Mağrur öfke: Necip Fazıl

Abone Ol

Göz dönmesi yaşayanlar ele aldıkları konuları gerçeğinden

farklı görürler. Necip Fazıl’ın Adnan Menderes’e yazdığı mektupların bir

gazetede piyasaya sürülmesinden hemen sonra Ayşe Hür’ün bir tarihçi ferasetiyle(!)

büyük şairi “esir” etmeye kalkışması bu minvalde bir şeydir.  Öyle ya, 1951’de meydana gelen ve komplo

olduğu bizzat şairince ortaya konulan bir olayı Ayşe Hür, günün kimi siyasî

durumlarına tepki göstermek ucuzluğu hesabına evirip çevirmiş, yani bir inat

uğruna tekrar kullanılırlık sahasına sürmüştür.

Oysa Ayşe Hür’ün unuttuğu bir şey vardı. Necip Fazıl gibi

cemiyetin öncü şahsiyetlerinin adları etrafında büyük hayranlık haleleri

oluşmuştur. Doğal olarak bu halelerin mensupları da merkezdeki yüksek ışığın

etkisiyle göz kamaşması yaşayabilir. Buna kimi meslekî taassup sahipleri de

dâhildir. Sözgelimi Necip Fazıl’ı sadece şair kimliğiyle veya bir siyasî öncü

oluşu yönüyle, kısacası tek tarafıyla ele alanların yaklaşımı da böyledir.

Nitekim hastalıklı esir etme teşebbüsüne karşı gelişiveren yüksek tepki de

genellikle böylelerinden zuhur etmiştir.

Necip Fazıl gibi çok yönlü ve dev bir toplum önderini farklı

(sempatik, antipatik) bakış açılarının tahakkümünden uzak tutmak kesinlikle

mümkün değildir. Fakat şu mümkündür: Fiil ve fikirleriyle hâlâ aramızda

yaşamakla beraber, artık tarihî bir şahsiyet konumunda bulunan şairi, bütün

yönleriyle bir arada ele almak…

Necip Fazıl’ı “bütün yönleri”yle ele alırken ilk hareket

noktamız biyografisindeki devingenlik olabilir. Nihayet şunu biliyoruz ki o

gerek içine doğduğu aile ortamının maddi imkânları, gerekse ömrünün bir

bölümünde bütün aşırılıklarıyla yaşadığı bohem dünyayı terk etmiş, mazlum

Müslümanların arasına katılmıştır. Üstadın Hakk adına dâhil olduğu bu camia içindeki

rolü liderlikti. Bu öyle bir liderliktir ki onun için “tek başına bir ümmet”

tavsifi bile kullanılmıştır. Böyleyken, biyografisi bağlamında ele almakta

öncelik vereceğimiz husus, Necip Fazıl’ın İslâm’ı yaşama macerasıdır. Bu

maceranın ne’liği, niteliğidir. Onun bu hususta sergilediği performans, çeşitli

yönleriyle müzakere edilmeli; artıları ve varsa eksileri ortaya konulmalıdır.

Bağlı olarak ele alacağımız bir başka husus, onun zalim

rejim karşısındaki dinamik duruşu olmalıdır. Özellikle rejimin temsil ve

tahakküm mekanizması olan siyasî teşkilata karşı geliştirdiği tavır alışlar

mutlaka dikkatle incelenmelidir. Büyük Doğu dergisini çeşitli zorluklar ve

engellemeler ortamında bıkmadan usanmadan yayınlaması, verdiği konferanslarla

Anadolu’nun pek çok şehrinde kitleleri coşturması, çeşitli bahanelerle

mahkemelerde yargılanması, haksız yere hapsedilmesi,  bütün bunlara rağmen batıcı Kemalist

zihniyetin önünde heybetli bir duvar ve aşılmaz bir barikat gibi duruşu vb

dikkatle incelenmeli, nihayet mücadelesi geleceğe intikal ettirilmelidir.

Necip Fazıl’ı Necip Fazıl yapan en önemli yönü kuşkusuz

sanatçı kimliğidir. Onun sanatçı şahsiyeti şairlik, oyun yazarlığı ve hatiplik

gibi birbirinden farklı sayılabilecek boyutlar şeklinde tebarüz etmiştir. Bu

yönleriyle o Büyük Doğu’nun “mana şairi” hatta maneviyat edibi sayılmıştır.

Dolayısıyla, başta şiirleri ve tiyatro eserleri olmak üzere, kaleme aldığı

edebî eserler hassasiyetle incelenip bugünün Müslüman edebiyatçısının gündemine

tekrar dâhil edilmelidir.

Necip Fazıl’la ilgili benzeri bir topyekûn çalışmayı yapmak,

yapabilmek ne kadar mümkündür; bunun üstesinden gelmek, gelebilmek kolay mıdır

Sanmıyorum.  Fakat samimi ve bir o kadar

da çok boyutlu girişimler yok değildir. İşte bunlardan birisi, tam da Necip Fazıl

tartışmalarının ortasına iniveren Mağrur Öfke: Necip Fazıl adlı kitaptır.

Üstadla bir arada bulunmuş, onun etkisine maruz kalmış ve daima onu hayırla yâd

etmiş bir şairin kaleminden çıkan Mağrur Öfke: Necip Fazıl kitabı, eleştirel ve

biyografik özelliklerinin yanı sıra, hatıra noktasına varan ayrıntılarla da

dikkat çekiyor. Metin Önal Mengüşoğlu’nun uzun zamandır üstünde çalıştığı ve

2013’ün ilk günlerinde Metamorfoz Yayınları’ndan çıkan bu kitabı, eğer

okunursa, üstat Necip Fazıl’la ilgili pek çok hususu, bu kez daha ciddi bir

şekilde, tartışma ve müzakere süreçlerimize taşıyacaktır.

Mengüşoğlu’nun kitap için kaleme aldığı “Sebeb-i Telif”in

son satırlarından birkaç cümleyle yazımızı bitirelim: “Bu adamı seviyordum ben.

Hakkını inkâr edemezdim. Elimden tutarak bazen kimi çamurlardan alıp beni

selamete çıkarmıştı. Benimle birlikte yaşayan daha nice arkadaşıma, yoldaşıma,

zalimler karşısında nasıl medeni cesaret gösterilebileceğini öğretmişti. (…)

karar vermiştim, bütün bu hissiyatımı yazmalıyım diye, bu kitap işte odur.”