Lozan’a uzanan eller ve bölgeyi ateşe atan sinsi plan

Abone Ol

Bu köşede, bir Türk asıllı Alman vatandaşı olarak, Avrupa’da yaşayan toplumumuzun güncel meselelerini, Türkiye-Avrupa ilişkilerinin seyrini ve siyasetin her iki yakasındaki gelişmeleri gurbetçinin gözünden değerlendireceğim. Amacım, Avrupa’daki Türklerin sesine tercüman olmak; hem içinde yaşadığımız ülkelerdeki siyasi atmosferi hem de anavatandaki gelişmeleri gurbet penceresinden samimi bir dille sizlere aktarmak.

MESELE SADECE TERÖR DEĞİL, DEVLETİN GELECEĞİ

Bugün karşımızda sadece bir güvenlik sorunu, sadece bir “terör meselesi” yok. Asıl mesele, Türkiye’nin sınırlarıyla birlikte, hukuki ve siyasi temellerine yönelik çok katmanlı bir müdahale sürecidir. Bu müdahale Lozan Antlaşması’nı hedef almakta, Türkiye’nin tapusu niteliğindeki bir belgeyi tartışmaya açmaya çalışmaktadır.

DİASPORADAN GELEN TEHLİKE: DİAKURD

2022 yılında İsveç’in başkenti Stockholm’de kurulan “Diaspora Kürtleri Konfederasyonu (DİAKURD)”, görünüşte kültürel haklar talep ediyor gibi dursa da, arka planda Türkiye’nin toprak bütünlüğüne karşı uluslararası zemin arayışındadır. Kuruluşun ilk kongresini Erbil’de yapması ve ardından Ankara’da Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkını istemesi bu niyeti açıkça ortaya koymuştur.

MAHKEMELER REDDETTİ, ŞİMDİ HEDEF BM

Ankara İdare Mahkemesi ve ardından istinaf mahkemesi, bu talepleri Türkiye Anayasası’na aykırı buldu ve reddetti. Ancak DİAKURD bu kez Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi’ne başvurdu. 2024 Eylül ayında yapılan bu başvuru kabul edildi. İçeriğinde ise Türkiye’nin Lozan’dan vazgeçmesi, Kürtlerin ayrılması ve “Dört Parçalı Kürdistan”ın kurulması gibi bölgeyi ateşe atacak talepler yer alıyor.

YASAL ZEMİN HAZIRLAYAN “İKİZ SÖZLEŞMELER”

Bu başvuruların arkasında hukuki dayanak olarak gösterilen belgelerden biri de 2003 yılında TBMM’de kabul edilen ve AK Parti ile CHP’nin ortak onayıyla yürürlüğe giren uluslararası sözleşmelerdir. Kamuoyunda “ikiz yasalar” olarak bilinen bu sözleşmeler, halklara kendi kaderini tayin hakkı tanımakta ve bugün Türkiye aleyhinde kullanılmaya çalışılmaktadır.

İÇERİDE SESSİZLİK, DIŞARIDA BASKI

Ne yazık ki Türkiye’de bu gelişmeler karşısında yeterli bir farkındalık yok. Medyada sessizlik, siyasette duyarsızlık hâkim. Dahası, bazı açıklamalar bu süreci bilmeden ya da bilerek destekler hâle gelebiliyor. MHP Genel Başkanı’nın “bebek katili Meclis’te konuşsun” çıkışı, yıllarca teröre karşı sert duruşuyla bilinen bir partinin çelişkili pozisyonuna örnek teşkil ediyor.

ŞEHİTLER ÜZERİNDEN SİYASETİN TUTARSIZLIĞI

Yıllar boyunca “şehit kanı yerde kalmaz” diyerek siyaset yapan çevrelerin, bugün aynı yapılarla Meclis zemininde buluşmaya açık hale gelmesi vicdanları yaralıyor. Madem çözüm süreci yeniden gündeme geliyor, o hâlde geçmişte şehitler üzerinden siyaset yapanların bugünkü sessizliği sorgulanmalıdır.

TERÖR ARTIK YALNIZCA SİLAHLA DEĞİL, DİPLOMASİYLE GELİYOR

Bugünün dünyasında tehdit yalnızca dağdan, pusudan gelmiyor. Terör, artık sözleşmelerle, hukuk kurumlarıyla ve uluslararası başvurularla geliyor. Türkiye’yi hedef alan bu yumuşak operasyonlara karşı sessiz kalmak, en az desteklemek kadar tehlikelidir.

LOZAN SADECE ANTLAŞMA DEĞİLDİR, MİLLİ TAPUDUR

Lozan Antlaşması, sadece diplomatik bir metin değil; Türkiye’nin bağımsızlık onurunun hukuki belgesidir. Bu belgeye uzanan her girişim, hangi kılıfa sarılırsa sarılsın, bu millete karşı bir ihanet olarak değerlendirilmelidir.

DÖRT PARÇALI KÜRDİSTAN: SADECE TÜRKİYE’Yİ DEĞİL, BÖLGEYİ DE YAKAR

Ortaya konan harita sadece Türkiye’nin değil, İran, Irak ve Suriye’nin de sınırlarını parçalamayı amaçlamaktadır. Bu proje, sivil haklar kılıfı altında yürütülen bir emperyal plan olup, bölgeyi yeni bir kaosa sürükleme tehlikesi taşımaktadır.

SON SÖZ: GEÇMİŞE SAHİP ÇIKMAYANLAR, GELECEĞİNE SAHİP OLAMAZ

Lozan’ı savunmak, sadece bir tarihî belgeyi değil; milletin geleceğini, birliğini, bağımsızlığını savunmaktır. Türkiye, geçmişine sahip çıktıkça güçlüdür. Millet olarak susmamalı, bilakis bilinçlenmeli ve her türlü diplomatik kuşatma karşısında birlik olmalıyız.