Haksızlık etmek yahut haksızlığa uğramaktan daha beteri bir tanıma sığdırılamayan haksızlığı kanıksamaktır. Takdir edilebileceği üzere yapılan ya da uğranan birçok haksızlık tanımsız kalır. Yani mağdura yönelik uygulanan yaptırımın haksızlık olup olmadığı meseleye dışarıdan tanık olan vicdan sahipleri tarafından pek değerlendirilmez. Uygulayıcı yahut uygulanan cihetinde zaten makul görünen bir hak ediş söz konusudur. Mağdur, kendisine yönelik yaptırımın sebebini bilmese bile hiç yoktan tahmin eder. Maruz kaldığı haksızlığı haksızlık olarak nitelendirmese de kendisine zararı dokunana sebebe müstenit hak vermez. Geçmişte benzerini bir başkasına yaşatmışsa sebep olduğu acıyı yaşayarak öğrenir. Zaman aşıp mağduriyeti giderildiğinde ise yaşadığı zorluğu tamamen unutur. Mağdur edene gelince o bir sebep göstermek zorundalığı hissetmez; yasa uygulamaktadır, emir almıştır, başkası tarafından hükme bağlanmış bir infazı gerçekleştirmektedir, bir yanlışı düzeltmektedir, kendisinin ve halkının yaşam hakkını korumaktadır, intikam almaktadır vs… Zaten tanımlanmayan bir kötülük için sebep bulmak gerekmez. En azından işleyen, yaptığının kötülük olmadığına kanidir. İlle de gerekmişse emsal göstermek, daha sunturlusuyla kıyasa başvurmak, kendince makul hale getirmek suretiyle iştigal ettiği anlamsızlığı dengeler.
İkinci Cihan Harbi’nden sonra edebiyatın tamamen dışında sosyolojinin bir konusu olarak ‘mağdur edebiyatı’ tabiri baş gösterir. Gelişir, serpilir, irilir. Ve mağduriyetin ne olduğunu pek de dert etmeyenler nezdinde emsali görülmemiş mahiyette makes bulur. Özellikle kirli geçmişinin muhasebesine yanaşmayan, dolayısıyla geçmişe dönük hamasete de bulaşmayan Batı cenahının mağdur edebiyatı üstüne adeta külliyat oluşturduğu söylenebilir. Söz konusu mağduriyet de onların değil, bir başkasınındır. Fransa’nın Cezayir, İtalya’nın Libya, Amerika’nın Kızılderililer, İngiltere’nin neredeyse tüm dünya halklarına kan kusturmakla maruf geçmişi sümen altı malzemedir. Hemen hepsi için Germen geçmişi özelinde şekillenen diaspora Yahudileri vardır, mağdur edebiyatının güncesini tutan holocaust filmleri vardır, tüm dünyada ezeli mağduriyetle birlikte anılan ezik, zulme ve de soykırıma uğramış, yaşam hakkı verilmemiş Yahudiler vardır. O kadar ki bu yerleşik inancı yok saymaya yeltenen Yahudi bile mağdur edilip genel geçer paradigmaya dahil olur.
İnsan kalmakta ısrar edenlerde var olan acıma hissini ‘acırsanız, acınacak hale gelirsiniz’ mottosuyla manipüle etmeyi başaran küresel zulmün yerel distribütörleri, haksızlığı kanıksamaya doğru hızla ilerleyen sonuca önemli katkılarda bulunur. Öyle ya dünyanın tüm halkları ama özellikle insan kalanları mağdur edilebilir, zulme uğrayabilir, baskıya ve her tür eziyete maruz kalabilir, hatta öldürülebilir; dile dökülmesi gereken sadece bir tek diktatörün elinden çıkma savaş esnasında yakılan Yahudilerdir.
İsmet Özel’in Esenlik Bildirisi’nde ilan ettiği gibi haksızlık etmek suretiyle kişinin haksız olduğunun anlaşılması söz konusu değildir. Haksızın iyi kamufle oluşu, medya unsurlarını elinde bulunduruşu veya muhatapların anlayışsızlığı tek başına bu belirsizliğin nedeni diye gösterilemez. Zira kimse dikkatini elinden eşsiz zulümler sadır olmuş diktatöre, tahakküm kurana, nefsi ve taraftarları için kandan ve gözyaşından ibaret bir dünya oluşturana yöneltmez. Mühim olan maruz kalınan eziyetin membaı değil, mağdurun ayrıcalığıdır. Dolayısıyla tahakküm kurmayı doğal bir hak olarak görüp, haksızlığa uğramayı irdelemek beyhudeleşir. Aklı erenler haksız olduğu anlaşılması gereken için mazeret bile üretir. Böylece ezeli zulüm algısı sıradanlaşıp insan olmanın bunu da içkinliği var sayılır. Adeta yönetmek-yönetilmek saçmalığının günümüz insanının ihtiyaçlar hiyerarşisinde yer bulması gibi haksızlığa uğramak yahut haksızlık etmek de insan olmak adına makul karşılanır.
Doğal yaşam alanı diye tüm yaratılmışlara tahsis edilen bu tuhaf akvaryumda sayısız balık bulunur. İş bu balıklar alzheimer hastası kıvamında hafıza problemi yaşadığından, yaşadığı kesitleri çarçabuk unutur. Kendini yeterince güçlü hissedenler yahut hemcinslerinin, türdeşlerinin ahmaklığından güç alanlar, herkes için lütfedilen nimeti paylaşmaya yanaşmayanlar zayıfların hakkını yemekle kalmaz, zayıf düşenlerin bizzat kendisine ara sıcak muamelesi yapar. Sonra hem zulmün hem de mağduriyetin sünnettir deyip dibini sıyırır.
Çoğu zaman kutsallaştırılanlar uğruna mağdur edilenler, mağdur edilenler pahasına kutsallaştırılanları aşar. Dolayısıyla günün kutsal diye addedilip kitlelere dayatılan argümanları sadra şifa olmadığı gibi can yakar, mağdurluğu artırır. Kutsal, totem yahut herhangi bir anlama gereksinim duymayan öğretiler için uydurulacak kılıf gerekmez; kılcallarına kadar sirayet edilen insan zihni hayli korunaklıdır!
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.