Yazının başlığı “insanlığın ortak olan ve olmayan acıları” olacaktı. Uzun yıllardır ülkemiz özelinde yaşanan büyük acıların ve dramların tarafları var. Kamplaştırılmış bir toplumun tarafların keskinliği, düşmanlık ve nefreti, hor görüsü yüzünden bir araya bir türlü gelinemeyen, derinleşen uçurumlar yüzünden bir düzlemde hâlâ bulunuyoruz. “Hâlâ” ifadesi ne yazık ki daha keskin ve fakat daha farklı düzlemlerde seyrediyor.
Siyasal ideolojik kamplaşmaların etkisi bir türlü giderilemiyor ve aşılamıyor. Nefret ve düşmanlık psikolojisinden beslenenler ancak dünya tamahı, hırsı, yerlerini koruma kaygısından başka bir şey değildir. Tarafları temsil edenlerin özellikle bunu körüklediği, tarafların kitleleri de bu dalgalara kapıldıkları yadsınamaz.
Zulüm gören, öldürülen, işkence edilen kesimleri var bu toprakların. Bir taraf zulüm ve işkence ve katliam yaşayınca diğer kesim veya taraf bayram ediyor içten içe. Bu yapılırken dışa vurulmasa da farklı bir yöntemle, bir biçimde dile getiriliyor.
3 Temmuz’da Sivas’ta otuz üç insan göz göre göre yakıldı. Düşüncelerine katılınsın ya da katılınmasın bu bir facia idi. O zaman Millî Gazete’deki yazımın konu başlığı “Eyvah!” idi. Kritik dönemlerde, toplumu veya kitleleri harekete geçiren, galeyana getiren kimi olaylar yeni gerilimlerin, çatışmaların habercisi olmuştur. Ardından Başbağlar’da katledilen masum, hiçbir şeyden haberi olmayan, ideolojik özellikleri de olmayan Sünni bir köy halkı gene benzer bir şekilde katledildiler. Aslında bu “eyvah!” dememizi gerektiren bir sürecin devamıydı.
Türkiye’nin kimi uç duyarlılıkları var. Gerek ideolojik ve gerek sosyolojik gerekçelere dayanır bunlar. Bir taraftan sosyalizmin sözcülerinin veya Marksistlerin düşünce dünyaları, belli kesimler açısından inançsızlıkları bir uç olarak görünür. Bir diğer taraftan bir PKK olayı bulunuyor. Bu da daha çok bir terör örgütünün, bütünüyle Kürt halkı ile özdeş kılınmasıyla ırkçılık uçluluğun devreye girişine neden oluyor. Özellikle bu konu belli bir tarihten itibaren sürekli köpürtülüyor.
Bu her iki olayın arkasında aynı elin, kafanın olduğu bilindiği hâlde belli tarafların acıları bir intikam alma duygusuna dönüşüyor. Bir de buna Sünni ve Alevi gerilim ve çatışması da eklenirse sürecin nasıl bir duruma doğru evrildiği aşağı yukarı anlaşılır. Ayrıca Marksist ya da sosyalist düşünce ile “muhafazakâr” kesimin karşı karşıya gelmesi sorunu var. Aslında şu muhafazakârlık kavramından hiç hazzetmem. İslâmî düşünüşlü Müslüman kesim demek de tam anlamıyla ve yerli yerine oturmuyor.
Yaşanan acıların hemen hepsinin ortak yanları var. Kimi aydınların öldürülmesinden sonraki katliamların sosyolojik bir tanımlamayla “İslâmcılara” ve “İrancılara” yüklenmesiyle sokaklarda “Kahrolsun şeriat”, “Şeriatçılar İran’a, Suudi Arabistan’a” denilerek yeniden derinleşen bir kamplaşma sürecinin başlangıcı oldu. 1980 darbesi sonrasında ideolojilerin tırpan yemesi sonucu kesimler arasında bir yakınlaşma olmuştu. Belli ki sistemin koruyucuları ve egemenler bundan hazzetmemişlerdi.
Sivas’taki 3 Temmuz katliam yıldönümü, insanlar doğal olarak bu acıyı anımsıyorlar, gündemde tutuyorlar. Haklı bir gerekçe. Ancak bu çok eksik. İster istemez bir diğer kesim bu olayın üzerinden iki gün geçmişken Başbağlar katliamının yaşanması dikkat çekici bir durum. Kesimler sadece birine sahip çıkıyorlar. Her kesim kendi acısını önceliyor. Oysaki bunlar bu milletin ortak acıları.
Bir diğer husus da PKK düzleminde bu olayın gündeme getirilmesi. Var olan ırkçı gerilim ve çatışmanın daha da derinleşmesine neden olacak olan bir bakış olması. Oteli ateşe veren ve tetiği çeken kim olursa olsun aynı güç merkezinin piyonları, uygulayıcıları.
Bu acı olayları iyi analiz ederek, üzerinde yeniden sağlıklı düşünerek ortak bir dil ile yaklaşılırsa aradaki uçurumlar hem daraltılmış belki de giderilmiş olur hem de geleceğe dönük yeni bir bakışın oluşumunu sağlar. Bu millet olarak buna çok ihtiyacımız var.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.