Son yıllarda baş gösteren Sünnet-i Seniyye düşmanlığı ve bunun baş aktörlüğüne soyunan Mustafa İslamoğlu’nun dâl ve mûdilliğini yazmamak vebâl olurdu.
Mustafa, 4 Ağustos 2017 Cuma günü kendisine ait vakıfta yaptığı konuşmada “hacamat” örneğiyle Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in Sünnet-i Seniyye’sini itibarsızlaşma gayretine girişmiş... Hacamat’ın beşbin yıldan beri bilinen ve Mısır’da icra edilen bir tedavi yöntemi olduğunu söyleyerek, bir bakıma gayr-i metluv vahiy olmadığını ima ile akıl ve izan dışı şu ifadeleri kullanmıştır: “Rasulullah hacamat yaptırmış olabilir. O yaptırdı diye hacamat olan arkadaş… O yetim idi, ananı öldürsene. Niye bu sünneti işlemiyorsun. Yetim olmak sünnet”.
Bu adamın, Peygamberimiz (s.a.v)’in sünnetini işleyenleri tahkir edeyim derken düştüğü mantık hatasına bakınız. Farz, vacip, sünnet, haram ve helal gibi tamamen İslam gelişi ve Peygamberimiz’in nübüvvetinden sonra oluşan emir ve yasakları, nübüvvetten önce olan ve Peygamberimiz’in iradesi dışında gerçekleşen bir olayla karşılaştırarak aslında mantık hatasından da öte sünneti itibarsızlaşma gayretine girmiştir.
Sünnet-i Seniyye’nin nübüvvetten sonra “Peygamber Efendimiz (sav)’in söz fiil ve takrirlerinin” tümü olduğu asgari din bilgisine sahip herkesin malumuyken, böyle basit bir bilgiden behresiz Mustafa’nın, Peygamber Efendimiz (sav)’e nübüvvet gelmeden önce vuku bulmuş bir olayı da sünnetmiş gibi göstermesi tam bir akıl tutulmasıdır. Kaldı ki, “Rasulullah hacamat yaptırdı diye hacamat olan arkadaş. O yetim idi ananı öldürsene” sözü Peygamberimize iftiradır. Çünkü Peygamberimiz yetimdi ama anasını öldürmedi. Birisi bunu Mustafa’ya anlatmalı…
Mustafa’nın, Peygamber Efendimizin (s.a.v)’in Sünnet-i Seniyyesi’ni bu şekilde itibarsızlaştırmaya yeltenmesinde “edebinin yarım, zekâsının vasat, iz’anının meçhul, dilinin zehirli” olmasının büyük etkisi olsa gerek.
Mustafa’nın kızdığı zaman böyle dengesiz ifadeler kullandığı vakidir. Daha önce Cemaleddin Efgani’yi eleştirenler için “Ona kara çalanlar onun tuvalet bezi etmezler” demiştir.
Yine bizim gibi Ehl-i Sünnet’i savunanlar, Fethullah Gülen’i eleştirdiği zaman benzer ifadelerle saldırarak “O bir âlim, yetiştirin de göreyim. Hadi bir Fethullah Hoca yetiştirin göreyim sizi. Hoca’nın ayakkabısını yetiştirin alnınızdan öpeyim sizi. Karalamak kolay, birbirimiz hakkında konuşacaksak iyi konuşalım. Bu bir hastalık…” dediği de vakidir.
Aynı Mustafa, 2012 yılında basılan Şahsiyet Yazıları kitabının 129’uncu sayfasında Fethullah Gülen’i överken terkîbi basit cümleler kurarak “Bazıları kendi kendini gözetleyip yerini keşfeder ve doldurmaya çabalar. Allah da, tayin yerine gönüllü koşan bu ‘Hak memurları’nın önüne hacet kapılarını ardına kadar açar. Yiğitlerin gayreti, dağları yerinden söker. Böyleleri tarih yazar da, bazen tarih yazdığını kendisi bile bilmez. Böylesi durumlarda hakşinas olmak, ahlaki bir yükümlülüktür…” sözleriye Fethullah’ın Allah (c.c) tarafından görevlendirildiğini tebşir ettikten sonra şu övgü dolu sözleri söylüyordu: “Kim ne derse desin, Fethullah Gülen Hocaefendi, âdetâ eğitimle görevlendirilmiştir. Bunun en bariz örneği, birer barış köprüsü olan ve yeryüzünün dört bir yanına dağılmış bulunan 300’ü aşkın Türk okuludur. Bu, kökü ta İslam’ın ilk yıllarına kadar uzanan fütüvvet geleneğinin, ‘modern’ anlayışla yeniden ihya ve inşasıdır. Fütüvvet, yani ‘yiğitlik, adamlık, erlik’ geleneği…”.
Sünnet-i Seniyye’ye karşı dili zehirli, sözü bâtıl, iz’anı meçhul; sıradan bir adamı (F.Gülen’i) tarif ve taltif ederken baldudak olan bir adama ad koymak gerekse, ne denmesi icab eder?