Gündem

Mahmut Arıkan, haftalık Grup Toplantısı'nda konuştu: "İznik’te ‘Yeni Vatikan’ mı kuruluyor?"

Saadet Partisi Genel Başkanı ve Kayseri Milletvekili Mahmut Arıkan, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) düzenlenen haftalık Grup Toplantısı'nda konuştu.

Abone Ol

TBMM'de düzenlenen haftalık Grup Toplantısı'nda konuşan Saadet Partisi Genel Başkanı Mahmut Arıkan, gündeme dair kritik değerlendirmelerde bulundu.

Arıkan, Gürcistan’da düşen uçakta şehit olan Mehmetçiklere rahmet dileyerek başladığı konuşmasında kazayla ilgili ortaya atılan vahim iddiaların kamuoyu vicdanında hiçbir şüpheye yer bırakılmayacak şekilde ortaya çıkarılması gerektiğini söyledi.

Arıkan, deprem ülkesi olan Türkiye’de yapı stoğunun depreme hazırlıklı hale çok geç kalınmadan getirilmesi gerektiğini ve bu ülkenin birinci gündeminin deprem olması gerektiğini belirtti.

Arıkan, “Ne Gebze’de Ne Fatsa’da, Ne Dilovası’nda, Nede Diyarbakır’da yaşananlar kaza değil cinayettir! Sebebi insanı öncelemeyen, para odaklı vahşi sistemdir.” diyerek peş peşe yaşanılan bu faciaların kayırmacılığın, sistematik keyfiliğin ve zirve yapmış liyakatsizliğin neticesi olduğunun altını çizdi.

Arıkan, hukuk mağdurları arttıkça iktidarın “Türkiye bir hukuk devletidir.” cümlesine daha çok başvurduğunu, yerel mahkemelerin Anayasa Mahkemesi kararlarını yok saydığı bir ülkede hukukun sözle değil icraatla sağlanacağını, iktidar mensubu hiç kimseye dokunulamadığı bir ülkede yargı var denilebileceğini ancak adalet var denilemeyeceğini vurguladı.

İZNİK TEHLİKESİ

Arıkan, İznik tehlikesine dikkat çekerek devlet-dini otorite karışımının güçlü olduğu bir yapının egemenlik alanımız içinde ayrıcalıklı bir konum elde etmesine kayıtsız kalmamalıyız uyarısı yaptı. Meselenin ekonomik getiri veya turizm potansiyeli değil özel statü alanı oluşturulması ihtimali üzerinden tartışılması gerektiğini belirtti.

Arıkan, iklim zirvelerinde yapılanların kapitalizmi yeşile boyamaktan başka bir şey olmadığını, toplantılarda olanın küresel sermayenin kendi açgözlülüğünün bedelini, kontrol altında tuttukları hükümetler vasıtasıyla savunmasız yoksul insanlara ödetme çabası olduğunu bildirdi.

Arıkan, en kıymetlimiz suyu korumanın ve israf etmemenin önemi vurgu yaptı.

Ekonomik krize değinen Arıkan, iktidarın enflasyon beklentisine göre zam yapma planının çöktüğünü ve beklentiye göre zam yapmanın son bulması gerektiğini söyledi.

Vatandaşın 10 ekmeğinin TÜİK’le, vergilerle 2’ye düşürüldüğünü söyleyen Arıkan, Mehmet Şimşek’in yeni vergi ve cezalarla bu 2 ekmeğe de göz diktiğini belirtti.

Arıkan, 3 Kasım 2002’nin milat olduğunu söyleyenlere 23 yılın özetini Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın cümleleriyle anlatarak aslında ortada bir başarı değil bir tükenmişliğin itirafı olduğunu vurguladı:

· “Ne istediler de vermedik?”

· “Rabbim ve milletim bizi affetsin.”

· “Kültürel iktidarı tam olarak kuramadık.”

· “Ailede çözülme var.”

· “Gençlerimiz ekranların esiri oldu.”

· “İyi niyetimiz suistimal edildi.”

· “AB bizi aldattı.”

· “Geri dönüşleri hızlandıracağız.”

· “Vatandaşımızın yaşadığı sıkıntıların farkındayız.”

· “Medya bizim istediğimiz seviyede değil.”

· “Eğitimde hedeflediğimiz noktaya tam ulaşamadık.”

· “Sızmalar oldu, mücadelemiz sürecek.”

· “Üretimi artırmamız şart.”

· “Eksiklerimiz var, hızlanacağız.”

· “Biz de kandırıldık.”

· “Bazı arkadaşlarımız kibir hastalığına tutuldu.”

· “Enflasyon canavarının yol açtığı sıkıntıları biliyoruz.”

· "Biz bu şehre ihanet ettik, ben de bundan sorumluyum"

Genel Başkan Arıkan'ın konuşmasının tamamı şu şekilde:

1. ŞEHİTLERE RAHMET

Değerli arkadaşlar;

Dün maalesef milletçe içimizi yakan elim bir kaza yaşadık.

Azerbaycan'dan Türkiye'ye dönen askerî kargo uçağımız,

ne yazık ki Gürcistan sınırında kaza kırıma uğramış ve 20 vatan evladı şehit olmuştur.

Tüm şehitlerimize Allah'tan rahmet;

ailelerine, yakınlarına, silah arkadaşlarına ve aziz milletimize sabır ve başsağlığı diliyorum.

Bu elim kazanın kesin nedeni

kamuoyunda hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde

titizlikle incelenmeli ve milletimizle paylaşılmalıdır.

Kazanın hemen ardından ortaya atılan

birtakım vahim iddialar bir an önce aydınlatılmalıdır.

Bunların başında uçağın eski olması konusu var.

Uçağın 1963 yılından itibaren kullanıldığı

ve Suudi Arabistan'dan ikinci el olarak alındığı iddiası doğru mudur?

Kahraman askerlerimizin,

eski ve bakımsız olduğu söylenen bir uçakla uluslararası yolculuk yapması

izaha muhtaçtır.

Enkaza el koyan, kaza kırım ekibinin yapacağı incelemeler sonucunda

ortaya çıkacak raporun kamuoyuna açıklanması bir zaruriyettir.

Son yıllarda yetersiz veya sağlam olmayan ekipmanlar sebebiyle şehit vermek,

ne aziz milletimizin ne de Türkiye'nin hak ettiği bir durum değildir.

Bu kazanın son olmasını temenni ediyor,

aziz milletimize bir kez daha başsağlığı diliyorum.

2. 12 KASIM: AFET HAZIRLIK GÜNÜ VE DEPREM GERÇEĞİ

Değerli arkadaşlar,

Bugün 12 Kasım Çarşamba.

12 Kasım aynı zamanda, “Afete Hazırlık Günü”.

1999 Gölcük Depreminin acısıyla ilan edilen bu özel gün;

Deprem öncesi, deprem anı ve sonrasında alınması gereken hayati önlemlerin

hafızalarımıza kazınmasını hedefliyor.

Elbette bireysel görevlerimiz var.

Ancak burada en büyük görev;

çok uzun zamandır Türkiye’yi yöneten, “iktidara” düşüyor.

Çünkü birey ne kadar dikkatli olursa olsun,

· eğer şehirlerimiz plansızsa,

· binalar denetlenmiyorsa,

· afet eğitimi yaygın değilse, sonuç -maalesef- değişmiyor…

Tam da bugün sormak zorundayım:

Hazır mıyız…

Hayır! -maalesef- Henüz hazır değiliz

3. DEPREM GERÇEĞİ

Unutmamalıyız ki, Türkiye bir deprem ülkesi.

Bizler unutsak da deprem kendini unutturmuyor.

Son haftalarda özellikle Sındırgı ve çevresinde meydana gelen sarsıntılar,

her defasında hepimizin yüreğini ağzına getiriyor.

· “Sesimi duyan var mı?” sorusu bir kez daha yüreklerimizi yakmadan,

· on binlerce insanımızı bir kez daha depreme kurban vermeden

ülkemizdeki yapı stoğunu

-bir an önce- depreme hazırlıklı hale getirmeliyiz.

Türkiye tam anlamıyla depreme hazır hale gelmeden,

bu ülkenin birinci gündemi her zaman deprem ve depreme hazırlık olmalıdır!

Bunu yapacak olanda iktidardır!

4. BİR ÜLKE NASIL YÖNETİLEMEZ: GEBZE, FATSA VE DİLOVASI

Değerli Arkadaşlar,

İktidarın beceriksizlikleri canımızı acıtmaya devam ediyor.

Bir ülke nasıl yönetilemez?

Buna dair dört örnek vereceğim:

1- Gebze

2- Fatsa

3- Dilovası

4- Diyarbakır

Öncelikle yitirdiğimiz tüm canlara Allah’tan rahmet,

acılı ailelerine sabırlar diliyorum.

15 gün önce Gebze’de bir bina çöktü, bir aile dağıldı…

Tüm Türkiye

Suçlu, Bakanlık mı Belediye mi tartışmalarını,

CİMER şikayetlerini canlı yayında izledi…

Altı gün önce;

Fatsa’da bir taş ocağında göçük meydana geldi.

Cansız bedenine ulaşılan iş makinesi operatörü Burak Kilci,

· 25 yaşındaydı,

· 3 ay önce evlenmişti

· baba olmaya hazırlanıyordu.

Henüz kendisine ulaşılamayan kamyon şoförü Ahmet Şahin;

75 yaşındaydı.

Gebze’ye, Fatsa’ya üzülürken;

Dört gün önce Dilovası’nda

Bir kozmetik fabrikasında yangın çıktı.

hepsi kadın, üçü çocuk altı insanımız hayatını kaybetti.

Şimdi size konu ile ilgili birkaç fotoğraf göstereceğim;

İlk fotoğraf;

-bakınız- patlayan yer ile İŞKUR binası arasında sadece bir bina var.

“küresel aktör” olduğunu iddia eden iktidar,

Kamu binalarının hemen yanındaki trajediden, sömürüden habersiz!

İkinci fotoğraf;

bir vatandaşımızın bir yıl önce iş yerini şikayet ettiği dilekçe.

-Bakınız- duyarlı bir kardeşimiz diyor ki:“burada insanlar sigortasız, önlemsiz çalışıyor ve çocuk işçiler var.”

Burada da,

bu dilekçeye CİMER tarafından verilen cevap var.

Ne diyor vatandaşımıza;

“sigortasız çalıştırılan işçilerin isim, soy isim ve TC kimlik numaralarını bize atın, bizde işlem yapalım.”

Bu nasıl bir zihniyet Allah aşkına ya?

Denetim mekanizmasını devletin kurumlarımı yapacak, vatandaş mı yapacak?

İşte son fotoğraf!

Çöküşün, liyakatsizliğin, iş bilmezliğin ve denetimsizliğin fotoğrafı.

Bu iş yerine yapılmayan denetimler yüzünden;

· 15 yaşındaki Nisanur Taşdemir,

· Yine 15 yaşındaki Cansu Esatoğlu,

· 17 yaşındaki Tuğba Taşdemir,

· 31 yaşındaki Esma Gikan

· Ve 52 yaşındaki Hanım Gülek vefat etti.

Vefat eden kadınlardan üçü çocuk!

Gebze’ye, Fatsa’ya, Dilovası’na üzülürken dünde, Diyarbakır’da köprü inşaatında meydana gelen çökmede,

3 kardeşimiz daha hayatını kaybetti.

Ne Gebze’de Ne Fatsa’da, Ne Dilovası’nda, Nede Diyarbakır’da yaşananlar

kaza değil cinayettir!

· Sebebi

insanı öncelemeyen, para odaklı vahşi sistemdir.

Bu ülkede,

insanımızın hayatı bu kadar mı ucuz?

İnsanımızın alın teri, emeği bu kadar mı ucuz?

Sistematik hale gelmiş bu cinayetlerde kabahat;

Sadece alt kademelerde çalışan memurlardamı?

Bunca ölümün ardından;

Hangi en üst makamda oturanlardan biri istifa etti?

Mahkemeler, savcılar, hâkimler,

hangi en üst makama ihmalden ve sorumluğundan ötürü ceza verebildi?

Peş peşe yaşanılan bu facialar;

kayırmacılığın, sistematik keyfiliğin ve zirve yapmış liyakatsizliğin neticesidir.

5. TÜRKİYE BİR HUKUK DEVLETİ Mİ?

Şimdi herkesin aklındaki soru şu:

· Acaba Gebze için, Dilovası için adalet sağlanacak mı?

· Acaba hukuk gerçekten işleyecek mi?

iktidar cephesinden sıkça duyuyoruz:

“Türkiye bir hukuk devletidir.”

· Türkiye’de hukuk mağdurları arttıkça,

· mağdurların feryadı arşa yükseldikçe,

iktidar bu cümleyi daha da yüksek sesle daha da fazla tekrarlıyor.

Arkadaşlar!

Yerel mahkemelerin, Anayasa Mahkemesi kararını yok saydığı bir ülkede,

Hukuk “sözle” değil, “icraatla” sağlanır!

İktidar mensubu hiç kimseye dokunulamadığı bir ülkede

Belki “yargı var” diyebilirsiniz!

Ama! Adalet var diyemezsiniz!

Eğer bu ülkede adalet olsaydı:

Burak Kilci, Ahmet Şahin, Nisanur Taşdemir, Cansu Esatoğlu, Tuğba Taşdemir hala yaşıyor olurdu.

Bu kaza denilen cinayetler yaşanmamış olurdu!

6. İZNİK VE PAPA’NIN ZİYARETİ

Değerli arkadaşlar,

Dünya’nın gözleri bizim bölgemizin üzerinde…

· Bir yanda İsrail’in bölgemize yönelik tehditleri,

· diğer yanda Amerika’nın yeni planları…

· Şimdi bir de bölgeye dahil olma niyetinde olan yeni aktörler sahnede.

Bu bağlamda;

Papa 14. Leo’nun

İznik Konsilinin 1700’üncü yılı münasebetiyle yapacağı

İznik ziyaretini ve kamuoyuna yansımalarını dikkatle takip ediyoruz.

Şüphe ile takip ediyoruz:

İznik’te ‘Yeni Vatikan’ mı Kuruluyor?”

İznik’te büyük bir hac organizasyonuna imkân verecek

bir dini turizm yatırımı teklifinin gündeme gelmesi,

ülkemizin tarihî ve kültürel mirası üzerinde kimin söz sahibi olacağı meselesini

yeniden tartışmaya açmaktadır.

Türkiye, inançların ve medeniyetlerin kesişim yeridir;

bu zenginlik elbette değerlidir.

Ancak hiçbir dış aktörün,

özellikle de devlet-dini otorite karışımının güçlü olduğu bir yapının,

bizim egemenlik alanımız içinde

ayrıcalıklı bir konum elde etmesine kayıtsız kalamayız.

Bu mesele, sadece ekonomik getiri veya turizm potansiyeli üzerinden tartışılamaz.

Bu ziyaretin kapsamı ve tesisin ölçeği,

yalnızca turistik bir yatırımın ötesinde bir “özel statü alanı” oluşturma ihtimalini

gündeme getirmektedir.

Eğer planlanan bölge,

uluslararası dini otoritenin özel hukuki statüye sahip bir alanı gibi düşünülüyorsa,

bu Türkiye’nin egemenlik alanına doğrudan temas eden kritik bir konudur.

Bu nedenle konu açık, şeffaf ve kamuoyuna hesap verebilir biçimde tartışılmalıdır.

ABD Başkan Yardımcısı Vance’in (Vens’in) katılımı,

bu sürecin sadece Vatikan’a ait bir girişim olmadığını,

aynı zamanda küresel politik ve jeostratejik boyutlara

sahip olabileceğini göstermektedir.

Bu ziyaretin -sözde- “dinler arası diyalog” gibi

Siyonist bir projenin aşaması olarak takdim edildiğini görüyoruz.

Burada mesele turizm değil, yumuşak güç alanlarının yeniden dizaynıdır.

Türkiye, bu adımı kendi egemenlik perspektifinden değerlendirmelidir.

Buradan iktidara sesleniyorum;

· ülkemizin yumuşak gücünü doğru kullanın,

· ABD’nin, Vatikan’ın coğrafyamızı kuşatma hedeflerine karşı uyanık olun,

· ve bu ziyaretin onlar için asla bir siyasi kazanım olmasına müsaade etmeyin.

Biz; kendi inançları gereği,

ülkemizde bulunan ve kutsal kabul edilen mekanları ziyaret eden insanlara

gereken nezaketi, ev sahipliğini yaparız!

Ancak!

kendi ülkemizin, coğrafyamızın hukukunu da korumaktan zerre geri adım atmamalıyız!

7. BM BİRLEŞMİŞ MİLLET 30. İKLİM KRİZİ

Değerli Arkadaşlar,

Biz bu toplantıyı yaptığımız esnada

Birleşmiş Milletlerin 30’uncu İklim Değişikliği Toplantısı gerçekleştiriliyor.

İkinci kez seçildikten sonra

Paris İklim Anlaşması’ndan tekrar çekileceğini söyleyen Trump’ın

toplantıya katılıp katılmayacağı henüz belli değil.

Katılır katılmaz bilemeyiz ama bizim için net olan bilgi şu:

ABD ve İsrail’in çıkarları söz konusu olduğunda

Trump dünyanın geri kalanını ateşe vermekte zerre tereddüt etmez.

İklim Zirvelerinde; verilen taahhütler, alınan kararlar,

iklim değişikliğinin önüne geçme çabaları olarak lanse ediliyor.

Oysa yapılanlar; Kapitalizmi yeşile boyamaktan başka bir şey değildir. Bunun adı da “greenwashing”tir. Yani yeşil badanacılıktır, yeşil aklamadır.

Bu toplantılarda olup biten

· küresel sermayenin kendi açgözlülüğünün bedelini,

· kontrol altında tuttukları hükümetler vasıtasıyla

· savunmasız yoksul insanlara ödetme çabasıdır.

İklimi değiştirme politikalarının müsebbipleri

iklim değişikliğinin önüne geçemez.

8. SU KRİZİ

Elbette Türkiye’de bundan payını alıyor.

İktidarın özellikle son dönemde;

İktidarda kalabilmek uğruna,

en değerli madenlerini küresel emperyalist şirketlere,

çekmesinin bedelini ödüyor.

Bu peşkeşlerin neticesinde;

· Su kaynaklarımız kullanılamaz hale geliyor,

· ormanlarımız yok ediliyor

· İnsanlarımız sağlığını yitiriyor.

Bu sorunun ortaya çıkmasında değişen iklim şartları kadar, yanlış su politikası da etkili oluyor.

Burada hem vatandaşlarımıza hem de devlete ödevler ve görevler düşüyor.

Bizler “akarsu kenarında bile olsanız suyu israf etmeyiniz.”

diyen bir medeniyetin evlatlarız.

Her anlamda suyu israf etmemek, bireylerin üzerine düşmektedir.

Ancak esas görev, doğru ve yeterli politikalar üretmek üzere devlete düşmektedir.

Fakat ülkemize şöyle bir bakıyoruz:

Su sorunu yaşayan şehirlerde

· ya su firmaları suyun nerdeyse tamamına el koymuş

· ya hiç planlama yapılmamış,

· ya da maden arama şirketleri, şehrin kullandığından daha fazla su kullanmış.

Evet yer altı varlıklarımız elbette en büyük zenginliğimiz.

Fakat hiçbir maden -altını çiziyorum- su kadar önemli olamaz.

Ülkemiz zannedildiği gibi “su zengini” bir ülke değil.

Bugün su krizini bir çevre meselesi olarak görmeliyiz, ama aynı zamanda

bir güvenlik ve adalet meselesi olarak da görmek zorundayız.

9. BİZ NE YAPACAĞIZ

Bizim su politikamız; tüketimi değil, korumayı ve yeniden kullanımı esas almalıdır.

Peki bu çerçevede biz ne yapacağız?

· Ulusal Su Yönetimi Yasası çıkararak her il için “su bütçesi” hazırlayacağız.

· Su havzalarını madencilik ve enerji faaliyetlerine karşı koruma altına alacağız.

· Sanayi ve madenlerde su kullanım kotaları belirleyip ihlallerine ağır yaptırımlar uygulayacağız.

· Sensör ve veri temelli “akıllı sulama teknolojilerini” yaygınlaştıracağız.

· Yağmur suyu hasadını şehir planlamasının zorunlu unsuru haline getireceğiz.

· Su fiyatlandırmasını gelir düzeyine ve kullanım amacına göre adil biçimde düzenleyeceğiz.

Su gibi aziz olmanın yolu

Aziz milletimizin suyunu korumaktan,

Maden şirketlerine, bölgesel aktörlere peşkeş çekmemekten geçer!

İnşallah biz, bunun gayreti içerisinde olacağız.

10. BAHİS

Bir de bahis meselesi var…

Değerli kardeşlerim,

Ülkemizde çürüme hat safhaya ulaştı, bataklık bile artık alarm veriyor!

Maalesef ülkede şaibesiz bir kurum, lekesiz bir sektör neredeyse kalmadı.

Biz yıllardır söylüyoruz:

· Adalet mekanizması işlemezse,

· denetim mekanizmaları ciddiyetini kaybederse,

· kurumlar şeffaf olmazsa,

çürüme önce dipten başlar, sonra herkesi sarar.

Bugün soruyoruz:

Bu kadar hakem, bu kadar futbolcu, bu kadar menajer

bahis çarkının içinde dönerken devlet neredeydi?

İstihbarat bu ülkede ne iş yapıyor?

Neden müdahaleler, irin cerahat patladıktan sonra yapılıyor?

Eğer ahlaki bir duruş inşa edilmezse, sadece suçluları yakalamak ancak günü kurtarır.

Futbol,

bu milletin ortak sevinciyken güvenin kaybolduğu bir alana dönüştü.

Biz olaya sadece maç sonuçları açısından değil,

· devletin yeniden itibar kazanması,

· adaletin yeniden tesis edilmesi,

· kurumların bağımsızlığının ve temizliğinin sağlanması

açısından bakıyoruz.

Temiz siyaset, temiz toplum olmadan bu yaralar kapanmaz,

temiz bir spor olmaz arkadaşlar.

11. İKTİDARIN EKONOMİ TAHMİNLERİ NİÇİN TUTMUYOR?

Ülkemizde hepimizin malumu sadece bahis krizi yok!

Hiç bitmeyen, her geçen gün daha kesif hale gelen bir ekonomik kriz ile karşı karşıyayız.

Hatırlayacaksınız, iktidar;

2024’te; 2025 yılı enflasyon beklentisini %25 olarak belirlemişti,

Asgari ücretli, memur, emekli başta olmak üzere milyonlarca vatandaşımızın maaşına

bu tahmin üzerinden zam yapmıştı.

Ama Merkez Bankası

geçtiğimiz hafta bu beklentiyi %25'ten %33'e çekti!

Şimdi;

milyonlarca vatandaşımız adına sormak istiyorum;

· %25 üzerinden haklarını gasp ettiğiniz asgarî ücretlinin enflasyon farkını

yıl bitmeden iade edecek misiniz?

· Gelecek yılın zam oranlarını açıklarken, %33 üzerinden mi zam vereceksiniz

yoksa 2026 tahmini olan ve asla tutturamayacağınız %13 üzerinden mi vereceksiniz?

· Yoksaaaa

“Biz tahmin ederiz, siz yine bedel ödersiniz” mi diyeceksiniz?

Beyler!

· Sizin tutturamadığınız tahminlerinizin,

· Gerçekleştiremediğiniz hedeflerinizin,

· plansız-programsız icraatlarınızın bedelini

bu ülkede insanlar pazarda, faturada, kirada ödemekten bıktı usandı.

Bu yüzden;

· Sizler, biz “olursa olur, olmazsa ne yapalım” diyecek makamlarda değilsiniz.

Eğer bu makamların sorumluluğunu alamayacaksınız,

Çekilin kenara bu işi biz halledelim!

Bizler buradan uyarıyoruz;

sizin enflasyon beklentinize göre zam yapma planınız çökmüştür.

Sakın ha!

Aklınızdan gelecek yılın zammını -yine- “beklenti” rakamlarına göre yapmak geçmesin.

Emeklinin, Asgari ücretlinin, işçinin, emekçinin hakkı;

En düşük yoksulluk sınırı olmalıdır!

12. SİZE ALDIĞINIZ VERGİ AZ GELİYOR!

Millet yüksek enflasyon, düşük ücret zulmünün altında ezilirken,

Sayın Şimşek’in Plan ve Bütçe komisyonundaki “topladığımız vergi az” açıklaması

akıllara durgunluk verecek cinsten bir açıklama!

13. RİZELİ KARDEŞİME KULAK VERİN!

Hafta sonu, Karadeniz’imizde yeşilin kalesi Rize’deydim.

Orada Rizeli hemşerilerimizle buluştuk, esnafımızla, gençlerimizle çay içip dertleştik.

Ülkemizin her yerinde olduğu gibi Rizede’de İnsanımızın hali perişan.

Orada bir esnaf kardeşimin feryadı var.

Onu aynen size aktarmak istiyorum.

“Ben Mehmet Şimşek’i artık dinlemiyorum. Ben araştırdım dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey bulamadım. Ürünler %1 ile bize geliyor %10 ile çıkıyor. Yani cironun yüzde 9’unu otomatik devlet alıyor bizden. Verelim, ama hepimiz verelim. Ama adil olsun. Ben 3 tane masa ile birlikte her ay 60 bin lira vergi veriyorum. Vergiyi yetiştirebilmek için hiçbir gün izin yapmıyorum. Hasta olma şansım yok!”

Evet Sayın Şimşek!

Türkiye’nin gerçeğini, milyonlarca esnaf adına bu kardeşimiz haykırıyor!

2026’da toplayacağınız

15,6 trilyon vergi var, sizde bizde biliyoruz 15,6 trilyon size yine yetmeyecek…

14. EMEKLİ KARDEŞİME KULAK VERİN

Geçtiğimiz gün,

Emeklilikte Yaşa Takılanlar ve Emekliler Federasyonu ile beraberdik.

Sayın Başkan ve Yönetim Kuruluna çok teşekkür ediyorum.

Bugün iki büyük sorunumuz var:

Birincisi; yoksulluk, açlık ve en son yokluk sınırına dayanan emekli maaşları.

İkinci; EYT meselesi.

Rizeli kardeşim gibi, Emeklilerimizin söylediklerini aynen aktaracağım:

Diyorlar ki:

“Başkanım, eskiden emekli maaşımızla kiramızı ödüyor geçinebiliyorduk. Bugün kirayı bile ödeyemiyoruz.

Başka bir büyüğümüz:

“Mutfak alışverişi yapmak için eşim çalışıyor, ancak hasta. Ağırlaştığında yiyecek bir şey alamıyoruz.”

Bir başkası:

“Başkanım bayram olunca perdeleri çekiyoruz, kapıdaki ayakkabıları alıyoruz, evde sessizce oturuyoruz.”

Bir başkası:

“Bayram evde durmuyorum. Her gün bir çocuğuma gidiyoruz.” diyor…

İktidar yetkilileri, 16 milyon emeklimizin ahını alıyorsunuz.

Şunu unutmayın mazlumun ahı, indirir şahı…

Bir ülkenin büyüklüğü; emeklisine, işçisine, memuruna verdiği değerden anlaşılır.

Bugün emeklimizin sesi duyulmuyorsa, o ülkede adalet de kalkınma da eksiktir.

15. EYT MESELESİ KÖKTEN ÇÖZÜLMEDİ

Mağduriyet sadece emekli aylığı değil,

EYT meselesi var. Ve EYT Meselesi hala kökten çözülmedi.

8 Eylül 1999 yılında

sigortası başlayan ve prim gün sayısını dolduran bir vatandaş emekli olurken;

sadece bir gün sonra yani 9 Eylül 1999 yılında

işe başlayıp prim gün sayısını dolduran bir vatandaşımız

emeklilik için 60 yaşını beklemek zorunda.

Bu;

· trajikomik bir tablodur.

· bir hak gaspıdır,

· adaletsiz bir uygulamadır.

Seçim yatırımı olarak EYT düzenlemesi çıkaran iktidar,

geride kalan milyonlarca vatandaşımızın da mağduriyetini çözmekle mükelleftir.

16. ÇÖZÜM TEKLİFİMİZ

Biz diyoruz ki;

Prim gün sayısını erken dönemde tamamlayan yurttaşımıza

daha erken emeklilik hakkı tanıyalım.

Bu yalnızca adil değil, aynı zamanda ekonomiktir.

Çünkü primler devlete erken dönemde, uzun vadeli ve sıfır faizli bir kaynak sağlar.

Devlet bu kaynakla borçlanma ihtiyacını azaltır, faiz giderinden kurtulur.

Vatandaş da emeğinin karşılığını daha erken ve daha yüksek maaşla alır.

Yani hem devlet kazanır, hem vatandaş kazanır.

Mevcut sistemde

· 20 yaşında işe başlamış, 20 yıl boyunca çalışıp primini dolduran

· Yani devlete sıfır faizli borç veren bir vatandaş,

· Tam 20 yıl bekletiliyor.

Oysa bu süre kısaltılsa;

· Kayıt dışı istihdam azalır

· Gençlerin işe katılımı artar

· Vasıflı işgücü yükselir

· Asgari ücret, toplumun genel ücreti olmaktan çıkar.

En önemlisi, emeklilik bir “hak” olarak yeniden anlam kazanacaktır.

17. VATANDAŞIN KAÇ EKMEĞİ VAR?

Esnaf, emekli veya asgari ücretli

Vatandaş “hakkına” yeniden kavuşmalı.

Bakınız arkadaşlar;

· Ortada vatandaşa verilmesi gereken on ekmek var.

· TÜİK’in açıkladığı rakamlar yüzünden vatandaşın on ekmeği beşe düşüyor.

· Sayın Şimşek’in getirdiği vergilerle vatandaşın beş ekmeği ikiye düşüyor.

· Ama yetmemiş olacak ki Sayın Şimşek aldığımız iki ekmeğede yeni vergiler ve cezalarla göz dikiyor.

Biz de soruyoruz Sayın Şimşek:

Daha neyini alacaksınız vatandaşın?

Vatandaşın elinde ekmek mi bıraktınız?

Dün vermediğiniz ekmeğin hesabını verdiniz mi ki;

Bugün verginin azlığından şikayet ediyorsunuz!

18. BURJUVACI DEĞİL AMA HALKÇI DA DEĞİL!

Dahası Sn. Şimşek:

“Benden burjuva sermayeci çıkartamazsınız.” Diyor.

Sayın Şimşek’ten burjuva sermayeci çıkar çıkmaz o ayrı bir tartışma konusu,

Ancak Sayın Şimşek’ten

“halkı düşünen bir ekonomi bakanı” çıkmayacağını gayet iyi biliyoruz!

19. 23 YIL FİYASKOSU

Değerli arkadaşlar,

Malum Kasım ayındayız!

3 Kasım 2002, Türkiye siyasetinde bir miladın tarihiymiş.

Bakalım öyle mi?

Bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ağzından dökülen sözlerle

son 23 yılın özetini, kendisinden dinleyelim:

· “Ne istediler de vermedik?”

· “Rabbim ve milletim bizi affetsin.”

· “Kültürel iktidarı tam olarak kuramadık.”

· “Ailede çözülme var.”

· “Gençlerimiz ekranların esiri oldu.”

· “İyi niyetimiz suistimal edildi.”

· “AB bizi aldattı.”

· “Geri dönüşleri hızlandıracağız.”

· “Vatandaşımızın yaşadığı sıkıntıların farkındayız.”

· “Medya bizim istediğimiz seviyede değil.”

· “Eğitimde hedeflediğimiz noktaya tam ulaşamadık.”

· “Sızmalar oldu, mücadelemiz sürecek.”

· “Üretimi artırmamız şart.”

· “Eksiklerimiz var, hızlanacağız.”

· “Biz de kandırıldık.”

· “Bazı arkadaşlarımız kibir hastalığına tutuldu.”

· “Enflasyon canavarının yol açtığı sıkıntıları biliyoruz.”

· "Biz bu şehre ihanet ettik, ben de bundan sorumluyum"

Şimdi bu cümlelerin toplamında, -evet- bir özeleştiri var,

· Ancak özne hep dağınık,

· sorumluluk dağınık,

· sonuçlar somut, fakat sorumlular çoğu zaman “dışarıda.”

“Biz de kandırıldık.” → Fail belirsiz.

“İyi niyetimiz suistimal edildi.” → Suistimal eden kim?

“AB bizi aldattı.” → Peki biz ne öğrendik?

“Kültürel iktidarı kuramadık.” → Peki neden?

Aslında bu cümleler,

· iktidarın gücünden çok tükenmişliğini,

· hedeflerinden çok kaçırılmış fırsatlarını,

· mücadelesinden çok geç kalmış farkındalıklarını

gösteriyor.

Bu sözlerin tamamı bir “dış mihrak hikâyesi” değil;

aksine iç çözülmenin, yorulmanın, yıpranmanın ve tekrarlanan hataların kabulüdür.

Bir tür yumuşak itiraflar zinciridir.

23 yıl sonunda ortaya çıkan tablo şu:

· Ekonomide istikrar hedefi;

Yoksulluğun ve enflasyon canavarının kabulü.

· Toplumsal yapı hedefi;

Ailede çözülme ve gençlerin ekrana teslimiyeti.

· Eğitim vizyonu

Hedefe ulaşılamadığının ifadesi.

· Kültürel hegemonya iddiası

Kurulamayan iktidarın itirafı.

· Devlet kadroları;

Sızmalar ve kibir hastalığı.

· Uluslararası ilişkiler

“AB bizi aldattı” ve yanlış strateji itirafı.

· Yolsuzlukları, torpili, adam kayırmacılığı hiç söylemeyelim.

İşte tam da bu yüzden

bu sözler bir kapanış konuşması gibi duruyor…

Yorgun bir iktidarın iç çekişleri gibi duruyor.

Bir başarı anlatısından çok telafi edilemeyen hataların listesi gibi duruyor!

Yoksa bir final perdesinin fon müziği gibimi duruyor?

Bu sorunun cevabını aziz milletimiz verecektir!

Bu düşüncelerle sözlerimi bitiriyor,

Hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.