Mademki çağ atladık yapılacak ne kaldı?

Abone Ol

Başarı derecesini “Köylüleri kadar” ölçüsünde takdire şayan saydığımız Milli Futbol Takımı sorumlusunu “Başarıya doymuş futbolcuların da motivasyonu daha düşük olabiliyor. Bir de, ülke olarak beklentilerin çok yüksek olması, Milli Takım üzerinde baskı yaratmış olabilir” tezleriyle arkalayan ünlü futbol adamlarımızdan Sayın Mustafa Denizli’nin, haber sitelerinde “Başkan Erdoğan sayesinde futbolda çağ atladık” cümlesinden girmek istiyorduk söze, lakin önce Milli Takım yorumlarına biraz takılalım istedik.

Milli Takım oyuncularına “Başarıya doymuş futbolcular” vasfını yapıştırmaya ve yakıştırmaya çalışan Sayın Denizli’ye sorulacak soru tektir: Başarıya doymamışlar neden seçilmiyorlar?

“Ülke olarak beklentilerin çok yüksek olması...”

Suçlanan kim?                                   

“Milliler turnuvadan elenen ilk ülke oldu. Türkiye, kalesinde toplamda 8 gol görürken sadece 1 gol atabildi ve 0 (sıfır) puan aldı.”

Denizli yorumuna göre: 2 gol atsaydık yüksek beklentisinde olanlar, başarı oranının yüzde yüz artmış sayılacağını, 1 gol ile bu beklentinin de yüzde elli gerçekleşmiş olduğu kabul etmeliler.

Mesele “Çağ atlamak” olunca riyaziye hesaplarının böyle yapıldığı ülkemizde AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın “Türkiye’ye çağ atlattık” iddiasını, –ki birkaç gün önce yine söyledi partisinin bir toplantısında– yazacağımızı belirtmiştik; şimdi başlıyoruz.

AKP il başkanları toplantısında 10 yıllık icraatlarını anlatan Erdoğan ilginç ifadeler kullandı, kelimeleriyle giriş yapılan haberin, sitemizdeki devamı aynen şöyle:

Erdoğan, “Türkiye’ye çağ atlattık. Bazen kendi başarılarımızı kendimiz dahi unutabiliyoruz, böyle olunca da bazen birileri karşımıza çıkıp ’19 yılda ne yaptınız?’ diyecek cüreti gösterebiliyorlar. Kimi zaman da birileri çıkıp Türkiye’yi batırdınız diye gerçeği çarpıtabiliyor” dedi.

Yukarıda örneklediğimiz Sayın Denizli olayında olduğu gibi bu ülkede herkesin kendine göre bir çağ atlama anlayışı mı var ki, sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan, meramını anlatmakta zorlandığını vurguluyor; cüret gösterebilmeleri ve çarpıtabilmeleri fiillerini kullanarak.

Sayın Cumhurbaşkanı’na konuşma metni hazırlayıcıları iyi bilirler ama, “cüret” yerine daha uygun, daha sevimli bir kelime bulabilirlerdi. Zira “cüret” kelimesinin sözlüklerimizdeki “Yüreklilik, ataklık, cesaret” manalarını, eğer biz bir millet isek, istememezlik olamaz. Siyasi atışmaların seviyesi belli iken, kimin aklına “Saygıyı aşan davranış” mecazi manası gelir.

 Sözlüklerimizin “Büyük ilerleme sağlamak, çağın önüne geçmek” izahını yazdıkları çağ atlamak deyimine gelirsek, gerçek böyle bir şey midir?

 Büyük ilerlemenin ölçüsü nedir? Çağ, nerede duruyor ki, önüne nasıl geçilecek?

 İnönü devri politikacılarının, bir icraatlarını kastederek, Avrupa’ya fark attık demeçlerini duyduğunda Yahya Kemal’in, bir türlü aynı hizada olamıyoruz; ya çok geri kalıyoruz, ya da fark atıyoruz, demesi de çağ atlamaya bir itiraz mıdır?

 Çağ atlamak çok iyi bir şey ise, hayalini ne zaman ve hangi yaşlarımızda kurduk yahut kurmalıyız? Alfabemizde “Dedem bana oku yaz adam ol dedi” diye okuyoruz da “Çağ atla” dediğini okumuyoruz? Dedemizin zamanında atlanacak çağ mı yoktu?

Çağ atlamak gerçeğinin, “Türkiye’yi batırdınız” çarpıtılmasından da şikayetçi sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan. Atlamak bir nevi yükselmek iken, nasıl oluyor da batmak, batırmak gibi yeraltı çağrışır zihinlerde. Yoksa burada, son gündemde suç örgütü lideri diye ilan edilen birinin “Yeraltında dünya var” seyahat ve macera kitabının etkisi mi söz konusu.

 Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Birileri karşımıza çıkıp” diyerek tanımladığı muhalefet insanlarının sordukları, “19 yılda ne yaptınız?” sorusuna en başta yani konuşmaya başlarken “Türkiye’yi çağ atlattık!” iddialı cevabı anlamak zor değil. Lakin bu açıklama yetmiyor.

Neden 19 yılın sonunda? AKP’nin seçim vaatleri arasında 19 yıl sonra Türkiye’ye çağ atlatacağız diye bir projesi mi vardı? Birileri denilen o “cüret” sahiplerine kim, neyi öğretmişti ki, 19 yıl beklediler: Üçüncü, beşinci, onbeşinci yılda bir iktidara “Ne yaptınız.” Hesabını sormadılar? Hele bir çağ atlayalım da mı dediler?

 “Tarih tekerrürden ibarettir” deyimi Türkçe’mizin güzelliklerindendir. Yaşayanlar veya coğrafyayı, tarihi iyi okuyanlar, yorumu zor bir vakıa ile karşılaştıklarında, geçmişten eşdeğerini ararlar ve eğer bulurlarsa, bu deyimle herkesi haberdar ederler.

 Biz bu cümleleri olabilecek yanlış anlamaları engellemek arzusuyla buraya peşin yazmayı görev bildik.

“Ben o günleri (31 Mart vak’ası) gördüm ve asi neferler sokakları doldurup, havayı mavzer kurşunları patırtısıyla inletirlerken İstanbul sokaklarında dolaştım.” Diyen M. Raif Ogan (1887-1976) İttihat ve Terakki’nin son yıllarını bakınız hangi tespitlerle anlatmış.

“Acı tecrübelerden sonra aklımız başımıza gelince, İttihad ve Terakki bu sefer millî bir siyaset tutmak istedi, tatbikatta onu da tam yapamadı. Bir aralık İttihadı İslâm hülyasına kapıldı, Uzak ve Yakınşarktan İslâm âlimleri ve komitacıları ile işbirliği yapabileceğini sandı ve bu uğurda da hayli altınlar harcadı, bunu da beceremeyip yüzüne gözüne bulaştırdı. İttihadı anasır, Panturanizm hülyaları gibi, İttihadı İslâm gayreti de parlamadan sönüp gitti.”

30 Ağustos’a nasıl geldik ve hangi bedelleri ödedik merakındaki  okuyucularımız olursa, isteriz ki münevverimiz M. Raif Ogan’ın şu değerlendirmesine de gönülden katılsınlar.

“Cumhuriyet; inkıraza sürüklenmiş bir devleti, eskisini aratmayacak kadar kuvvetli olarak diriltti. İstiklali yok olmuş bir milleti dünyanın hürmetine mazhar müstakil ve şerefli bir millet olarak tanıttı. Bunun kadrini bilmek, Cumhuriyetimizin devamına canla, gönülle bağlanmak vazifemizdir.”

28 Şubat kimindir?

28 Şubat’ın Karadayı’sının her Erbakan görüşmesine koltuğunun altına aldığı bir yığın adını burada anmayacağımız fakat tahmini zor olmayan bir  gazetenin bazı nüshalarıyla geldiğini ve o gazetelerin manşetlerini göstererek, bunları siz yazdırıyorsunuz dediğini anlatmıştı rahmetli Erbakan Hoca’mız.

 Halbuki, bir genel kurmay başkanı istihbaratının gücü dolayısıyla bilirdi o işlerin nasıl olduğunu. Fakat tezgah öyle kurulmuştu.

 Akit gazetesinin Prensi 22 Ağustos 2021 tarihli yazısında “En ağırına giden”leri sormuş. “Necmettin Erbakan Hoca’ya en adice saldırıları yapan 28 Şubatçıların tepesindeki isimler, önceki gün cezaevine konulmaya başlanmış. Dünkü nüshasında, Millî Gazete, bu haberi, Erbakan Hocamızın tanımlamasıyla söyleyelim: “Kibrit kutusu”ndan daha küçük görmüşler... Niye ki acaba?”

Akit’in Prensi önce saygılı olmayı öğrenmelidir; Millî Gazete, Millî Görüş kelimeleriyle yazmak istediğinde en azından.

Rahmetli Erbakan Hoca’ya “En adice saldırılar” yapmak kimsenin haddi değildi ve olmamıştır da. Türkiye Cumhuriyeti’nin en cesur başbakanından bahsettiğini galiba bilmiyor Akit Prensi.

 Millî Gazete’nin emekçisi gazetecilerin  donanımı Akit Prensinin anlama ve kavrama kabiliyetinin çok üstünde olduğundan “Kibrit kutusu” kadarlığın sebeplerini çözememesi normaldir. Lakin sorgulamaya durmak da hiçbir zaman ona ve  efradına vazife olamaz! Zira biz, yazmadık daha Akit’li 28 Şubat tarihini... Geçelim...

TV kanallarına emekli generaller çıkıyor. Savunduklarının anafikir cümlesi şu: 28 Şubat bir darbe değildir!

Demokrasi geleneği mi idi?

  ABD’den “Balans ayarı yaptık” dedirtilenlere niçin o günlerde biriniz ya da 27 Mayıs’ı, 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü yaşamış ve tanık olmuş emeklilerden biri,  iki cümle ile cevap vermedi? Demokratik ortamda yaşamanız çok mu zorunuza gidiyordu?

İktidarda sandıktan birinci çıkmış bir partiye itiraz edenler, dördüncü partinin azınlık hükümetine niçin razı olmuşlardı?

 28 Şubat’ın avarakasnak generallerden biri, emekli olduktan sora az mı efelendi canlı bağladıkları Tv kanallarında.

“Postmodern darbe yaptık” diyordu.

 Bütçe yapılırken bütün kurumlar istedikleri payları ve gerekçesini komisyona gönderirler. TSK’nın istediğinin yüzde 70’ini vermek gelenek olmuştur. Refahyol bütçesinde ise rahmetli Erbakan bir mucizeyi gerçekleştirmiş, TSK’nın istediği bütçenin tamamını onaylamıştır. Yani yüzde 100’lük bir gerçekleşme... Bir Tv kanalının, –TRT olmalı diye hatırlıyorum– açık oturumunda bir emekli general konuşuyor. Söylediği cümle aynen şöyle: Erbakan yüzde 100’lük bir bütçe ödemesi vermiştir ama, bizi satın almak istedi.

 Parasal bir münazara söz konusu olduğunda, satın alınma şüphesi duyanların bedeli acaba nedir sorusuna cevabı, isteyenler Türkiye’ye yaşatılanların içinde buldular. Üstelik Akit Prenslerini de tanıdılar ekstradan.

 Kibrit kutusunu aştık.

“Yorgun maaşçı”

Millî Gazete internet sitesinden bir haber: “AKP’li vekil sosyal medyada gündem oldu. Silmek zorunda kaldı.”

Bu iki cümlelik başlıkla duyurulan, AKP’li eski bakanlardan bir vekilin twitter hesabıyla, memleket meselelerinden birine müdahil olayım derken, kendini harice atmasıydı.

Olayı, metal yorgunluklarına hafıza yorgunluklarının da eklenmesidir, yorumuyla geçemeyiz.

“Amacı İBB’yi karalamak olan” yargısıyla, eski bakan, vekil, Dr. Sıfatları da olan AKP’li Sayın Kaya’yı eleştirenleri biraz aceleci buluruz; söz konusu twit paylaşımı şahsi hesabında silinmiş olsa da. Sayın Kaya’nın kedi ve köpek resimli twiti üç bölümden oluşmuş.

Bir, “Hayvanları(n) bu koşullara mahkum” olması

İki, “İBB’nin gayri insani yönetim anlayışı”

Üç, “Hayvanserlerimiz(in) seslerini yükseltmiyor” olmaları.

Diyorlar k: Yanlış hedefe atış yapıldı. AKP devrinin bir fotoğrafıdır o.

Olabilir. Sayın Kaya, CHP devrinden mi demiş? Binaenaleyh hayvanları öyle koşullara mahkum eden gayri insani yönetim anlayışına karış çıkan resimli twitler yazmak fevkalade alkışlanacak bir harekettir. Hayvanseverlerin bağırmaması ise hatadır, yanlıştır, ayıptır, günahtır.

Paylaştığı resminin AKP’nin İBB yıllarına ait olması, eleştirilemez yahut hiç gündem yapılamaz mı demektir? Sayın Kaya’nın bu twit paylaşımını beğenmek ve demokrasi mücadelesine desteğini, katkısını almaya çalışmak, yapılacak olandı.

Şöyle bir soru ile sayın Kaya’nın duhuliyesi sağlanabilirdi mesela.

FETÖ paralelli geçmişinde veya olmadığı iddialı şimdiki zamanında, insanların, iktidarınızın yönetim anlayışına karış seslerini yükseltmelerine de bir müsaadeniz var mı?

Vay vay Kızılay

 İki cümle de Kızılay’ımız için yazalım. Huzur hakkı saltanatı adıyla duyurulan haberlerin oluşturucuları ve AKP insanları şunu iyi bilsinler. Benim neslim 60’lı yıllarda ilkokul öğrencisi iken her gün 5 kuruşluk Kızılay pulu alır, defterimize yapıştırırdık. Müstahdemlerin sattığı simit ise 10 kuruştu.

 Biz yarım simit hakkımızdan o gün vaz geçerdik ama, bugün asla!