LÜTFEN BU MENDİLİ ALIN!

Abone Ol

8-9 yaşlarında…

Belli ki elbiseleri uzun süre değişmemiş. Pantolonunun bir paçası diğerinden biraz daha uzun…

Üşümemesi için herhalde 12-13 yaşlarındaki bir çocuğun montu giydirilmiş, üzerine.

En az 15 gündür banyo yap(a)madığı saçlarının yapış yapış duruşundan belli.

Sümükleri burun deliklerinin kenarlarında kurumuş kalmış, öyle.

Tırnakları kesilmiş ama adeta kangren olmuşçasına parmak uçları siyaha yakın mor renk ağırlıkta.

***

Epey bir süredir metrobüsü de zaman zaman kullanıyorum, gazeteye gidip gelirken.

Yukarda tasvir etmeye çalıştığım Suriyeli bu çocukla metrobüste mendil satarken karşılaştım.

Esasen çocuk-büyük kim olursa olsun dilencilere para vermem. Varsa param öğrencilere veririm. Varlıklı da olsa. Ama hemen karşımda duran bu çocuk bir dilenci de değildi.

- “Alır mısın ” dercesine kâğıt mendili uzattı sessizce, usulca.

1 TL verdim. Uzattığı mendili de kendisine iade ettim. Memnun olduğunu ifade eden bir hareket yaptı, tam anlayamadım.

***

Suriyeliler, ellerinde olmayan sebeplerden dolayı uzun bir yolculuğa çıktı.

Ülkeleri, şehirleri, kasaba ve köyleri, mahalleleri, evleri bombalandı.

Aileleri parçalandı. Birçoğu “umut yolculuklarında, buz gibi deniz sularında” öldü.

Siz sanıyor musunuz ki Suriyeli aileler bu durumdan memnun! Kim vatanından sürgün edilmek ister, kim ülkesini terk etmek ister

***

Bu çocuğun geleceğe uzanan umutları o kâğıt mendilin uçlarında.

Lütfen, uzatılan mendili siz de alın, olur mu!.. 

EY OĞUL!

“Ey Oğul!

Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana... Suçlamak bize; katlanmak sana… Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana... Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana... Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana... Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana…

Ey Oğul!

Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Teâlâ yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize vaat edilenin önünü açmalıyız. Tıkanıklığı temizlemeliyiz.

Oğul!

Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgârlarında savrulur gidersin... Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder. Bunun için daima sabırlı, sebatkar ve iradene sahip olasın!.. Sabır çok önemlidir. Bir bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır.

İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki bereket, büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir...

Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki âlime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.

Haklı olduğun mücadeleden korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, pervasız, kahraman, gözü pek) derler.

En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir. Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar... İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar. Laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!..

Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur. Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı... Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca bey için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az!..

Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin. Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez. Görünerek de sevilmez!.. Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez.

Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın.

Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın.”

(Şeyh Edebali 13. Yüzyıl, Söğüt-Bilecik-Türkiye).

 

BAYKAL’A SAHNENİN İKİNCİ PERDESİNDE NE GÖSTERİLDİ

Her şey bir kasetle başladı…

CHP’nin müstafi Genel Başkanı Deniz Baykal aslında dönmeye kararlıydı...

En azından birilerine haddini bildirmek niyetindeydi...

Ama ne olduysa, oldu…

Sular birden tersine akmaya başladı…

Merak ediyorum; o birileri Baykal’a sahnenin 2. perdesinde ne gösterdi de böyle oldu

Kimler tarafından verilen sözler niçin yerine getirilmedi

Ne beklendi, neden beklendi

Ya da başka bir şey!

Yoksa mümkün mü

Hizipçiliği Ana Britannica sayfalarına kadar giren Baykal, üstelik de yeni yaptırdığı Genel Merkez’in pırıltılı koridorlarını bırakır mıydı

Ya her sabah kendisini evinden alan makam arabasını, yurtdışı gezileri, o cafcaflı dünyayı...

Neden aniden bıraksın ki... Neden

***

Şöyle ya da böyle…

Deniz Bey, kasetle başlayan siyasi yaralarını çabuk kapattı! Gördüğünüz gibi hâlâ da siyasette.

Her zaman söylüyorum, yineleyeyim; milletvekili değilseniz siyasette yeteri kadar sesiniz çık(a)maz… Oyunun kuralı böyle!

Baykal bu yaşına karşın son iki seçimde ön seçime girdi, parti tabanından itibar gördü, yeniden milletvekili seçildi.

TBMM Başkan adayı olacak kadar da özgüveni geldi.

Ama merakımı bağışlasın; artık iyice yaklaşan CHP Kurultayı’nda neden ve de niçin Genel Başkan adayı olmadı, olmuyor.

***

Başa dönerek sormak istiyorum; sahnenin gerisindeki ne!

NOT: Bugün, 21 Aralık 2015, Pazartesi. 1) Emekliler yılda 15–20 TL zamla, hâlâ sürünmeye devam ediyor. 2) An itibariyle asgari ücretli “nasıl geçineceğim ” diye feryat ediyor. 3) Bu parlamento ve mevcut AKP iktidarı, 2011’den bu yana verdiği yeni ve sivil anayasa sözünü yerine getiremedi. 4) 28 Şubat darbesi döneminde kapatılan, yoksul-zeki Anadolu çocuklarının barındığı Başbakanlığa bağlı Vakıf Öğrenci Yurtları hâlen kilitli. Otur, sıfır!