaları söz konusu değil. Ezici çoğunluğa sahipler hem.
Haydi diyelimki kameramanda, yani cep telefonunu kullananda gazetecilik aşkı var. Ya diğer dünyalı insanlarımız?
Biz de televizyonlara çıkmış oluruz, hesabında olacaklarını düşünemeyeceğimize göre.. Neleri eksiktir? Kokmayın, bulaşmayın, karışmayın, müdahale etmeyin, sadece seyredin eğitimine mi dönüştü yoksa, bize fakettirilmeden Milli Eğitimimiz?
Demekki haberimiz böyle olacakmış..
Ya ertesi gün?..
“Erzincan’dan sonra bir kediye işkence vak’ası da Çanakkale’de görüldü.”
Sanki vilayetler yarışması açılmış gibi.. Haydi sıraya girin..
İnsanoğlu karşısında güçsüz kalan bir hayvancağıza yapılan işkence bizi üzer de, insanoğlunun bir başka insanoğluna, tokat vurması, hem de kırkbin kişi seyircili bir stadda ve kameralar önünde vurması bizi üzmez mi?

Olay bir lig maçının olduğu stadyumda olmasaydı, nerden bilinecekti?
Deyip, analizimize peşin karşı çıkmaya çalışan tarafgirlere biz de peşin peşin şunu deriz.
O iki kişinin gözlerden uzak olduğu zaman ve mekanlarda da vuk’u bulmuştur aynı olay. Alışkanlığın neticesidir stadyum hali.
“Beşiktaş Teknik Direktörü Şenol Güneş, yardımcısını tokatladı” haberinden bahsediyoruz.
Hani, geçen sezon FB futbolcusu Kjaer’in yüzünü tutmuştu da, bağlı bulunduğu yöneticileri, bizim hocamızın eli orda duruyordu, Kjaer geldi yüzünü koydu, savunmasını yapmışlardı.
Vergilerimizin TRT konuşucuları, ilk döven Şenol Güneş değildir, haberine soyuna dursunlar, o yöneticilerin bir daha, bizim hocamızın eli orda duruyordu, yardımcısı daha önce de hep yaptığı gibi gelmiş yüzünü koymuş, savunmalarını duymak istiyoruz.
Geçen yıldan beri Beşiktaş taraftarı olan 5 yaşındaki torunuma, istediği Beşiktaş forma ve şapkalarını alıyorum ama, onu Beşiktaş haberlerinden de koruyorum.
Bush’un montunugiymeyi iyi zanneylemek
Bush’un montunu giymeyi iyi zanneylemek
ABD Başkanı Trump’ın Kudüs’ümüzü İsrail başşehri yapmak istemesinin duyulmasından hemen sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı değerlendirme, “Kudüs Müslümanların kırmızı çizgisidir. Bu bizim diplomatik ilişkilerimizi İsrail ile koparmaya kadar gidebilir.” Cümleleri ile dünyaya duyuruldu.
Kırmızı çizgi tartışmalarına girmeden, İsrail ile ilişkiler konusunu biraz yazmak istiyoruz.
Böyle bir gündemde, özellikle yazılı basınımız, okuyucularını aydınlatmak ve bilgilendirmek adına, İsrail-Türkiye ilişkilerini, herkesten önce onları tanıyan ilk ülke olduğumuz günden beri kronolojik olarak bir değerlendirmeye tabi tutmalı değil mi?
“Bu bizim diplomatik ilişkilerimizi İsrail ile koparmaya kadar gidebilir”
İlk tepkisinde böyle bir cümle kuran Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, sonraki konuşmalarında bu konuya değinmemesini sevindirici bulan baş medyacılarımızın, o ilişkiler tarihini gözlerden saklayıp, dümdüz bir çizgi sandırmalarına da uyanmamız gerek.
İhtilalci Cumhurbaşkanımız K.Evren zamanında “maslahatgüzar” seviyesinde tutulan İsrail ilişkimizi, T.Özal’ın Büyükelçilik seviyesine çıkardığı neden hatırlatılmıyor bu ülkenin insanlarına.
Türkiye neyin karşılığında katlanmıştı bu duruma? Bir kazancı mı oldu, bir rahatlığa mı erdi.
Yoksa T.Özal’ın başımıza gelmesini hazırlayıcıların “razılık”larından biri mi idi?
Demekki İsrail ile ilişkilerimizin kesildiği ve bu durumdan hiç de rahatsız olmadığımız yıllar var.
Beklerdim ki Dış politikamızın tarihini bilen sosyologlarımız, unutamadağımız Demirel pozisyonunu, insanlarımıza, dürüstçe bir değerlendirme yapmak fırsatı saysınlar bu olayı. Fakat heyhat!
İsrail’deki bir toplantıya Demirel katılır Türkiye adına ve Cumhurbaşkanı sıfatı ile… Kaç gün kalmışsa artık, döner gelir bir günün öğleden öncesi.
Lakin o da ne? Aynı Demirel bey, aynı günün öğleden sonrası tekrar gider İsrail’e.
Rahmetli Erbakan Hoca’mızın o günkü konuşmasını hatırlıyorum. “Neyini unuttun!” diye haykırıyordu, ülkesinin İsrail karşısında bu kadar hafifsenmesine itiraz eden bir lider sıfatıyla. Duyduğumuz, “Demirel bir imzayı eksik atmış” söylentisi de işin cabası..
Bize hala Milli Şef devrinde İsrail’i ilk ve en hızlı tanıyan ülke kompleksini dayatanlar şunu bilmeliler artık: İsrail ile ilişkide olmamak dünyanın sonu değil, bir; daha rahat bir ülke olmamızın önemli adımıdır, iki; seçtiklerimize onların katkılarının olmasını önlemiş oluruz, bu da üç olsun.
ABD Başkanı Trump’a bir itiraz da Başbakan Binali Yıldırım’dan: “Rüzgar eken, fırtına biçer” başlığıyla duyuruldu onun konuşmaları da..
Sayın Başbakanımızın özellikle yaptığına inandığımız “Rüzgar-Fırtına” benzetmesini çok iyi değerlendirmeli diyoruz, olaya muhatap ülkelerin sorumluları. Onların “rüzgar” olmak istedikleri yerlerde, bizim çok “Fırtına” olduğumuzu okudukları tarih kitaplarından hatırlamaları menfaatleri icabıdır.

“Keskin sirke, küpüne zarar verir” dememiştir Sayın Başbakan Yıldırım. Zira Trump’ı sirke nimeti yapmak gibi bir olumsuzluğu kabul etsek de, küp ve içindekiler şu anda meşguliyet alanımıza girmezler.
“Akılsız başını cezasını ayaklar çeker” atasözümüzü de kullanmamıştır Sayın Başbakan. Çünkü, ABD’nin başı Trump’ın akılsızlığını şu anda ilan etmek doğru olsa da, İsraillilerin dolaylı olarak “ayak” ilan edilmesi yeterince anlaşılamayacağından onlara doğrudan “Ne ayaksınız siz?” soruları yöneltilmelidir.
Daha başka atasözü ve deyimlerimiz de var, böyle bir konuda bizim düşüncelerimizi resmi olarak anlatmaya yarayan… Lakin hepsini birden kullanmamız gerekmez. Hele hele netice aldığımızda, camii duvarımızı kirletmeye yeltenenlerin ahirlerinin ne olduğunu göstereceğimizi açık ve net bir lisanla ilan ettiğimiz atasözümüzü mesela.
Bir başka ve en doğru olduğuna inandığımız bir değerlendirmemiz daha var bu konu ile alakalı. Deyimlerimiz ve atasözlerimizin kısa geleceğini bilen şairlerimiz söylemiş geçmişler, şimdi ve bu olay için en anlamlı mısraları.
“Akrebin soktuğu sanma sana kinindendir
O denâet hep onun tab-ı mühinindendir.
Çektiği cevr ü cefa ekseriya insanın,
İyi zanneylediği süi karinindendir.”
İsrailli yetkilileri Meclis’imize sokup konuşturanları ve onlarla büyükelçilik törenlerinde kucaklaşanları mı hatırladık sadece ve dolayısıyla mı yazdık bu kıt’ayı?
Biraz da siz cevap verin ama…
Saçayağı ve suçayağı
Sağcı basının fetvalarıyla ünlü bir yazarı soruyor: “Ümmetin üzerine bu ölü toprağı nasıl saçıldı?”
Bu soru, bilmiyormuş haberi yokmuş da şimdi öğrenmek aşkına düşmüş bir şakirt sorusu gibi algılanmasın.
Bir suçlama yapılıyor burada. Biz çok uğraştık amma havası da hissedilmelidir.
Ve, işi biz biliyoruz iddiasındaki kibir korkusu da fazladan.
Bu soruyu niçin sorduğunu bizzat ve şahsen kendisi izah ediyor bir sonraki günde.
“...her alanda İslam’ın istediği insan ile bugün Müslümanım diyen insanlar arasındaki farka dikkat çekmek istiyorum.”
Aman ne ulvi gaye! Ve Barış Manço’nun “Ben bilirim, ben bilirim” türküsü ancak bu kadar hafifsenir gururu...
Cevabı neymiş fetvacı yazarımızın sorduğu sorusunun? Kendisi veriyor:
“Çünkü gücü ve saygınlığı, Allah’a dayanıp müminlerle bir olmakta değil, ötekilere yamanmakta aradı ve çünkü imanı zayıfladı.”
İtirafname sayın siz bunu. Söyleten söyletiyor.
Şimdi sıra bizde. Biz de ona soralım.
Fetva makamına erdiğini sanan ulemadan birinin, iki fetvacı daha bularak ve “sacayağı” hücresi kurarak, çeteleşmeleri, müminlerle bir olmakla mı, yoksa ötekilere yamanmakla mı izah edilmelidir tarih önünde.
Allah’a dayanıp müminlerle bir olmak için hangi sahabemiz, nerede, sizin “sacayağı” hücrenize örneklik yapmıştır?
Ötekilere yamanmak ve onlardan makam kapmak maksadıyla oluşturduğunuza inandığımız o “sacayağı”nı, neden ilk kurduğunuzda ilan etmediniz de, makamlardan sonra, musalla taşı makamına biriniz konduğunda hatırladınız?
“Sacayağı”ndan birinin ihtilalcilerin DİB olması, kurucu partili ve milletvekilliği, bize, hangi işi dolayısıyla “Allah’a dayanıp müminlerle bir olmak”ı örnekleştirmiştir? Yok değil mi?
Müminler bir olmaya yönelmişken, bir olmak aşkına siyasi mücadeleye başlamışken, parçalanıp ayrı oluşumlar kurmalarını isteyen “sacayağı” elemanları, kimi, hangi ötekilere yamandırmayı hedeflemişlerdi?
Ümmetin üzerine bu ölü toprağı, milletin parası ve emeğiyle okumuşların “sacayağı” örnekli hücreleştiklerinde saçılmıştı. Siz neden bilmiyor sunuz?
“Ümmet bu hale nasıl geldi?” sorusunu da sorana son olarak şunu da dememiz gerekiyor.
Cevap, siz fetvacıları örnek alarak “sacayağı” hücreleri oluşturmamasında aranmamalıdır.
Söyleyeceklerimiz bitmedi ama...
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.